*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

18 Nisan 2013 Perşembe

sabahattin kudret aksal ; batık kentteki gazoz ağacı...

Önce şu aşağıdaki  ‘Aile’ başlıklı şiiri okuyun...
         Sonra bir daha okuyun...
        
Sonra biraz durun  yazının geri kalanı için...
Hele bir de  gecenin hükümranlığı  varsa dışarda...

Çünkü önünüzde uzun bir yazı var...  (!)
Hemen söylenmeyin  “bu kadar uzun yazı mı olur?”  diye...
         Biz yazıp anlatırken,  ‘mıgırdanmak’  aklımıza gelmiyor da ;
size ne oluyor ?

Bu arada,  uzun yazı okumaya hazırlanırken
tiryakiler bir cigara yaksın usulca...
         Pencerenin kenarına gitsin...
         Nisan gecesinin ve dumanın tadını çıkarmak için...
        
Güzeldir gece cigaraları...
         Yalnız da güzeldir...
Eşlik edenle de  güzeldir...
Her zaman güzeldir  gece cigaraları...
        
Yazı kaçmıyor...
         Bir seferde tüm yazıyı oku(ya)mayanlardan para da almıyoruz...
         Şimdilik....(!)
        
         Gözü ağrıyanlar, kaşı oynayanlar yazıyı okumayı burada bıraksın...
         Alınıp kızmayacağız...Söylenmeyeceğiz de...
         Televizyon veya içi boş internet siteleri işveli ama taş kafalı kadınlar misali size  göz kırpıyorsa bırakın bu yazıyı...
         Gidin onlara....
        
         Kalanlar sözüm size ;
         Evet başlıyoruz  vira bismillah....

                                      .........

                    Sabahattin Kudret Aksal....’

         Saatin on biri çalmasından sonraydı
Gördüm ev halkının dağıldığını birer birer
Bilmem soyunmaya mı gittiler
Bir zaman sonra hepsi uykudaydı

Baba yaşamadaydı geçmiş zamanı
Bir pencere açık dururdu düşüncesinde
Bir kadın eşsiz elbiselerinin içinde
Ne uzun zaman sevmişti onu

Çocukların derdindeydi anne
Biricik umudu çocuklarının
Çekirdeği değil mi onlar dünyanın
Dalmıştı bir derin uykuya öylesine

Yaşanacak bir anın sevincinde genç kız
Balkondan uzanır gibi sarktı yatağından
Gülümsedi durdu karanlık dünyasından
Başına gelecek cümle aşktan habersiz

Evin erkek oğluna gelince
Bir çemberin peşinde buldum onu
Gelmez zannederek bu koşmanın sonu
Yaşadı bu oyunu kaderince

Hepsi iyiydi, iyi ve rahat
Bir aileydiler koynunda gecenin
Kalplerinde asılı duran bir bilmecenin
Anahtarını almış götürüyordu bir at....”

Bu şiir insanlık hallerinin her birini  sorgulayan eserler vermiş çok değerli bir edebiyatçı ve düşünürün...

Çoğunuz başlıktaki isimle de bu şiirle de hiç karşılaşmamışsınızdır. Çoğunuz ne acıdır ki Sabahattin Kudret Aksal’ın ismini hayal meyal duymuştur...

Zaten yaşadığı dönemde de gölgede durmayı yeğlemiş , sonrasında da hak ettiği ilgiyi pek görememiş şair, oyun yazarı ve edebiyatçı Sabahattin Kudret Aksal’ın yaşarken de öngördüğü hatta büyük ihtimalle tercih ettiği bir durumdur bu....

Sabahattin Kudret Aksal’ı  bilenler  “ 1     kişiyse , 
bilmeyenler ‘ 1000   kişidir....


Sabahattin Kudret Aksal, 1920 yılında  İstanbul’da dünyaya gelir.. Işık Lisesi’nden mezun olunca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolur. Bu okula bir yıl  devam eder ve  hukuk eğitiminin kendisine göre olmadığına karar verir...Ertesi yıl yine İstanbul Üniversitesinde öğrencidir ancak bu kez edebiyat fakültesi  felsefe bölümünde....

Sabahattin Kudret üniversiteyi bitirdiğinde, şiirleri ve öyküleri  dergilerde yer alan  genç bir şair ve yazardır... Şarkılı Kahve kitabındaki ilk şiirlerinde, dönemin bütün şairleri gibi Orhan Veli’nin ve Garip şiirinin etkisi görülür. Sabahattin Kudret Aksal, özellikle Cahit Sıtkı ve Fazıl Hüsnü şiirinin çizgisinden de beslenir bir dönem...

Şiirlerinin içeriğinde  Orhan Veli’yi bile kıskandıracak  derecede   sokaktaki adam’a, avareliğe, günlük hayatın  ayrıntılarına yaslanır Sabahattin Kudret  Aksal ...

Bilenler bilir Türk Edebiyatında eleştiri geleneği günahı / sevabıyla Nurullah Ataç tarafından başlatılmıştır...Haldun Taner Nurullah Ataç’ı  eski evlerde her sülalede bulunan huysuz ama kendisinden çok şey öğrenilen amcalara benzetmiştir...

Nurullah Ataç Sabahattin Kudret Aksal şiiri üzerine şunları söylemiştir ; "Öteki şairlerimiz, Orhan Veli ve Oktay Rifat bile şiire Sabahattin Kudret Aksal gibi güvenemediler, hepsi de şiir dışında bir şey, bir dava, bir kavga aradılar. Kavgalı şiirin, davalı şiirin belki en güzelini yazdılar, iri lakırdılarla, söylev diliyle sermediler ortaya davalarını, en ince şiir diliyle söylediler. O başka...Sabahattin Kudret Aksal'ın şiirleri ise öyle değil, tek öğeli...Şiir yalnız...

Sabahattin Kudret Aksal‘ın ‘büyük’ şiirlerinden biri de Okul Dışı isimli olanıdır...Dünyaya ve yaşamaya dair güzellikleri küçümseyenlere anlamlı göndermelerde  bulunan Okul Dışı şiiriyle  Orhan Veli‘ye yine selam gönderir Sabahattin Kudret....

“ Bakın şimdi şu sayacağım şeylerin
Okulu yok
Gökyüzünde rastgele bir bulut parçası için
Körü körüne tutkunluğun
Ağacın birine durup dururken abayı yakmanın
Sigara içmekten
Kibrit çakmaktan alacağınız keyfin
Okulu yok
Yaz geceleri cırcır böceklerini
Dinlemeyi bilmenin de okulu yok
Okulu yok ekmeği peyniri domatesi
Küçümsememenin
Sözün sazın oyanın yazmanın
Halisini seçmenin
Daha buna benzer nice, nice şeyin okulu yok
Ama dilerseniz hepsini öğrenebilirsiniz
Biraz çaba
Yeter....”

Sabahattin Kudret Aksal  İstanbul’un çeşitli liselerinde felsefe öğretmenliği ve memuriyet de yapmıştır... Gün Işığı ve Duru Gök şiirlerinde git gide felsefi bir yalınlığın şairi olmayı dener...

Duru Gök’ün yayımlanmasından sonra şair Cemal Süreya, Pazar Postası gazetesinde biraz da eleştirel biçimde şunları yazar: “Sabahattin Kudret Aksal zaten hikayeci, düzyazıcı olan kuşağın en çok hikayeci, en çok düzyazıcı şairidir. Anlam, biçim, yapı bakımından düzyazının hemen sınırında yürür, bol bol da düzyazıya girer.

Sabahattin Kudret Aksal, ilk öykü kitabı Gazoz Ağacı’yla Türk hikayeciliğinde farklı bir yazar olmanın haberini verir. Gazoz Ağacı, 1955 yılında, o yıl ilk kez verilen Sait Faik Hikaye Ödülü’nü Haldun Taner’in On İkiye Bir Var eseriyle paylaşır... Ödül jürisinde de kimler yoktur ki:  Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Ziya Osman Saba, Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin…

Sabahattin Kudret,  Edip Akbayram’ın çeyrek asır önce  çıkardığı albüme de adını veren Yeni Gelen Güne Türkü’ şiirinde de şunları yazmıştır...

merhaba yeni gelen gün / gökyüzünde belirsiz aydınlık
denizde çivit mavisi / merhaba yaşama gücüm...
hadi bakalım başla işine / ilk vapuru ilk treni
ilk uçağı kaldır / dünyamızın çarkı dönsün...
şu çarpan yüreğimizin / umudunun sende olduğunu bil
bil de ona göre davran / getireceğin mutluluğu getir

Sabahattin Kudret Aksal Gazoz Ağacı’ndan sonra Yaralı Hayvan’ı yayımlar. 1983 yılındaysa iki kitabını tek ciltte toplarken yedi öykü daha ekler eskilerin üstüne.

Doktorasını Ankara Üniversitesi’nde, Sabahattin Kudret Aksal üzerine hazırladığı tezle alan Arif Aydın’a göre, “düzenli bir olay örgüsünden yoksun olma, Sabahattin Kudret hikâyelerinin başat özelliği olarak karşımıza çıkar. Yazar, okuyucunun merakını kahramanların serencamına doğru değil, onların ruh plânındaki görünümüne, iç dünyalarına yöneltir. Toplumun içinden seçilen bu kişi, hiç şüphesiz sevdaları, umutları, özlemleri, hayalleri, tutkuları, nefretleri, iş hayatı, kısacası her yönüyle küçük bir dünyaya ait “küçük insan”dır. 

Şöyle devam eder düşüncelerini sıralamaya Dr. Arif Aydın:

Bu “küçük insan”, dünü, iyi veya kötü bir şekilde yaşamış, yarını için asla kavga etmeyen, ‘an’ı önemseyen bir kişiliğe sahip olmakla birlikte, sürekli geçmiş zamanın peşindedir. Bütün güzelliklerin ilk gençlik çağında tüketildiğini, yitirildiğini düşünen bu insanlar, artık kendi hallerine terk edilmişlerdir. Ne kadar çabalasalar da bu girdaptan kurtulamayacaklarının farkında olmalarından dolayı, Sabahattin Kudret’in hikâyeleri insanı derinden etkileyen bir hüzünle örtülüdür.....

 Tıpkı şu şiir gibi....     

Haliç kıyılarında evde
Dört çocuklu ailenin
Hali yamandı
Geçen gün misafirliğe gittiğimde...
Gerçi evlerinin önün deniz
Deniz değil kirli su
Çocukların yüzüne baktım
Ne bet kalmış ne beniz

Çalışıyor her biri bir işte
Ellerine geçen ne
Geçen de gidiyor eve ekmeğe
Ne üstte var ne başta
Küçük bir halıları vardı eskiden
Dururdu odanın ortasında
Görmedim bu kere
Sade o mu giden

Bir şey uçmuş gitmiş yüzlerinden
İnsanı yaşamaya bağlayan bir şey
İnsanı umutlu eden güzel eden
İnsanı insan eden....

Sabahattin Kudret Aksal, Türkiye’nin  Tanzimat’la başlayan yenileşme hareketlerine yönelik tartışmalarda  iyimser ve onaylayan taraftadır... Yenileşme hareketini hızlandırılmış biçimde yaşamak zorunda kaldığımızı düşünen Aksal bu durumu şöyle özetler; 'Tanzimat’la yüzümüzü batıya çevirdik. İyi de ettik. Batı yazınının doğal süreci içinde gereksemeler sonucu yaşadığı akımları biz us yoluyla, giderek öykünme yoluyla aldık. Kısacık sürelerde gereğince yaşamadan eskittik. Birinden öbürüne atladık. Onlarda elli yıl yaşanarak oluşturulan bir akım, bizde üç yıl sonra yerini bir başkasına bıraktı. Böyle olması da zorunluydu. Sonradan katıldığımız bir uygarlığa yetişmek, çağdaşlaşmak umudunu başka türlü koruyamazdık.


 Sabahattin Kudret Aksal, dün ve bugün ismi çok anılmasa da  Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarını yazmıştır  demek bir hakikati dile getirmek olur.  Oyunlarında yarattığı karakterlerin ilişkilerini şiirsel bir dille anlatan Aksal, oyun  kahramanlarını da   varla yok arasında    anlatmayı seçer...

 Şakacı” oyununda Sabahattin Kudret Aksal ataerkil düzeni ve insana ait zaafları, hırsları çok farklı bir yolla sorgular... Oyunda, uzaklardan gelen telgrafla,  öldü haberi  alınan bir “baba”nın evindeki gelişmeler anlatılır...Baba otoritesinin kalktığını duyan aile bireyleri üzülmekten çok sevinmiş gibidirler. Ölüm haberi telgrafını bizzat kendisi çeken ve çocuklarının yaklaşımını öğrenmek isteyen Baba’nın birden eve dönmesi sevinç yerine şaşkınlık ve karamsarlık yaratır...Aile bireyleri hemen yeni duruma göre kendilerini konumlandırmış rolleri paylaşmışlardır çünkü...Evlatlar durumun tekrar eskiye dönmesini ve babalarının yaşıyor olmasını  istemezler...sanki...

Aksal’ın bütün oyunlarında insanın böyle gri ve gölgeli yanlarına tutulan aynalar vardır...

Bu tarafıyla,  bir Samuell Beckett akrabalığının tam ortasındadır Sabahattin Kudret Aksal...

Sabahattin Kudret Aksal Bay Hiç ve Sonsuzluk Kitabevi oyunlarında doruğa çıkmıştır bir çok isme göre... Devlet Konservatuarı ve İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yöneticilik de yapar bir dönem... Belediye Konservatuarındaki öğretmenlik görevinden emekli olan Aksal,  ünlü Fransız şairler Eluard ve Baudelaire’den şiirler de çevirmiştir ...

Şiir, öykü ve tiyatro dalında birçok ödüle layık görülen Aksal 19 Nisan 1993’te 73 yaşında aramızdan ayrılır. Yazar Selim İleri, 1990’ların başında dönemin çok nitelikli Argos dergisinde karşılaştığı Sabahattin Kudret Aksal’la ilgili gözlem ve anılarını Mart 2010 tarihli yazısında  paylaşır...

Şunları yazar Sabahattin Kudret Aksal’la  ilgili olarak Selim İleri, her zamanki nesnel gözlem ve ifadesiyle: “ Argos'a ilk gelişi, kış günündeydi. Eski, kurşunî bir palto giymişti. Paltosunu çıkarmadan oturdu. Oysa oda iyice sıcak. Türk kahvesi içti. Dergiye şiirler armağan etti. Ağır ağır ko­nuşuyordu. Bir ara sustu. Sürdü suskunluk. "Bir kahve daha içer misiniz?" diye sordum, "İçmem" dedi, "akşam oluyor." Akşam oluyor diye üzgün müydü, gönençli mi? Yüzünden anlaşılmıyordu. Masada duran Argos'un eski bir sayısını karıştırdı. Sonra 'değişen' edebiyattan konuştu, değer yitiminden. "Bundan sonra para kazanmak için yazılacak" dedi. Para ve edebiyatı yan yana düşünemiyordu. Yazarlıktan geçim sağlamaya karşı değildi; o başka. Şiirin git git geri planda kalacağını söyledi. "Siz" dedi, "kendinizden sonra gelenleri okuyor musunuz?" "Okuyorum" dedim. "Dilde incelik, anlatımda özen, dil için çaba yakalayabiliyor musunuz?" Şaşırdım. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Sabahattin Bey dilin hızla göçtüğü, çöktüğü kanısındaydı. "Di­li besleyen şiirdir. Düzyazı da. Sanata saygı duyulduğu sürece."  Bastıran akşam onu üzmüş müydü, bilmiyorum. Ama şimdi bunla­rı söylerken üzgündü; fark ediliyordu. Çalakalem yazışlar, özensiz­lik, "piyasaya mal yetiştirişler" onu korkutuyordu. Yakın gelecekte "Türkçe Sözdizimi"nin bozulacağını ileri sür­dü. Dilin kurallarına başkaldırıdan dolayı değil; dili bilmemekten. Alan memnun satan memnun devri başlayacaktı. Böylece edebiyat, Aksal'ın seçtiği sözcükle 'yazın', gerçek bir sanat olmaktan çıkacaktı. Kimse de umursamayacaktı.
Kapakla­rında öykü, roman yazılı kitaplar yayımlanacaktı ama, her biri bi­rer "sanı ! 


Argos dergisindeki görüşmeyi ve  Aksal’ın yakınmalarını aktarırken  ortadan bir dil kullanır Selim İleri... Selim İleri’nin  bu yaklaşımı önemli ve anlamlıdır...Olanı aktararak  hangi limana varmak istediğini okura bırakmak yazarlarımızda ve edebiyatçılarımızda bugün bile maalesef ne az rastladığımız bir özellik....

Türk edebiyatının, yaşarken gölgede kalmayı yeğleyen, ölümünden sonra da hakkıyla hatırlanmayan çok değerli ismi Sabahattin Kudret Aksal böyle biriydi...

Bir şiirinde de şunları demişti yaşarken ;

Bir gün bir akşam vakti ölüversem
kimseler duymasın kimseler duymasın
bir gün bir aksam vakti ölüversem

ve sen o saatlerde uykudasın
telaşa düşmeyin telaşa düşmeyin
böyle vakitsiz çekip gidersem
                                ...............

        
Yazı bitti...
Yazı bitti ey okur....
Farkında mısın yazı bitti...

Biz yazdık sen okudun...
Biz yazarken kırk küp doldurmaya çalıştık...

Sen okurken kırk takla attın...

Cep telefonuna mesaj geldi ona baktın...
Sevgilin kapris yaptı ona elma soydun...
Kızın ağlayarak uyandı , sütünü ısıttın...
Kocan bir su istedi kalk kendin al demek geldi içinden..
Diyemedin...
Karın , hadi artık ışığı söndür dedi, itiraz edemedin...
Yalapşap geçtin satırları....

Farkında mısın yazı bitti ey okur...
Eliot’un tabiriyle “ayların en zalimi olan” Nisan da bitecek....
Ömür de bitecek bir gün...

Yazı bitti ey okur....
Yazı bitti ey okur...

Yaşarken kapatmamak için gözlerini...
 kapat  artık şu televizyonu...

( murat örem / 2010-2013....
alper beşe’nin değerli katkılarıyla....)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder