Sokaklardan
eni konu çocuk sesleri gelirdi bazen gürültüye de dönüşerek...Bu sesler yaz gecelerinde daha da artardı...Anne
babalar bilirlerdi ki, çocukları, akranlarıyla ya hemen dış kapının önündedir ya da bir iki yan sokak ötede yarenlik etmenin keyfinde...
Sokak
lambaları kah yansa kah bozulsa da
büyüsü vardı, gündüzün de gecenin
de. Hayatın tam içindeydi sokaklar o zamanlarda. Kaldırımlar da tekrar
tekrar yapılıp sökülmemişti daha...
Hele
hele, ara sokakları bile fütursuzca
işgal eden otomobiller varla yok arasındaydı...Soğuk kış gecelerinde belli
belirsiz bir melodi eşliğinde duyulurdu bozacıların sesleri...Bekçilerin
gecenin karanlığına hükmeden düdükleri de evlerden içeri girer , her sokağın bekçi
amcasına gecenin bir vakti çay ikram edenler bile çıkardı ayak üstü...
Büyük
şehirlerde bile elektrikler gün içinde onlarca kez gelir giderdi...
Köyleri
hiç sormayın...
'orda bir köy var uzakta' misaliydi işte....
Türkiye
nüfusunun da etkisiyle gittikçe artan enerji talebini karşılamak için akla hayale gelmeyecek çabalar içine girse
de, çok zor günlerdi.
Artık
unutulan lüks lambaları, gaz lambaları, bugün yalnızca dekoratif amaçlı
kullanılan şamdanlar evlerin baş köşelerinde, her daim kendilerine verilecek
görevi beklerdi...
Siyah
beyaz tek kanallı televizyon yayınlarının, hayat düzenini değiştirmeye başladığı 1970’lerin
gecelerinde herkes bir odada toplanmış
yayın saatini beklerken, tavandaki sarı ampul önce birkaç kez göz kırpar, sonra küt diye karanlığa bırakırdı yerini....
Evler
kalabalıksa çocuklar için bu durum bir oyun vesilesi olurdu genellikle ama
büyükler söylenmeye başlardı...
Türkiye’nin
siyasal
ve ideolojik olarak yıkıcı biçimde
ayrıldığı yıllardı. Muhalif
olanlar için her şeyin sorumlusu belliydi. İktidara oy veren ve yakın olanlar da bütün yokluklarla
birlikte enerji kesintilerine de bir bahane bulurdu...
Aradan
zaman geçer muhalefet iktidar olur,
iktidar
muhalefete düşerdi
ve
bu kez roller yer değiştirirdi...
Oysa
iktidarı da muhalefeti de şunu bilmek istemezdi;
Türkiye
çok büyük bir hızla ekonomik ve sosyal olarak kabuk değiştirmenin hatta makas
değiştirmenin tam içindeydi 1970’lerde...
Büyükler
bunları yaşarken çocuklar elbette kendi havalarındaydılar...
Onlar
için kemer sıkma politikaları, enerji kesintileri, yokluklar da bir masal
gibiydi, oyunun parçasıydı...
Akşam
olup kan ter içinde oyundan evine gelen , annesinin hazırladıklarını ağız
tadıyla yiyen bir çocuk için, büyüklerin
kahırları, dertleri, tasaları davul tozu, minare gölgesiydi...
Çocukluk
tam da buydu...
Çünkü
çocukluk her ahval ve şartta önce oyun demekti ve gıdaların en bereketlisiydi
oyun....
1970’lerin
ikinci yarısıyla birlikte özellikle büyük şehirlerde başlayacak terör korkusuna
vardı daha...
Evlerin
kapılarının üzerinde gün boyu duran anahtarları
kimse yadırgamazdı. Kışı yazıyla,
ilkbaharı güzüyle her sokağın, mahallenin, caddenin , kasabanın, her şehrin
kendine has bir dili, tadı vardı.
Sokaktaki
odun kömür tepeciklerini gördüğünüzde bilir ve hatırlardınız ki, tıpkı bugünlerdeki gibi hazan zamanıdır
ve arkası zemheri ayazıdır.
Sokaklar
herkesindi ama özellikle çocuklar ve
gençlerindi....
Üç
korner bir penaltılara , taştan direklere, minyatür kalelere ev
sahipliği yapan arsalar vardı...
O
arsalarda yaşanırdı aşklar,
mahalle kavgaları, maçlar ve oyunların bin bir türlüsü....
Türkiye
köylüsü kentlisiyle parayı ve paranın gücünü böylesine tanımamıştı daha...
Böylesine
sevmemişti...
Komşuluklar
da vardı.
Laf
olsun diye yapılanından değil ama en
hakikisinden.
Gecenin
bir vakti mahalledeki herkesin kapısını çekinmeden
çalabilirdiniz müşkülatınız için.
Kapılar
kilit üstüne kilitlerle, alarmlarla
donatıl(a)mamış, çelik kapıların hayali bile kurulmamıştı...
Yokluklar,
yoksunluklar da vardı elbette,
hem
de bugünle kıyaslanmayacak kadar çoktu....
Ama
insanlık sanki daha mı çoktu....
“İnsan”
daha mı çoktu...
Eskidendi...
Eskiden
miydi...
Gerçekten
çok mu eskidendi...
Hiç
hatırlanmayacak kadar mı eskidendi....
(fotoğraf
/ eskiturkiyefotograflari.com / edhem ağa ailesi..)
(
murat örem / 1 ekim 2013 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder