*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

15 Mayıs 2019 Çarşamba

inebey'in mazotlu sınıflarından beri kardeşim cengiz CİHAN...ölülerimi toprağa bırakırken hep yanımdaydı serdal KIRGÖZ...bu yazı DOSTLUKLARI içindir ....

                                    sol başta:)) murat örem & sağ başta:)) cengiz cihan 
                                            1980 mayıs ///  susurluk ortaokulu 1/A


otomobilin içinde aheste aheste gidiyoruz nurdilek hatunla...25 yıldır direksiyon sallıyorum büyük şehirde...kusacağım artık....günlerden cumartesi....kurtlanmış yine murat örem:)) ille de müzeye gidilecek...


trafikte ilerlerken, "anneler günü için annemize internetten çiçek gönderdin değil mi ?diye soruyor  nur...kızılay'dan sıhhiye'ye  ilerlerken "yooo....göndermedim..." diyorum...


"hemen gönderelim, internet üzerinden o zaman"  diyor nur..."yahu, 50 yıllık anam bana gönül koyacak değil, bir dahaki sefere göndeririz, delibaş da :))  olsam elimden geldiğince  evlatlık yapmaya çalıştım ana babama" diyorum ben de...


"oldu mu şimdi,  niye ihmal ettin ilk anneler günümüzü"  diye 
gerilimi:)) artırıyor nur...2 yıldır yan yanayız ve cümlelerimizin nereye gideceğini bilecek kadar tanıyoruz birbirimizi....ben zaman zaman "yahu nur, senin geri vitesin yok...bazen yol hakkı tümüyle senin olsa bile,  karşıdan gelene yol vermek için elin geri vitese gider...gitmeli..." diyorum ona...


bu olayda da "nur, bundan sonra taleplerini net olarak ilet bana,  benim "zihin kartım" net olmayan talepleri gündeme almıyor" diye cevaplıyorum hınzır zekamla...dünya görmüş koskoca emekli maliye müdürü yutar mı böyle tavırları:)) yutmuyor...al sana bir gerilim....yahu, bir sus artık gari:))  derken buluyorum kendimi....


nur'a hiç çaktırmıyorum ama...
içimi de yiyor yaptığım gamsızlık.... 
çözmem lazım bu durumu....
müzeler geziliyor...eve geliniyor...yenilip içiliyor...
gece oluyor...ben dijital okyanusumda yüzüyorum...
ama aklım hep meselenin çözümünde...


birden bin yıllık kardeşim, ilkokul arkadaşım sevgili cengiz cihan:))) geliyor aklıma...iki satır yazıp yolluyorum  uyudun mu ? diye...cevap geliyor bir süre sonra uyumadım diye...çevirip telefonu, anlatıyorum meramımı...hallolmuş bil...sorun yok, rahat ol...diyor sevgili cengiz...takılıyorum ona; "yeni yetmelerin cümleleri misali "sıkıntı yok..." dersin diye çok korkmuştum diyerek....


ertesi gün oluyor...sevgili cengiz, elinde güzelim çiçeğiyle, üzerinde nur ve benim adıma yazılmış anneler günü i notuyla çalıyor kapısını annemin...


annemle konuşuyoruz telefonda....herkes mutlu...birazdan babana gideceğim kabristana diyor annem bana...git bakalım taşkın hocama, bir gün hepimiz, dönmemek üzere gideceğiz zaten diyorum içimden...


telefonu kapattığımda nur'a dönüp, "dün bütün gün bik bik bik ettiğine:))) değdi mi...bak yalnızca kardeşlik hatrımızla çözdük meseleyi" diyorum...vallahi bunu da çözdün diyor nur...



içimde garip bir duyguyla karışık, tatlı da bir  gurur var....35 yıl önce çıktığım susurluk'tan, hala  telefonu kaldırdığımda, ulaştığım yaşıtlarımın ve çok kişinin, bir fakir ricam üzerine canı gönülden yaptıkları geliyor aklıma...sevgili adnan yapıcı'nın...kardeşim süleyman türker'in yaptıkları güzellikler de aklımda...




sevgili cengiz cihan kardeşimin yaşattığı mutluluk ve gurur duygusu üzerimden gitmemişken,  sesini duymak için bir gün sonra aradığımda annemi;  sesi bulutlu geliyor...ne oldu ki...derken ben, ağlamaklı sesiyle anlatıyor annem "oğlum, dün kabristana gittim ya...babanın mezarı bakımlı...eniştenin mezarında toprak çökmüş...harabe gibi...üzerinde tek dal çiçek yoktu...çok hüzünlendim, ağladım.." diyor...şimdi sana bu durumu anlatırken bile yine gözlerim doluyor....diyor annem bana...


"anacım, konuyu tane tane bir daha anlat, çözeriz herhalde..."  diyorum ben de...anlıyorum hadiseyi, bir daha dinleyince...sen üzülme deyip kapatıyorum telefonu...hemen rehbere giriyorum...eniştem, babam ve teyzem dahil, her cenazede kardeşim gibi yanımda duran, üç ismi de benimle birlikte elleriyle toprağa bırakan  sevgili serdal kırgöz kardeşimin  numarasını arıyorum...kayıtlı çünkü...ama allah selamet versin:))  telefonu değiştirirken numaraları yarım yamalak aktaran oğlum arda erhan örem'in gamsızlığıyla:))) giden numaralardan biri de serdal kardeşimin...


bakıyorum,  messenger'de aktif serdal...numaran neydi derken daha, çat diye yazıyor serdal numarasını....hemen arayıp anlatıyorum meramımı kardeşime...murat abim, ben izinliyim, ama yarın gidip her şeyi gül gibi yapacağım diyor serdal bana...kardeşim, izin vaktinde yapma, bir de toprak satın almak için nereye ne kadar ulaştırayım, ben mahçup olurum dememe kalmadan, abim sen ne dediğinin farkında mısın, konu kapanmıştır  (!) diye tatlı tatlı,  sert çıkıyor serdal bana....kapatıp telefonu,  anneme veriyorum haberi....


ve aradan 24 saat geçmeden; dün öğle vakti takır takır düşüyor fotoğraflar telefona...serdal kırgöz kardeşim tam da dediği gibi gül bahçesine çevirmiş mezarları görüyorum ki....

VAROLSUN , 
KARDEŞLERİM....


anneme iletiyorum hemen fotoğrafları...
bu güzellikler için esasında ben hiç bir şey yapmadım...biliyorum...
ben, bir şey yapması gereken güzel insanların, iyi insanların yardımını istedim ve onlar da beni kırmadılar...


şunu da gururla hep bildim ömrümce; 
ben tepeden tırnağa kendini inşa etmeye çalışan murat örem oldum...

ama bir yanım da ölene dek; 
Taşkın Örem'in & Müjgan Örem'in evladı olacak...

çünkü bu iki insanın evladı olmak bile,
ne gülümseyen insanlar ne kapılar açtı bana 50 yıldır....



bir taraftan da; "ulan diyorum; insanlar iyi yahu murat örem...eh sen de kötü bir adam değilmişsin ki, kırmıyor seni dostların...."


gözlerim doluyor....
gözlerim nasıl doluyor...
kapatıyorum kurumdaki odamın kapısını...
ipil ipil akarken yaşlar gözümden...
açıyorum kulaklığın sesini, 
üniversiteden de arkadaşım olan onur akın, 
söylüyor da söylüyor....

" sen ne sevdalardan çıkıp da gelmedin mi
her aşk bir ihtilal sen bunu bilmedin mi
yağmur çiçeği bu, önceden sezmedin mi...
bak nasıl da  duruldun kalbim....
bir düşün ey kalbim çektiğin acıları
geçmiş olsun kalbim, incinmişsin çok..."  


şarkıyı dinlerken içimden de; 
"ulan murat örem, sen ki bu dünyanın bin türlü alengirli ve ışıltılı taklasını yaşadın, yanındakilere de yaşattın:))) bütün güzellerin ve bütün güzelliklerin, bütün akıllı serseriliklerin kıyılarında parendeler attın...dağ gibi yakışıklı ve zeki;  iki erkek evlat yetiştirdin, bin hayat yaşadın ama sen de artık yaşlanıyorsun, gözlerinde durmaz oluyor yaşlar...." dedim durdum....dedim durdum....


bu yazıda ismini zikrettiğim güzel insanları kah 40 yıl önceden tanıdım...kah 5 yıl önceden...orada burada paylaştıklarına bakarsak, hayatlarına bakarsak, belki hepsinin siyasal duruşu görüşü bambaşka...


hiç umrumda değil biliyor musunuz...
hiç umrumda değil...
böyle meseleler hiç umrumda değil....
sizin de olmasın...



ölümün olduğu bir dünyada, hayatı ölümün anlamlı kıldığı bir kainatta, ben bu isimlerin her birine kardeşim diyorum ve her birine kefilim...

cengiz cihan'a da 
adnan yapıcı'ya da
süleyman türker'e de 
serdal kırgöz'e de 

kefilim...

bu yazıyı, 
kardeşlerime 
büyük bir vefa ve   duygusuyla yazdım...

ruhum kalbim gönlüm 
50 küsur yaşın duygusallığıyla 
bin bir kılığa gire gire yazdım....

ol hikayat, bundan ibarettir....

ne diyor aşağıdaki muhteşem ezgide dadaloğlu; 
"yüce dağlar aşan yollar bizimdir..." 


evet, bu dostluklar, bu kardeşlikler
bu ölüler ve bu diriler de bizimdir....

                            biz Türkiyeyiz...
             biz hem Susurluk hem Türkiyeyiz....

    
        ( murat örem /// 15 mayıs 2019 / ankara ) 


                      haramiler & dadaloğlu & aydost