Önce şu aşağıdaki ‘Aile’ başlıklı şiiri okuyun...
Sonra
bir daha okuyun...
Sonra biraz durun yazının geri kalanı için...
Hele bir de gecenin hükümranlığı varsa dışarda...
Çünkü önünüzde uzun bir yazı var... (!)
Hemen söylenmeyin “bu
kadar uzun yazı mı olur?” diye...
Biz
yazıp anlatırken, ‘mıgırdanmak’ aklımıza gelmiyor da ;
size ne oluyor ?
Bu arada, uzun yazı okumaya hazırlanırken
tiryakiler bir cigara
yaksın usulca...
Pencerenin
kenarına gitsin...
Nisan
gecesinin ve dumanın tadını çıkarmak için...
Güzeldir gece cigaraları...
Yalnız da güzeldir...
Eşlik edenle de
güzeldir...
Her zaman güzeldir
gece cigaraları...
Yazı kaçmıyor...
Bir
seferde tüm yazıyı oku(ya)mayanlardan
para da almıyoruz...
Şimdilik....(!)
Gözü
ağrıyanlar, kaşı oynayanlar yazıyı okumayı burada bıraksın...
Alınıp
kızmayacağız...Söylenmeyeceğiz de...
Televizyon
veya içi boş internet siteleri işveli ama taş kafalı kadınlar misali size göz kırpıyorsa bırakın bu yazıyı...
Gidin
onlara....
Kalanlar
sözüm size ;
Evet
başlıyoruz vira bismillah....
.........
‘ Sabahattin Kudret Aksal....’
“
Saatin on biri çalmasından sonraydı
Gördüm ev halkının dağıldığını birer birer
Bilmem soyunmaya mı gittiler
Bir zaman sonra hepsi uykudaydı
Baba yaşamadaydı geçmiş zamanı
Bir pencere açık dururdu düşüncesinde
Bir kadın eşsiz elbiselerinin içinde
Ne uzun zaman sevmişti onu
Çocukların derdindeydi anne
Biricik umudu çocuklarının
Çekirdeği değil mi onlar dünyanın
Dalmıştı bir derin uykuya öylesine
Yaşanacak bir anın sevincinde genç kız
Balkondan uzanır gibi sarktı yatağından
Gülümsedi durdu karanlık dünyasından
Başına gelecek cümle aşktan habersiz
Evin erkek oğluna gelince
Bir çemberin peşinde buldum onu
Gelmez zannederek bu koşmanın sonu
Yaşadı bu oyunu kaderince
Hepsi iyiydi, iyi ve rahat
Bir aileydiler koynunda gecenin
Kalplerinde asılı duran bir bilmecenin
Anahtarını almış götürüyordu bir at....”
Bu şiir insanlık
hallerinin her birini sorgulayan eserler
vermiş çok değerli bir edebiyatçı ve düşünürün...
Çoğunuz başlıktaki isimle
de bu şiirle de hiç karşılaşmamışsınızdır. Çoğunuz ne acıdır ki Sabahattin
Kudret Aksal’ın ismini hayal meyal duymuştur...
Zaten yaşadığı dönemde de
gölgede durmayı yeğlemiş , sonrasında
da hak ettiği ilgiyi pek görememiş şair, oyun yazarı ve edebiyatçı Sabahattin
Kudret Aksal’ın yaşarken de öngördüğü hatta büyük ihtimalle tercih ettiği bir
durumdur bu....
Sabahattin Kudret Aksal’ı bilenler “ 1
” kişiyse ,
bilmeyenler ‘ 1000 ’ kişidir....
Sabahattin Kudret Aksal, 1920
yılında İstanbul’da dünyaya gelir.. Işık
Lisesi’nden mezun olunca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolur. Bu
okula bir yıl devam eder ve hukuk eğitiminin kendisine göre olmadığına
karar verir...Ertesi yıl yine İstanbul Üniversitesinde öğrencidir ancak bu kez edebiyat
fakültesi felsefe bölümünde....
Sabahattin Kudret üniversiteyi
bitirdiğinde, şiirleri ve öyküleri dergilerde yer alan genç bir şair ve yazardır... Şarkılı Kahve kitabındaki ilk
şiirlerinde, dönemin bütün şairleri gibi Orhan Veli’nin ve Garip şiirinin etkisi görülür. Sabahattin Kudret Aksal, özellikle
Cahit Sıtkı ve Fazıl Hüsnü şiirinin çizgisinden de beslenir bir dönem...
Şiirlerinin içeriğinde Orhan Veli’yi bile kıskandıracak derecede sokaktaki adam’a, avareliğe, günlük hayatın ayrıntılarına yaslanır Sabahattin Kudret Aksal ...
Bilenler bilir Türk
Edebiyatında eleştiri geleneği günahı / sevabıyla Nurullah Ataç tarafından
başlatılmıştır...Haldun Taner Nurullah Ataç’ı eski evlerde her sülalede bulunan huysuz ama
kendisinden çok şey öğrenilen amcalara benzetmiştir...
Nurullah Ataç Sabahattin
Kudret Aksal şiiri üzerine şunları söylemiştir ; "Öteki şairlerimiz, Orhan Veli ve Oktay Rifat bile şiire Sabahattin
Kudret Aksal gibi güvenemediler, hepsi de şiir dışında bir şey, bir dava, bir
kavga aradılar. Kavgalı şiirin, davalı şiirin belki en güzelini yazdılar, iri
lakırdılarla, söylev diliyle sermediler ortaya davalarını, en ince şiir diliyle
söylediler. O başka...Sabahattin Kudret
Aksal'ın şiirleri ise öyle değil, tek öğeli...Şiir yalnız...
Sabahattin Kudret
Aksal‘ın ‘büyük’ şiirlerinden biri de Okul
Dışı isimli olanıdır...Dünyaya ve yaşamaya dair güzellikleri küçümseyenlere
anlamlı göndermelerde bulunan Okul Dışı şiiriyle Orhan Veli‘ye yine selam gönderir Sabahattin Kudret....
“ Bakın şimdi şu sayacağım şeylerin
Okulu yok
Gökyüzünde rastgele bir bulut parçası için
Körü körüne tutkunluğun
Ağacın birine durup dururken abayı yakmanın
Sigara içmekten
Kibrit çakmaktan alacağınız keyfin
Okulu yok
Yaz geceleri cırcır böceklerini
Dinlemeyi bilmenin de okulu yok
Okulu yok ekmeği peyniri domatesi
Küçümsememenin
Sözün sazın oyanın yazmanın
Halisini seçmenin
Daha buna benzer nice, nice şeyin okulu yok
Ama dilerseniz hepsini öğrenebilirsiniz
Biraz çaba
Yeter....”
Okulu yok
Gökyüzünde rastgele bir bulut parçası için
Körü körüne tutkunluğun
Ağacın birine durup dururken abayı yakmanın
Sigara içmekten
Kibrit çakmaktan alacağınız keyfin
Okulu yok
Yaz geceleri cırcır böceklerini
Dinlemeyi bilmenin de okulu yok
Okulu yok ekmeği peyniri domatesi
Küçümsememenin
Sözün sazın oyanın yazmanın
Halisini seçmenin
Daha buna benzer nice, nice şeyin okulu yok
Ama dilerseniz hepsini öğrenebilirsiniz
Biraz çaba
Yeter....”
Sabahattin Kudret Aksal İstanbul’un çeşitli liselerinde felsefe
öğretmenliği ve memuriyet de yapmıştır... Gün
Işığı ve Duru Gök şiirlerinde git
gide felsefi bir yalınlığın şairi
olmayı dener...
Duru Gök’ün yayımlanmasından sonra şair Cemal Süreya, Pazar Postası
gazetesinde biraz da eleştirel biçimde şunları yazar: “Sabahattin Kudret Aksal zaten hikayeci, düzyazıcı olan kuşağın en çok
hikayeci, en çok düzyazıcı şairidir. Anlam, biçim, yapı bakımından düzyazının
hemen sınırında yürür, bol bol da düzyazıya girer.
Sabahattin Kudret Aksal, ilk
öykü kitabı Gazoz Ağacı’yla Türk
hikayeciliğinde farklı bir yazar olmanın haberini verir. Gazoz Ağacı, 1955 yılında, o yıl ilk kez verilen Sait Faik Hikaye
Ödülü’nü Haldun Taner’in On İkiye Bir Var
eseriyle paylaşır... Ödül jürisinde de kimler yoktur ki: Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Ziya Osman
Saba, Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin…
Sabahattin Kudret, Edip Akbayram’ın çeyrek asır önce çıkardığı albüme de adını veren Yeni Gelen Güne Türkü’ şiirinde de
şunları yazmıştır...
merhaba yeni gelen gün / gökyüzünde belirsiz aydınlık
denizde çivit mavisi / merhaba yaşama gücüm...
hadi bakalım başla işine / ilk vapuru ilk treni
ilk uçağı kaldır / dünyamızın çarkı dönsün...
şu çarpan yüreğimizin / umudunun sende olduğunu bil
bil de ona göre davran / getireceğin mutluluğu getir
Sabahattin Kudret Aksal Gazoz Ağacı’ndan sonra Yaralı Hayvan’ı yayımlar. 1983
yılındaysa iki kitabını tek ciltte toplarken yedi öykü daha ekler eskilerin
üstüne.
Doktorasını Ankara
Üniversitesi’nde, Sabahattin Kudret Aksal üzerine hazırladığı tezle alan Arif
Aydın’a göre, “düzenli bir olay
örgüsünden yoksun olma, Sabahattin Kudret hikâyelerinin başat özelliği olarak
karşımıza çıkar. Yazar, okuyucunun merakını kahramanların serencamına doğru
değil, onların ruh plânındaki görünümüne, iç dünyalarına yöneltir. Toplumun
içinden seçilen bu kişi, hiç şüphesiz sevdaları, umutları, özlemleri,
hayalleri, tutkuları, nefretleri, iş hayatı, kısacası her yönüyle küçük bir
dünyaya ait “küçük insan”dır.”
Şöyle devam eder düşüncelerini
sıralamaya Dr. Arif Aydın:
Bu “küçük insan”, dünü, iyi veya
kötü bir şekilde yaşamış, yarını için asla kavga etmeyen, ‘an’ı önemseyen bir
kişiliğe sahip olmakla birlikte, sürekli geçmiş zamanın peşindedir. Bütün
güzelliklerin ilk gençlik çağında tüketildiğini, yitirildiğini düşünen bu
insanlar, artık kendi hallerine terk edilmişlerdir. Ne kadar çabalasalar da bu
girdaptan kurtulamayacaklarının farkında olmalarından dolayı, Sabahattin
Kudret’in hikâyeleri insanı derinden etkileyen bir hüzünle örtülüdür.....
Tıpkı şu şiir gibi....
Haliç kıyılarında evde
Dört çocuklu ailenin
Hali yamandı
Geçen gün misafirliğe gittiğimde...
Gerçi evlerinin önün deniz
Deniz değil kirli su
Çocukların yüzüne baktım
Ne bet kalmış ne beniz
Çalışıyor her biri bir işte
Ellerine geçen ne
Geçen de gidiyor eve ekmeğe
Ne üstte var ne başta
Küçük bir halıları vardı eskiden
Dururdu odanın ortasında
Görmedim bu kere
Sade o mu giden
Bir şey uçmuş gitmiş yüzlerinden
İnsanı yaşamaya bağlayan bir şey
İnsanı umutlu eden güzel eden
İnsanı insan eden....
Sabahattin Kudret Aksal, Türkiye’nin
Tanzimat’la başlayan yenileşme
hareketlerine yönelik tartışmalarda iyimser ve onaylayan taraftadır... Yenileşme
hareketini hızlandırılmış biçimde yaşamak zorunda kaldığımızı düşünen Aksal bu
durumu şöyle özetler; 'Tanzimat’la
yüzümüzü batıya çevirdik. İyi de ettik. Batı yazınının doğal süreci içinde
gereksemeler sonucu yaşadığı akımları biz us yoluyla, giderek öykünme yoluyla
aldık. Kısacık sürelerde gereğince yaşamadan eskittik. Birinden öbürüne
atladık. Onlarda elli yıl yaşanarak oluşturulan bir akım, bizde üç yıl sonra
yerini bir başkasına bıraktı. Böyle olması da zorunluydu. Sonradan katıldığımız
bir uygarlığa yetişmek, çağdaşlaşmak umudunu başka türlü koruyamazdık.”
Sabahattin Kudret Aksal, dün ve bugün ismi
çok anılmasa da Türk tiyatrosunun en
güçlü oyunlarını yazmıştır demek
bir hakikati dile getirmek olur. Oyunlarında yarattığı karakterlerin
ilişkilerini şiirsel bir dille anlatan Aksal, oyun kahramanlarını da varla yok arasında anlatmayı seçer...
“Şakacı”
oyununda Sabahattin Kudret Aksal ataerkil düzeni ve insana ait zaafları,
hırsları çok farklı bir yolla sorgular... Oyunda, uzaklardan gelen telgrafla, öldü haberi alınan bir “baba”nın
evindeki gelişmeler anlatılır...Baba otoritesinin kalktığını duyan aile
bireyleri üzülmekten çok sevinmiş gibidirler. Ölüm haberi telgrafını bizzat kendisi
çeken ve çocuklarının yaklaşımını öğrenmek isteyen Baba’nın birden eve dönmesi sevinç yerine şaşkınlık ve karamsarlık
yaratır...Aile bireyleri hemen yeni duruma göre kendilerini konumlandırmış
rolleri paylaşmışlardır çünkü...Evlatlar durumun tekrar eskiye dönmesini ve
babalarının yaşıyor olmasını istemezler...sanki...
Aksal’ın bütün oyunlarında insanın böyle gri ve gölgeli
yanlarına tutulan aynalar vardır...
Bu tarafıyla, bir
Samuell Beckett akrabalığının tam ortasındadır Sabahattin Kudret Aksal...
Sabahattin Kudret Aksal Bay Hiç ve Sonsuzluk Kitabevi oyunlarında
doruğa çıkmıştır bir çok isme göre... Devlet Konservatuarı ve İstanbul Şehir
Tiyatroları’nda yöneticilik de yapar bir dönem... Belediye Konservatuarındaki
öğretmenlik görevinden emekli olan Aksal, ünlü Fransız şairler Eluard ve Baudelaire’den
şiirler de çevirmiştir ...
Şiir, öykü ve tiyatro
dalında birçok ödüle layık görülen Aksal 19 Nisan 1993’te 73 yaşında aramızdan
ayrılır. Yazar Selim İleri, 1990’ların başında dönemin çok nitelikli Argos
dergisinde karşılaştığı
Sabahattin Kudret Aksal’la ilgili gözlem ve anılarını Mart 2010 tarihli
yazısında paylaşır...
Şunları yazar Sabahattin
Kudret Aksal’la ilgili olarak Selim
İleri, her zamanki nesnel gözlem ve ifadesiyle: “ Argos'a ilk gelişi, kış günündeydi. Eski, kurşunî bir palto giymişti.
Paltosunu çıkarmadan oturdu. Oysa oda iyice sıcak. Türk kahvesi içti. Dergiye
şiirler armağan etti. Ağır ağır konuşuyordu. Bir ara sustu. Sürdü suskunluk.
"Bir kahve daha içer misiniz?" diye sordum, "İçmem" dedi,
"akşam oluyor." Akşam oluyor diye üzgün müydü, gönençli mi? Yüzünden
anlaşılmıyordu. Masada duran Argos'un eski bir sayısını karıştırdı. Sonra
'değişen' edebiyattan konuştu, değer yitiminden. "Bundan sonra para kazanmak için yazılacak" dedi. Para ve
edebiyatı yan yana düşünemiyordu. Yazarlıktan geçim sağlamaya karşı değildi; o
başka. Şiirin git git geri planda kalacağını söyledi. "Siz" dedi,
"kendinizden sonra gelenleri okuyor musunuz?" "Okuyorum"
dedim. "Dilde incelik, anlatımda özen, dil için çaba yakalayabiliyor
musunuz?" Şaşırdım. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Sabahattin Bey dilin
hızla göçtüğü, çöktüğü kanısındaydı. "Dili besleyen şiirdir. Düzyazı da.
Sanata saygı duyulduğu sürece." Bastıran
akşam onu üzmüş müydü, bilmiyorum. Ama şimdi bunları söylerken üzgündü; fark
ediliyordu. Çalakalem yazışlar, özensizlik, "piyasaya mal yetiştirişler" onu korkutuyordu. Yakın
gelecekte "Türkçe Sözdizimi"nin bozulacağını ileri sürdü. Dilin
kurallarına başkaldırıdan dolayı değil; dili bilmemekten. Alan memnun satan
memnun devri başlayacaktı. Böylece edebiyat, Aksal'ın seçtiği sözcükle 'yazın',
gerçek bir sanat olmaktan çıkacaktı. Kimse de umursamayacaktı.
Kapaklarında öykü,
roman yazılı kitaplar yayımlanacaktı ama, her biri birer "sanı ! “
Argos dergisindeki
görüşmeyi ve Aksal’ın yakınmalarını aktarırken
ortadan
bir dil kullanır Selim İleri... Selim İleri’nin bu yaklaşımı önemli ve anlamlıdır...Olanı
aktararak hangi limana varmak istediğini
okura bırakmak yazarlarımızda ve edebiyatçılarımızda bugün bile maalesef ne az
rastladığımız bir özellik....
Türk edebiyatının, yaşarken
gölgede kalmayı yeğleyen, ölümünden sonra da hakkıyla hatırlanmayan çok değerli
ismi Sabahattin Kudret Aksal böyle biriydi...
Bir şiirinde de şunları
demişti yaşarken ;
Bir gün bir akşam vakti ölüversem
kimseler duymasın kimseler duymasın
bir gün bir aksam vakti ölüversem
ve sen o saatlerde uykudasın
telaşa düşmeyin telaşa düşmeyin
böyle vakitsiz çekip gidersem
...............
Yazı bitti...
Yazı bitti ey okur....
Farkında mısın yazı
bitti...
Biz yazdık sen okudun...
Biz yazarken kırk küp
doldurmaya çalıştık...
Sen okurken kırk takla
attın...
Cep telefonuna mesaj
geldi ona baktın...
Sevgilin kapris yaptı ona
elma soydun...
Kızın ağlayarak uyandı ,
sütünü ısıttın...
Kocan bir su istedi kalk kendin al demek geldi içinden..
Diyemedin...
Karın , hadi artık ışığı söndür dedi, itiraz
edemedin...
Yalapşap geçtin
satırları....
Farkında mısın yazı bitti
ey okur...
Eliot’un tabiriyle “ayların
en zalimi olan” Nisan da bitecek....
Ömür de bitecek bir
gün...
Yazı bitti ey okur....
Yazı bitti ey okur...
Yaşarken kapatmamak için
gözlerini...
kapat artık
şu televizyonu...
( murat örem /
2010-2013....
alper beşe’nin değerli katkılarıyla....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder