Ne demiş Anadolu insanı binlerce
yılın tecrübesi ve güngörmüşlüğüyle ;
“
Kork abrulun 5’inden, öküzü ayırır
eşinden…”
Okuma yazma ve
muhakeme tembelleri için açıklamasını da yapalım kısaca ;
Abrul kelimesi
avrul , avril olarak da kullanılır bazı yörelerde...
İngilizce’deki
April’in metamorfoza uğramış halidir Abrul, Avrul hatta Avril…
Eh,
İngilizce’deki April de Nisan ayını tanımlar…
Söze geri
dönersek ; Abrulun beşi olarak tabir edilen takvim Nisan ayının 5’idir…
Yani Nisan
ayının 5’ine kadar zemheri / kış soğukları yaşanabilir demektir “
Kork abrulun beşinden, öküzü ayırır
eşinden…” cümlesi…
Fakatttt ;
içinizden bazıları Nisan ayının 5’i mi kaldı , ayın sonuna geliyoruz, bu sözün zamanı
geçti diyor elbette bilgiç bilgiç hatta ukala ukala…
Eh, o zaman
biz de yapalım taze bir ukalalık ; burada kastedilen Nisan’ın 5’i eski takvimle
tabir edilen zaman dilimidir…
Ve eski
takvimi bugüne uyarlarsak 13 gün daha eklememiz gerekir….(!)
Nisan’ın 5’ine
13 gün daha eklersek 18’ini buluruz…
Okul
yıllarından hatırlayanlar çıkacaktır 31
Mart Ayaklanmasını ders konusu olarak..
İşte o 31 Mart
ayaklanması da aslında 31 Mart’ta değil Nisan ayının 13’ünde olmuştur…
Bu gerçeği ve
ayrımı ders anlatan hocaların bile hala büyük çoğunluğu bilmez…
Sonra oturup
herkes konuşur bik bik diye eğitim sistemi hakkında…
İşte eğitim
sistemimizin en büyük trajedisi hala neden sonuç arasında bağ kurmaması hatta
bu bağı kurduracak merak duygusunu yaratmamasıdır…
Eskilerin
hesabına göre ; Abrul’un 5’i geçeli daha 3 gün olduğuna göre hala soğuk günleri
beklemek gerekir…
Ama şu da var
ki artık önümüz bahar…
Hakiki bahar….
Avrul’un 5’ini
aratmayan bir soğuk Pazar gününde Ankara Devlet Tiyatrosunun yolunu tutarsanız siz de “Ben Ödüyorum” oyununu
izlemek için ayakları daha yere basan bir oyun izlemek sizin de hakkınızdır
elbette…
Hakkını
yemeyelim ; Ankara Devlet Tiyatrosu da , diğer bölgelerin tiyatroları da bu
sezon içinde de yine çok emek verilmiş çalışmalarla da çıktılar biz
seyircilerin karşısına…
Bu sezon da
40’ın üzerinde oyun izlemiş biri olarak izin verin de üç beş kelam etme
hakkımız olsun oyunlar, oyuncular ve Devlet Tiyatroları hakkında…
Ben bu oyunu
da izlerken oyuncuların ustalığına hem sevgiyle hem de biraz da onlar adına
acıma duygusuyla baktım…Bence böylesi iyi oyuncular çok daha iyi yazılmış ve
bizden oyunlarla çıkmalı seyirci karşısına….
Ben Ödüyorum ,
meramını çok dolambaçlı anlata(maya)n
bir oyun…
Hayatın
içinden olmayan bir oyun…
İzlerken ,
insana dair sorular sordurmayan bir oyun…
Yine
söylemeliyim ki , oyuncular bu tekste rağmen
olabileceğinin en iyisi …
Ama neden
Devlet tiyatrolarında bir Sabahattin Kudret Aksal oyunu yok…
Neden bir
Memed Baydur oyunu yok…
Neden Ülker
Köksal , Adalet Ağaoğlu oyunu yok….
Neden
Mikadonun Çöpleri diye muhteşem bir Melih Cevdet Anday oyunu yok…
Şu hayatta
hepimiz bir şeylerin bedelini ödüyoruz…
Kimimiz üç
kuruşluk yemek hesabını öderken bile titretirken elini ve binbir muhasebe
yaparken, kimimiz de kocaman bir ömrün
hesabını ödüyoruz ben gene ödüyorum diye diye….
Kimimiz için
bir faturanın bedelini ödemek hala statünün veya terbiyenin simgesi…
Kimimiz için
ayrılıkların habercisi , umulmadık gerginlik anlarında kredi kartlarına giden
el…
Oysa para
hepimize lazım…
Az olana da
çok olana da lazım…
Sorun kimin
neye hükmettiğinde ;
siz mi
paranıza hükmediyorsunuz paranız mı size…
Ben Ödüyorum
isimli oyunda bu tür derin sorular da cevaplar da yok…
Oysa, başının
üzerinde bu kadar alaca kuş , alıcı kuş dolaşırken devlet tiyatroları insana
dair soruları ve cevapları çok daha net veren oyunlarla çıkmalı seyircinin
karşısına hayata teğet geçen metinlerle tekstlerle değil…
Nazım
Hikmet’ti değil mi “ tavşan korktuğu
için kaçmaz / kaçtığı için korkar “ diyerek evrensel gerçeğe vurgu yapan…
Bizden
hatırlatması ?
(
murat örem / 21 nisan 2013 / ankara….)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder