*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

30 Aralık 2013 Pazartesi

2014 ; " başımıza gelen bütün bu şeyler , dünyada olmamaktan daha iyi.."



Yarın 31 Aralık 2013 ve biten yılın son günü.
360 küsur günde güneşin etrafında tam bir tur daha yaptı dünya.

Nazım Hikmet mahpusluk  şiirinin bir yerinde  şunu der ;

“ ben içeri düştüğümden beri
güneşin etrafında on kere döndü dünya
ona sorarsanız: 
´Lafı bile edilemez, mikroskobik bir zaman...´
bana sorarsanız: ´On senesi ömrümün...´

bir kurşun kalemim vardı ben içeri düştüğüm sene
bir haftada yaza yaza tükeniverdi,
ona sorarsanız: ´Bütün bir  hayat...´
bana sorarsanız: ´Adam sende bir hafta...´”   

Adettendir ; her gelen yeni yılda tatil günlerine bakıp haber yapar amatör gazeteciler , bu yıl şu kadar tatil yapacağız diye...    

19.  yüzyılın Alman yazarı Büchner  de şunu demiştir ;
“Hayat zenginler için uzun bir pazar günüdür” ...

Büchner’in cümlesi çok çarpıcı çünkü hepimiz hayatımızın her  döneminde  farklı şeyler yaşayabiliyoruz...

Kimimiz için ekmek parası kömür karasından veya başka koşturmacalardan emek emek çıkarken kimilerimiz için hayat daha kolay olabiliyor dededen atadan babadan  kalma zenginliğin sayesinde...

Kimilerimiz için çocukluğumuzun  en büyük hatırası  emeğiyle kazanan babamızın eve gelirken alabildiği yeni bir çift ayakkabı olurken bir başkamız 18 yaşına girdiği gün kendisine alınan otomobilin rengini sevmediği için ağladığını hatırlıyor....

Hayatın kendisi böyle bir şey çünkü...

Dünya yeni ve çok tehlikeli bir dalganın hatta anaforun  esiri artık...

Reklamlar yazılar televizyonlar hatta kitaplar hep şunu , şu tehlikeli ve yanlış cümleleri fısıldıyor bilinç altımıza;

Senin değerli olman için  yalnızca insan olmaklığın yetmez, senin değerli olabilmen için habire tüketmen habire tüketmen soluksuz biçimde satın alman para harcaman gerekir...

Oysa insan tüketirken değerli değildir.
İnsan üretirken , çalışıp çabalarken değerlidir.
Daha da önemlisi insan düşünürken değerlidir...

Hem de yalnızca kendini değil dününü , bugününü, yarınını ve bütün insanlığı düşünürken en değerlidir insan...

Ne diyordu şair A.Kadir ;

“Başımıza gelen bütün bu şeyler
dünyada olmamaktan daha iyi
hem bizim için hasret falan da neymiş ki
sen orada yıldızlara bakar dalarsın
ben burada cıgaramı yakar dalarım
işte olur biter...”

( murat örem / 30 aralık 2013 / ankara...) 


23 Aralık 2013 Pazartesi

samuel barclay beckett ; "...hiç kimse ilkin kendisine alışık değil..."



“yine  denedin....
yine yenildin.

 olsun,
bir daha dene
bir daha yenil...

daha iyi yenil (!)”

cümlelerini kuran adamdı Samuel Barclay Beckett...

83 yıllık ömür yolculuğu bittiğinde,  tarih 22 Aralık 1989’du...
Bundan 24 yıl önceydi....

1906’da İrlanda Dublin’de doğmuştu Beckett....

İrlanda’nın Oscar Wilde ve Bernard Shaw’la birlikte 
deyim yerindeyse üçübiryerdesinin , 
        daha da  tersinden aykırıadamıydı...

Roman, kısa hikaye,  oyun, makale  yazarı, şair ve eleştirmendi
Samuel Barclay Beckett....

Dramanın , post modern ve deneysel edebiyatın 
daha da önemlisi absürd tiyatronun ustası , şahikasıydı...

Eserlerinin çoğunu Fransızca ya da İngilizce yazmış yine  kendisi çevirmişti...

Sonsuzluğun içindeki sonu  anlatmadan anlatır gibi yapan unutulmaz eseri  Godot'yu Beklerken’i   1940’ların sonunda yazmıştı Samuel  Beckett...

Vladimir ve Ostragon’un yazarıydı...
Godot’un da....
Puzzo’nun da...

Eserlerinde hiçliği , hayatın anlamsızlığını  çizmişti  Beckett...

Samuel Beckett‘in anlattıkları 
insanı ürkütecek kadar sade, yalın, hareketsiz ve zamansızdır....

Nobel Edebiyat ödülünü 1969 yılında alan karamsar,  kötümser , pesimist  bir düşünür / edebiyatçıdır Samuel Beckett...

Kendisine bu yönde eleştiriler getirildiğinde de,
herkes hayatına, yaşadıklarına ve başına gelenlere  baksın  kötümser olup olmadığıma da bundan  sonra karar versin.....
demişti sanki  yazdıklarıyla...

Döneminin bir başka büyük ustası James Joyce’la da farklı zamanlarda bir araya gelen Beckett  30’lu yaşlarının başında absürd biçimde  bıçaklandığında da yardımına ilk koşan Joyce olmuştu...

1940’lı yıllardaki Faşist Alman işgalinde Fransız direnişçilerine katılan Beckett bir çok kez yakalanmanın , öldürülmenin kenarından da döner..

Bir cümlesinde şunları söyler Beckett;

Hiçbir şey mutsuzluktan daha gülünç değildir, kabul ediyorum...
Evet, evet! Dünyadaki en gülünç şeydir o.
Başlangıçta ona güleriz, yürekten güleriz.
Ama hep aynıdır.
Tıpkı sık sık anlatılan güzel bir fıkra gibi.
Hep beğeniriz, ama artık ona gülmeyiz....


" Bir ayağımız mezarda dünyaya getirirler bizi,
güneş bir anda parıldar,
sonra yeniden gecedir" cümlesi de Samuel Beckett’indir...

" Ne kadar uzun düşünürseniz o kadar kısa konuşursunuz"  ifadesi  tam da Samuel Beckett’i anlatır...

Ferit Edgü,  2006’da , Samuel Beckett’in doğumunun yüzüncü yıldönümünde  yayınlanan Varlığın ve Hiçliğin Yazarı başlıklı yazısının farklı bölümlerinde şunları söylemiştir

Beckett geniş okur kitleleri için her zaman Godot'nun yaratıcısı olarak kaldı. (..) Beckett'in tüm kişileri birer yabancıdır.
Romanlarının, öykülerinin, oyunlarının tüm kişileri yaşamın eksik, tutunamayan kişileridir. (..)
'Umuda (hiçbir) borcu olmayanlardandı' Beckett. (..)”   
Açıkçası, ne umut, ne umutsuzluk, ne varlık ne de yokluk vardır.
Yalnızca yaşam vardır.

Yalnızca yaşamın olduğu dünyayı, olduğu gibi anlatan Beckett’i yedigünyazıları’nda  hatırlayıp hatırlatarak....!

( murat örem / 23 aralık 2013 / ankara...)
         - başlıktaki alıntı / şiir özdemir asaf / ilhan irem / gece yolculuğu 







fotoğraf bu....iyi bakın...iyi bakalım....



Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı,   2012 yılı içinde ,  denek / örneklem sayısının   fazla fazla  olduğu bir  araştırmayı paylaştı kamuoyuyla...

Araştırmalar, anketler teknik konulardır ve konunun uzmanlarına bırakılmalıdır  ama  şunu bilmekte fayda var ;

“örneklemi doğru seçerseniz denek sayısının fazlalığı araştırma verilerini olumsuz etkilemek bir yana sonuca ulaşmayı daha da pekiştirir...”

  12bin / 12.ooo   aile üzerinde yapılan araştırmanın adı
                      ”Türkiye’de Aile Yapısı’ ydı...

Aradan geçen aylarda veriler az ya da çok oynamıştır ama genel tabloyu değiştirecek düzeyde değildir...

Elimizde bu kadar kapsamlı denek sayısıyla  yapılan yeni bir araştırma olmadığına göre  o verileri paylaşalım sizinle...

Araştırmaya göre,  ülkedeki evlerin üçte birine internet girmişti ve erkeklerin internete yakınlığı kadınlardan çok daha fazlaydı...

Aile üyelerinin birlikte yaptıkları işlerin ilk sırasında  
yüzde 60’la televizyon izlemek geliyordu...

100 ailenin 80’i  birlikte hiç tiyatro ve sinemaya gitmemişti...
Bir başka deyişle,  5 ailenin 4’üydü sinema tiyatroya gitmeyenler...

Birlikte tatile çıkmayanların oranı da yüzde 64’tü...
Yani , her üç aileden ikisiydi  tatile gitmeyen ya da gidemeyen...

Kişilere televizyonla ilgili sorular yöneltildiğinde
televizyon izleme oranı yüzde 92 çıkmıştı...

Televizyon izleme oranı yüzde 92’ydi ama
 ankete katılanların yüzde  44’ü  hiç kitap okumadığını söylemişti...

Ara sıra okuyanlar da yüzde 43’tü...
Aslında bu ara sıra kitap okuma da ucu açık bir kavramdı...
Ayda bir mi haftada bir miydi ara sıra okumadan kasıt acaba ?
Yoksa üç beş yılda bir miydi ?

Düzenli olarak kitap okuduğunu belirtenler yüzde 13 olmuştu....
Sinema ve tiyatroya hiç  gitmeyenler de
toplumun yüzde 75’i,  yani dörtte üçüydü...

Araştırmada hiç spor yapmıyorum diyenler yüzde 65’i buluyordu...
Toplumun üçte ikisi hiç ama hiç spor yapmıyordu...

Türkiye’nin, erkek egemen toplum olduğu yönündeki efsane ev hayatı için pek geçerli değildi...(!!!)

Evin düzeni, çocuklarla ilgili konular, komşularla ve akrabalarla ilişkiler ve  alışveriş kararlarında kadınların rolü erkeklerden çok daha baskındı...

Bu sonuç erkeklerin ellerindeki gücü kadınlarla paylaşmaları hatta onlara devretme  anlamına mı geliyordu yoksa sorumluluklarını üzerlerinden atmanın kolay yolu muydu acaba.... 

Aileler , ekonomik şartlar uygunsa 3 çocuk istiyorlardı....

Anne babalarla çocuklar arasında ortaya çıkan gerginlik konuları da hepimizin tahmin edeceği başlıklar çıkmıştı ;
İnternet kullanımı, bilgisayar oyunları, cep telefonu bağımlılığı ve derslerdeki verimsizlik...


Araştırmaya göre

birinci evliliklerin yüzde 5’i,
ikinci evliliklerin yüzde 12’si 
üçüncü evliliklerin yüzde 29’u ,
dördüncü evliliklerin yüzde 56’sı
boşanmayla sonuçlanıyordu....

Temel boşanma sebepleri arasında sanılanın aksine ilk sırayı ekonomik sorunlar, sadakatsizlik, cinsel uyumsuzluk başlıkları değil
”sorumsuz ve ilgisiz davranma” almıştı...

Türkiye’de kadın ve erkeklerde ilk evlenme yaşı da gittikçe ileriye atılıyordu...

“Görücü usulü evlenme”  önemini çok da kaybetmemişti 2012’nin Türkiyesi’nde...

Araştırmanın öne çıkan sonuçlarından biri de kişilerin mutluluk algısıyla ilgiliydi...

Katılımcıların yaklaşık 
          yüzde 60‘ı kendini mutlu, 
          yüzde 16’sı çok mutlu  hissediyordu....
yüzde 20 ne mutluyum ne de mutsuz derken,
yüzde üçe yakın kesim mutsuz,
 yüzde yarım da
çok mutsuz olduğunu söylemişti...

Mutlulukla ilgili bir başka çarpıcı sonuca göre de
kırdakiler kenttekilere,
erkekler  kadınlara,
geliri ve mesleki durumu iyi olanlar
 alttakilere  göre
kendilerini daha mutlu hissediyorlardı...

Fotoğraf bu....

Türkiye’nin gazeteleri de , televizyonları da, radyoları da , internet medyası da, yöneticileri de, siyasetçileri de bu fotoğrafa iyi bakmak zorunda...

Tabi , Türkiyenin kendisi de bu fotoğrafa iyi bakmak zorunda...

(murat örem / 23 aralık 2013 / ankara...)
- fotoğraf / soldaki övünç örem / sağdaki umur örsan örem/ susurluk / 1995-

20 Aralık 2013 Cuma

memet fuat bengü ; gölgede kalan işçi arı....



         Hayatın her alanında olduğu gibi Türk edebiyatında da görünmeyen kahramanlar vardır...

Bu isimler göz önünde olmak yerine emek emek çalışmalar yapmayı yeğlemiştir...

Mesela Asım Bezirci öyledir, Vedat Günyol, Fethi Naci de...

19 Aralık 2002’deki ölümünün 11.  yılında anacağımız Memet Fuat  da öyledir...

Tam adıyla Memet Fuat Bengü, eleştirmen, yazar, eğitimci ve voleybol konusunda otoriteydi  ama hepsinden önce,   edebiyat tarihi araştırmacısı ve  derleyicisiydi...

1960’lı yıllarda De Yayınevi’ni de kuran Memet Fuat Yeni Dergi isimli edebiyat dergisini de çıkarmıştı....

Memet Fuat Türk Şiir Antolojisini derleyen isimlerden oldu...
Nazım Hikmet’in üvey oğlu olan Memet Fuat onun  hayatı ve eserleriyle ilgili arşivlik bir çok dokümanı da yayın dünyasına kazandırdı..

Memet Fuat, döneminin bir çok isminde görülen haslete sahipti... Karamsarlığa kapılmamak ve hayata tutunmanın farklı yollarını aramaktı bu haslet...

Adını İstanbul Altunizade mahallesinden alan Altınyurt Külübü Voleybol takımında uzun yıllar boyunca genç oyunların yetişmesine de çaba harcadı Memet Fuat...
Bu ortamda yetişen oğlu Kenan Bengü de uzun yıllar boyunca voleybolcu oldu...

Yazko Edebiyat Dergisi’ni yöneten Memet Fuat, Adam Yayınları ve Adam Sanat Dergisi’ne de  çok emek verdi. Bir çok ismin eserlerinin yeniden basılmasını sağladı.

Son yıllarında ölümüne dek solunum yetmezliğiyle mücadele eden Memet Fuat bu dönemde de yazmaya, çalışmaya, emek harcamaya ve sporla da seyirci olarak yakından ilgilenmeye devam etti...

Hayatını “Gölgede Kalan Yıllar” kitabında anlattı.

1999 yılında bir kez daha  girdiği yoğun bakımdan sonra  tutmaya başladığı günlüğü ölümünden sonra  "Ölünceye Kadar"  adıyla iki cilt olarak yayımlandı Memet Fuat’ın...

Bu günlüğü okuyanlar bambaşka duygular içinde kaldılar Memet Fuat’ın çabalarını ve yaşadıklarını öğrendikçe..

Tarih  bundan 11 yıl önce 19 Aralık 2002 olduğunda akciğer yetmezliğinden hayatını kaybeden Memet Fuat 76 yaşındaydı....

Yunus Emre ,     Şinasi ,   Pir Sultan ,   Karacaoğlan ,   Ahmet Haşim ,   Tevfik Fikret,   Namık Kemal,  Köroğlu,    Dadaloğlu hakkında da çok emek verilmiş çalışmalar yapan Memet Fuat 1963-1972 yılları arasında Türk Edebiyatı yıllıkları da çıkarmıştı...

Bu çalışmaların dışında bir çok çeviri kitabı bulunan Memet Fuat, Türk Şiirinin usta isimlerinin şiirlerinden derlediği çalışmaları da paylaştı okurlarla....

Yeri geldikçe dönüp dönüp aynı şeyi yazıyoruz bu blogda…
Okumayla arası hala  hiç de hoş olmayan bir toplumda Memet Fuat’ın ömrü boyunca ilk elden emek verip yazdığı ve derlediği  kitaplarla  hacimli bir kütüphane oluşturmak mümkündür bugün bile...

Eh bu hayat böyle işte...
Herkesin hayattan anladığı farklı şeyler çünkü ...
        
         ( murat örem / 20 aralık 2013 / ankara…)

         -müzik / onur akın / ey hayat…-