*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

28 Eylül 2015 Pazartesi

ama gemilerin dilinde konuşursa bir insan; bütün denizlerin tuzuymuş elinde kalan...



arda , lisenin 4’üne gelmiş…
umur , eli kulağında üniversite son olmuş…
babaları  48’e merhaba demiş…

dünyanın en güzel
dünyanın en asil takımı  
beşiktaş
dünyanın en başka takımı 
fenerbahçe’yi   3-2 yenmiş…

bir bayram daha bitmiş…

başak sokak’ın soner abisi bir kazada  ölüvermiş…

günler kısalmış…
eylül yine adios demiş…
ekim heybesine  guten morgan’u almış…

o konuşmuş
bu dinlemiş…
bu konuşmuş
ama o dinlememiş…

biri yazmış….
biri okumuş…

o reçeller, 
önce
anne eliyle
şekerlenmiş…

ama
gemilerin dilinde
konuşursa bir insan;
elinde kalan,
bütün denizlerin
tuzuymuş….

( murat örem / 29 eylül 2015 / ankara…) 


23 Eylül 2015 Çarşamba

bir çınarın gölgesinde sonsuza dek dinlendiğinde ruhum da bedenim de murat örem murat örem ; "iyi ki diyeceğim, iyi ki bu toprakların çocuğu oldum…iyi ki bu topraklarda baba oldum, evlat oldum…iyi ki bu toprakların bayramlarını yaşadım…ve iyi ki bu topraklarda yaşlanıp yaşayıp öldüm"


         - aşağıdaki müziklerle okumanızı önererek...- 


 

 

işim gereği ,
aşım gereği ,
aklım fikrim gereği ,
yaşım gereği
çok dolaştım türkiyeyi…
türkiyemizi…

en güneyini de gördüm…
en kuzeyini de…
doğusunu,  
güneydoğusunu da…

karadenizin dalgaları karşısında da içtim sigaramı
hatay’ın dafnesi / harbiyesinde de…

egenin tütün sarısı tarlalarını da gördü bu gözler…
diyarbakır’ın  kara taşlarını da…

ömrümün ilk yirmi yılı zaten  ülkemin batısında geçti…

gidip gördükçe
havasını soludukça
tütününü içtikçe
kararmış çaylarını yudumladıkça
erzurumun, adananın, bursanın, sinopun, denizlinin…
bin türlü fikir geçti zihnimden…

gittiğim her yerde,  
elinden tuttum sevdiklerimin…
vardığım  her yerde ,
elimden tuttu tanıyıp sevenlerim…

istanbuluna,  gençliğimi verdim…
balıkesirine,  çocukluğumu verdim…
ankarasına , neredeyse ömrümü verdim…

geçerken takvim yaprakları bir bir ,
iki güzel , iki insan, iki vicdan yumağı çocuğumla
umur örsanımla,
arda erhanımla
büyürken muratörem muratörem ,
durup baktığımda söyleyebilirim ki;
ülkemi, insanlarımı, toprağımı
bütün ömrüm boyunca
ağız dolusu, akıl dolusu, fikir dolusu eleştirmiş olsam da
yine de şükrettim bu toprakların çocuğu olduğuma…

yine de,
pek sevdim anadolulu tarafımı ,
pek sevdim türkiyeli tarafımı…

içlerine çok girmedim belki camilerin
ama iyi bir müezzinin sesinde çoğalan  ezan
huzur verdi ruhuma  ülkemin her yerinde…

zamanında gittiğim  bayram namazlarında
kurarken bağdaş  halıların üzerinde ,

ıtri’nin segah tekbirini
gürül gürül söylerken kalabalıklarla,

en iyi milliyetçiliğin, en iyi dindarlığın
önce iyi insan, doğru insan  olmakla başladığını hiç unutmadım…

bayram namazlarından sonra çok öptüm anne babamın elini…
çok aldım taşkın hocanın müjgan hocanımın bayram hediyelerini…

çok koştum yanlarına,  kilometreleri yara yara…
çocuklarıma çok öptürdüm elimi  bayram sabahlarında…

yıllar yıllar içinde
kesilen kurbanların kanı da sürüldü alnıma
belaları defetsin diye….

kavurmalar da pişirildi
koca kazanlarda kimyon kokularına bulanan…

bir çok kurban bayramında
taşkın hocayla kasap da aradık kış günlerinde
yedi paya ayrılan hayırları da  dağıttık
hali vakti yerinde olmayanlara…

yaşım ellinin kapısına geldiğinden beri
neredeyse hepsini hatırlar oldum eski bayramların…


birlikte çok az bayram gördüğüm
behzat dedemin
tütün ve benzin kokan sakallarını çok özledim…

anneannem
hatice tanyerinin
pütür pütür elleriyle saçımı okşamasını da
çok özledim…

birlikte bir çok bayram gördüğüm selahi dedemin ,
beni hep adam yerine koyan mavi gözlerini çok özledim..

       en güzel babaanne
bedia babaannemin ,
"muratım , aslanımmm..."
deyişini de hep özledim...

bedenim yaşlansa da
saçlarım aklaşsa da
pek bir güzel insanın tabiriyle
gümüşinin en güzeline dönse de
ruhum hep genç kaldı….
       ruhum hep türkiyemde kaldı...

ve o ruh hep o soru sorup itiraz eden çocuğun halinde  oldu…
aklım,  sevmenin , itiraz etmenin, paylaşmanın yanında oldu…

şairlerin şairi çok şey anlattığı
unutulmaz otobiyografi şiirinin sonunda

       “….insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir......”

       der…

tarihin en kahırlı en zorlu en kaygan coğrafyasında
gözümü açtığımdan beri gördüğüm hilalli bayrağı da  sevdim…

içlerine pek girmediğim camilerde
bayram sabahı namazlarında dağılan kalabalığı da,
tarifsiz bir huzurla hatırladım hep…

bayrağımı istismar edenleri hiç sevmedim…
duaları hayatına uyarlamayanları da hiç sevmedim…

ama çok sevdim doğup büyüdüğüm toprakları
daha güzeli görsün diye diye
akıl dolusu eleştirme ve mimlenme pahasına….

biliyorum ki türkiye dünyanın en müreffeh ülkesi değil…
biliyorum ki türkiye dünyanın en hoşgörülü ülkesi değil…
biliyorum ki türkiye dünyanın en entelektüel ülkesi de değil…

ama türkiye benim ülkem…
ama türkiye benim tarihim…

ve biliyorum ki
her ne olursa olsun
her ne yaşarsam yaşayayım
ne kadar ağız dolusu eleştirsem de
ölü halim  de , diri halim de
en çok bu ülkeyi sevdi…
en çok türkiyeyi sevecek…

vakti saati geldiğinde
bir çınarın gölgesinde
sonsuza dek dinlendiğinde
ruhum da bedenim de  murat örem murat örem ;  

iyi ki diyeceğim
iyi ki, bu toprakların çocuğu oldum…

iyi ki bu topraklarda baba oldum, evlat oldum…
iyi ki bu toprakların bayramlarını yaşadım…
ve iyi ki bu topraklarda yaşlanıp yaşayıp öldüm…

( murat örem / 23 eylül 2015 / ankara…)

 -fotoğraf / çok eskilerden bir kurban bayramı sabahı  / susurluk
90’ların başı / baba oğul öremler / taşkın örem / murat örem….-





13 Eylül 2015 Pazar

dünya bir masalın daha sonuna geliyor ; ekmeği iyi pişirenler, kalemi klavyeyi iyi kullananlar, programına emek verenler, hastasına kulak kesilenler, öğrencisinin gözünün bebeğine bakanlar, özüyle sözü çelişmeyenler, evlatlarına iyi baba olanlar , gerçeği anlatan şiirler yazanlar yeniden yeniden en önde olacak…



dünya bir masalın daha sonuna geliyor…

“kendini sev”
“sen çok kıymetlisin..”
“sevgi böceği ol , dertlerini geride bırak…”
“ bedenini kutsa…”
“ruhunu yücelt…”

cümleleriyle zirve yapan rezillik zaman içinde bitecek…
bitmek zorunda…

20. yüzyılın , 21. yüzyılın rezil büyücüleri de
bu birbirinden müptezel replikleri zırvalayanlar…

-işini çok iyi yapan çok çok küçük azınlığı tenzih edersek…-
kerameti kendinden menkul
yaşam koçu mu ararsın
beden dili uzmanı mı ararsın
8 seansta 1000 liraya göbeğini küçültürüz yalancılarını mı ararsın....

bunların hepsi aslında o büyük masalın parçaları…

kendini elbette sev…
ama kendine emek verdiysen sev…

kıymetli olduğunu elbette unutma…
ama karşındakinin de bir kıymeti olduğunu aklından çıkarmadan…

sevgi böceği olacaksan ol…
ama sevgi böceği hallerinin derin bir sevilmeme korkusuyla beslendiğini hatırından çıkarma ve kendi durduğun yeri iyi sorgula…

bedenini ve ruhunu kutsa ve yücelt ama insan denen canlı türünün ne kadar kırılgan ve çelişkilerle dolu olduğu gerçeği bir mıh gibi hep zihninde saplı dursun ki abuk sabuklaşma….

dünya bir masalın daha sonuna geliyor…
hayatta en hakiki mürşit ilimdir diyenler yine haklı çıkacak…

ekmeği iyi pişirenler,
kalemi klavyeyi  iyi kullananlar,
programına emek verenler,
hastasına kulak kesilenler,
öğrencisinin gözünün bebeğine bakanlar,
özüyle sözü çelişmeyenler
evlatlarına iyi baba olanlar
gerçeği anlatan şiirler yazanlar
yeniden yeniden en önde olacak…

dünya bir masalın daha sonuna geliyor…
elbette bir masalın sonuna gelmek ,  bir kurabiyenin ısırıla ısırıla bitivermesi misali bir anda olmayacak…

ama biz göreceğiz bu masalların da bittiğini…
ilim ve fennin her zaman en hakiki mürşit olduğunu…

şu aşağıdaki şiiri
döne döne akıl akıl fikir fikir
on kere yirmi kere otuz kere okuyun…
bu şiiri okurken okurken de
şairlerin şairi cemal süreya’ya
çiçek dolu şapkanızla
kocaman selamlar gönderin…

( murat örem / 13 eylül 2015 / ankara…)
-fotoğraf / arda erhan örem / sinop inceburun / en kuzey / 2015-
                                                       
                                                                *****
Onlar İçin Minibüs Şarkısı / Cemal Süreya

Eşyanın konumunu biçimini rengini almışlardır
Koltuğa oturdular mı koltuğun boyuna eklenir boyları
Pat pat pat diye gülerler bir motosiklet neşesiyle
Ama zariftirler de bir bisiklet kazasında ölmeyi akıl edecek kadar,

Patatesin ağaçtan mı koparıldığını tartışacak kadar naiftirler de,
Hakçası bilmedikleri yoktur, bütün balık adlarını bilirler bir kere,

Lunapark beğenisiyle düzenlenmiştir yatak odaları,
Kadındırlar nişanlıları kendilerine ada falan armağan ederler
Dardırlar da, söz aramızda, çekecek kullanarak işlemde bulunmak  gerekir,

Bayramlarda trafik noktalarına gül lokumu kutuları bırakırlar,
Ulusçudurlar bunun kanıtı olarak viskiyi kâseyle içerler
Ama batılıdırlar da lahmacuna havyar sürecek kadar,

Hekimdirler güneş gözlüğüyle kürtaj yaparlar başarırlar da
Şapkaları güzel bir niyet gibidir, öfkeleri dört mevsim reklamı,
Lirik değillerdir olmayı da istemezler zaten isteseler de olamazlar

Ama hamarattırlar
uyku hapları ve bir sürü zımbırtıyla ölümü magazinleştirecek kadar;
Padişahtırlar ferman çıkarmışlardır:
hareme patlıcan ve hıyar ancak kıyılarak sokulabilir;

Sikke kesmişlerdir badem yaprağından ince kırağı tanesinden yeğni;
Tecimendirler yüzyıllar boyunca karılarına hükümdarların
sataşmasını ağırca bir vergi olarak kabullenmişlerdir.

Düşünürdürler de ölülerin aile albümlerinden
toplumbilim kuralları çıkaracak kadar,
Dalgalı görürler her şeyi çiçek sayrılığını omuriliklerinde geçirmişlerdir;
Efedirler, Nazilli'de Uzunçarşı onlarındır törenlere madalyalarla katılırlar
Ama yük kamyonları Denizli'den geçerken plaka değiştirir
Ve sakıngandırlar sokakta konuşurken sırtlarını duvara verecek kadar;

Düğünlerinin provası yapılır sünnetlerinin de ölümlerinin de
Kefenleri de kundakları gibi özenle hazırlanır ve aynı renktedir:
Kızlar için pembe-beyaz oğlanlar için beyaz-mavi
Dünya müzesinin en renkli portreleridirler
Tarihin sabıka kaydında fotoğrafları
Önden güleç ve edilgin yandan keskin ve firavun;
Dilenciler ve genelev kadınları üstüne sayısız özdeyiş yatar kursaklarında,

İçlerindeki sevgi insanları atlayarak hayvanlara yönelmiştir
Özellikle kedilere ve köpeklere karşı iyice duygusaldırlar iki gözleri iki çeşme,

Öldürmemektir felsefeleri bir karıncayı bile, ama yaşatmayı bilmezler,

Bönlükten korkarlar, gezgin köftecilerden adamakıllı korkarlar
Fotoğrafın arabından ödleri kopar
Öğretmenlerden de korkarlar nedense
Ama elbet yerine göre gözüpektirler de
Sigaralarını yüksek fırından yakacak kadar;
Çincede demagoji olanağı var mıdır?
Arpaçay ne ilçedir?
Atçalı Kel Memet mi Manisalı Kör Bayram mı?
Yarın mı öbürgün mü?
Sorulardan korkarlar;
Yine de yanıtları hazırdır her şeye:
...dığı gibi, ...mekle birlikte, ...na karşın;

Olasılığa tanrı gibi taparlar da olağandan ödleri kopar,
Doğuran atı güzel bulur
Eski Anadolu-Bağdat demiryolu ortaklığının kitaplığında
Ve bir takım belletenlerde adları geçer,
Noterler tutar güncelerini,
Yönetmendirler kurul başkanıdırlar
Japon feneri ya da uçurtma tadı taşıyan senetlerden
Zamanaşımı süresi dolmadan tüyüp gider imzaları,

Kimi sözler onlar için kullanılır: saygın, ünlü, şahane
Kimi sözler onlar için de kullanılır
Kimi sözler onlar için kullanılamaz
Kimi sözlerin kullanılmaması doğrudur
Kimi sözler hiç kullanılamaz

Haşhaşla çalıştırırlar güzellik enstitülerini
İşbilirlik konusunda yücegönüllüdürler Svidrigaylov'luk taslarlar
Gerçekte su katılmadık birer Lujin'dirler
Taşarondurlar,
Yine de
Göçmen kuşların durumu söz konusu olunca
Bir yerlerinden birkaç Ahmet Cemil birden çıkarabilirler;
Dibe çökerler devinim evrelerinde
Durgun dönemlerdeyse kurbağa pislikleri gibi
Yan yana omuz omuza bitişe bitişe
Suyun yüzüne yükselirler
Giderek renkleri koyulaşır
Avukattırlar
Günoğludurlar
Nilüferleri kararta kararta
Kalırlar orda.
                                                                       cemal süreya….