Bu yıl biraz sert ve
soğuk geçse de bilenler bilir; Ankara’nın bir nisan ayları anlatılmaz güzeldir bir de herkesin uzun tatillerden sonra
özlemle evine Ankara’sına dönüp aylaklık ettiği
Eylüllü zamanları..
Gerçi eski Ankaralılara
sorarsanız, “ nisan ve mayısı dupduru bir genç
kıza benzeten meşhur kırkikindi
yağmurları da, eylülün gülen yüzü de çok şeyle birlikte Ankara’dan da gideli
çok oldu ” diyebilirler size...
Eylül güzeldir çünkü
telaşlı dünya gailesiyle dolu asık yüzlü Ekim’e vardır daha...
Günler de ileri geri saat
oyunuyla küt diye kısaltılmamış gönüller kararmamıştır...
Şimdi size yine Nisanlı
ama hüzünlü zamanından söz edelim Ankara’nın, Türkiye’nin...
Yıllardan 1993...
Günlerden 17 Nisan...
Cumartesi...
Aradan geçerek bizi bugüne
, 2013’e getiren 20 koca yıl...
Bir başka hesapla, neredeyse, göz açıp kapayıncaya kadar geçen 7
bin küsur gün..
Yıllardan 1993...
Günlerden 17 Nisan ...
Cumartesi...
Memur kenti diye habire
istiskal edilen Ankara’da mahmur ve mahur bir bahar sabahı vakti...
Dallarda çoktan açan
çiçekler, patlayan tomurcuklar.
Cam kenarlarındaki
evcilleşmiş güvercinler...
Cumartesi günlerinin o
kendine özgü telaşı ve aylaklığı.
Kızılay’da, Ulus’ta,
Esat’ta, Bahçeli’de , Yüksel Caddesinde içilen bir bardak çayın ve tütünün
tadı....
Yıllardan 1993...
Günlerden 17 Nisan....
Cumartesi...
Öğleye dönen gün...
Yerini küt diye bastıran kırkikindi
yağmuruna bırakan bahar güneşi...
20 yıl geçse de hala
Ankara’nın en güzellerinden olmaya devam eden Konur Sokak’ta öğle vakti oturan
gepgenç adam ve daha genç olan kız...
Biten iş sohbeti, ödenen
hesap...
Herkes kendi yolunda yürürken, daha kimselerin haberi olmasa bile
gökyüzünden boşalan ilk damlalar...
Çok ama çok seveni ve hiç
ama hiç sevmeyeniyle tüm Türkiye’ye yeni bir kimlik veren liderin bütün taşları yerinden oynatacak acı
haberin öznesi olması...
Onun ve Türkiye’nin küt diye başına gelenler...
Getirilenler....(!)
Ve unutulmaz mottosu olan
; “Büyük
bir hata yapmazsak 21. yüzyıl bizim asrımız olacak...Herkes hazırlığını ona
göre yapsın” cümlesinin taaaaa 25 yıl öncesinden bugünleri gören ufku....
anlamak , inanmak
isteyenlere......
Yıllardan 1993...
Aylardan Nisan...
Günlerden 17...
Cumartesi öğlesinin hemen sonrası....
Televizyonlardan geçen ve
herkesi tam anlamıyla şoke eden altyazı sağanağı ;
Cumhurbaşkanı....
Turgut...
Çankaya...
Ambulans...
Gata...
Acil Servis..
Hacettepe....
Nabız...
Özal..
Tansiyon... kelimeleri....
veeeee yalnızca bir iki saat sonunda
KAYBETTİK...
BAŞIMIZ SAĞOLSUN ....
kelimelerinin buz gibi yüzü...
Kapkara kararan bir 17 Nisan..
Dona kesen tomurcuklar...
Şaşkın bir ülke...
Yaşarken, seveni ve
kıyasıya eleştirenleri dahil, neredeyse
herkesten aynı anda çıkan ‘tüh
be tüh be, vah be vah be, Allah rahmet eylesin” sesleri...
Onlarca yıl içinde çok
ayaz yese de, bütün olan bitene rağmen vakarını kaybetmeden yaşamayı bilmiş bir büyük milletin yeniden yas zamanları...
Kral öldü yaşasın yeni kral denilen günler....
Kulisler, pokerface’le
dağıtılan kartlar...
Dünyanın bitmeyen işleri
!!!
Yıllardan 1993...
Günlerden 17 Nisan, Cumartesi...
Erzurum’da,
Diyarbakır’da,
Edirne’de ,
Muğla‘da,
Balıkesir’de ,
Trabzon’da ,
Malatya’da,
İstanbul’da
Bolu’da......
ve daha onlarca şehirde
hem de güzel bir bahar gününde birden bulutların arkasına saklanan güneş...
Hayatında hiç ona oy
vermese de, yaşarken bir çok kararına muhalefet etse de güzelim bir annenin müjganına değen yaşlar ve hıçkırıklı
sesle yirmili yaşların başındaki evladına
telefonda söyledikleri;
“ Çok üzüldüm...çok üzüldüm...çok üzüldüm...
Babam ölmüş gibi çok
üzüldüm...
Babamı yeniden
kaybetmiş gibi üzüldüm ”
Bugün.....
Aradan geçen tam 20
yıl...
Özal’ın ölümü de dahil özellikle 1993 yılında düğümlenen ve birer
birer çözülmesini umduğumuz karanlık kapkaranlık ilmekler...
Türkiyenin demokrasi
yolculuğunda bir büyük kırılmanın daha
su üstünde görünen yüzünden derinlere inme çabaları....
Bugün...
Artık orta yaşın kapısından
içeri giren saçları epeyi aklaşmış ve seyrekleşmiş adama , 17 Nisan 1993’ü
unutmayan genç ve toy aynı adamın hatırlayıp
yazdırdıkları...
Hayatı siyah beyaz olarak
gören zihinlerin Andre Gide’in “ gerçeğin rengi gridir...” sözünü
ne kadar anlamak istediklerini merak eden orta yaşlı adamın bu yazıya gelecek
tepkilere dair derin merakı....
Bizim de size
aktardıklarımız...
Paylaştıklarımız.....
Öyle işte...
(
murat örem / 2012-2013 / ankara....)
Süzme çeşmin gelmesün müjgân müjgân üstüne
YanıtlaSilUrma zahm-i sineme peykâh peykân üstüne ...
müjgan'lı telmihiniz , Rasih'in yukarıdaki dizelerini yazdırıverdi bilsem nedendir ?
Hitam : Niyet hayr , akıbet hayr ...