İnsanoğlu yaşadığı günün içini doldurmak zorunda...
Anlamlandırmak için de
namütenahi çaba harcama mecburiyetinde...
Bugün dediğimiz zaman
dilimi, aslında dün ve yarın arasında
bir köprü...
Mesela anne babalar ve
daha daha büyükler geçmiş günlerinde yalnızca kendi zevklerini düşünmüş
olsalardı arkadan gelenler hep sıfırdan
ve yeniden başlamak zorunda kalmazlar mıydı hayata ve her şeye ?
Tıpkı o Sisifos
efsanesindeki gibi bir kayayı her gün yeniden yeniden tepeye çıkarmak nafile
bir çaba olmaz mıydı? hepimiz için.....
Böyle bir durumda hangi
medeniyetten, hangi ilerlemeden söz edebilirdik?
Para kazandıkça
kazandıkça eni konu tücccar oldular ayrı bir yazının konusu ama Steve Jobslar
Bill Gatesler teknolojik ürünlerini
yalnızca kendileri ve milletleri için mi
buldu?
Cahit Arf matematik
bilimindeki emeklerini kendine mi mal etti..?
Ezineli Yahya Çavuşlar, Seyit Onbaşılar kendi hayatlarını yok
sayarak arkadan gelenler için gözünü kırpmadan ödemedi mi bu toprağı
vatan yapmanın bedelini canlarıyla ?.
İnsan bir yanıyla bugün
için yaşarken dünü unutmamak yarını da
düşünmek ve hesaplamak zorunda...Elbette bunu yaparken yaşadığı anı da
anlamlandırmakla mükellef insanoğlu...
Anadolu’nun ,
Türkiyenin her yerinde , hem bir bütünün
parçaları olan hem de her biri kendi kendine anlamlar taşıyan figürleri , gelenekleri, kültürü,
halkoyunları ve ezgileri düşünün....
Egenin zeybeğini,
Karadenizin horonunu, güneydoğunun
halayını , İç Anadolunun seymenlerini , doğu anadolunun barlarını
düşünün....
Hepsinde bir tarihten
süzülmüşlük, damıtılmışlık, hayata olan inanç,
yaşanılan coğrafyadan şartlardan birebir
yansıyan ifadeler yok mu ?
Bütün bu örneklerde bile
bir kültürün sürekliliğinin izleri
dimdik durmuyor mu ?...
Bütün bu zenginliğin
şaşırtan bir başka tarafı da şu insanlık haritasında ; İskoçların gaydasıyla karadenizin tulumunu
birbirinden tümüyle ayrı tutmak mümkün mü?
İşte bu ortak değerler
oluşturuyor önce toplumların sonra milletlerin ve en üstte de insanlığın ortak kimliğini.
Sanatın , kültürün ,
harsın en önemli özelliği nesilden nesile taşınırken insanlığın içindeki
doğruya, güzele hitap ederek çoğalması....
Tıpkı suyun içine atılan
taşın büyüyen halkalar çizmesi gibi güzel ve estetik olan çok şey de insanın ve
insanlığın ilgisini çekerek çoğalıyor... Medeniyet merdiveninin basamakları da
bu çabalarla emeklerle çıkılıyor işte...
Sanat yaygın olan çok
yanlış kanaatin aksine, aylak adamların,
hazırdan geçinenlerin , topluma yük olarak yaşayanların, gece yatmasını gündüz
kalkmasını bilmeyenlerin uğradığı bir
liman değil, olmamalı...
Türküler de mesela, bu toprakların en büyük zenginliklerinden
değil mi bilip görmek isteyenlere....
Öldürülüşünün 33. yılında
bu yazıyla andığımız isim de , halk kültürümüzü yarınlara taşıma çabasını
harcayan ustalardandı... TRT İstanbul
Radyosu’nun 1970’lerdeki usta yapımcılarındandı...
Ta ki 11 Nisan 1980’deki kör terör ortamında öldürülünceye
kadar....
Veee kendine ad olarak
seçtiği Ümit Kaftancıoğlu adı gerçek ismi Garip Tatar’ın çoktan önüne geçmişti öldürüldüğünde..Ümit
Kaftancıoğlunun sanki çok erken veda edeceğini bilircesine kurduğu
cümleler ölümünden bir gün sonra
İstanbul Radyosu’ndan kendi sesiyle
yayınlanmıştı.
Şunları demişti Ümit
Kaftancıoğlu ya da asıl adıyla Garip Tatar o cümlelerde; “ Şunca
yaşamın içinde ölüm için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin
en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. Yaşamın içinde
olup da ölü için gözyaşı dökenlere çok
üzüldüğümü söyleyebilirim.
Susmuş bir ev, canlılığını ve yaşam kavgasını duraksatmış bir
ortam için elbette üzülürüm. Ve üzüntümün ağır yanı burasıdır.
Ölümümde eşim,
çocuklarım en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum.
Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir
kitap karıştırsınlar, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir
konser dinlesinler.
Ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi, yaşam var gökyüzü,
deniz...
O insana şaşarım ; bin
bir meyve yüklü bir ağacın altında yere düşmüş sararmış bir yaprağa
üzülsün."
Eğitiminin ardından Türkçe Öğretmenliği de yapan Ümit Kaftancıoğlu
bir dönem TRT ‘nin Köy Odası programlarını hazırlayan ekibin de sorumlusu oldu. Hakullah
adlı röportajıyla 1972 Ali Naci Karacan Birincilik Armağanını da alan Ümit Kaftancıoğlu’nun Tek Atlı Tekin Olmaz
isimli kitabı Türk halk masallarında bugün bile önemli bir kaynak çalışmadır
tıpkı Köroğlu Kolları isimli emek verilmiş kitabı gibi...
Evet, dünyanın her yerinde popüler kültür depozitosuz
maden suları misali içilip unutulur ve
şişesi bir kenara atılır...
Evet , dünyanın her
yerinde tüketilmesi kolay olan her şey emek verilmişin daha da önüne geçen
arsızca, fütursuzca...
Evet , dünyanın her
yerinde nitelikli müziğin resmin edebiyatın tüketilmesi popüler olana göre çok
daha zordur...
Ama kültürler milletler
içinden çıkan güzel insanlarını, kültür tarihlerine emek vermiş insanlarını
unuturlarsa veya şucu bucu diye diye
kamplara ayırırsa için için çürüyen çınar ağaçları gibi yaşarlar ömürlerinin
demlerini....
Ümit Kaftancıoğlu’nu
Garip Tatar’ı 45 yaşındayken
öldürülüşünün 33. yıldönümünde saygıyla anarken
bunları da düşünüyor insan....
veeee, evlerde sokaklarda yollarda , dudaklarını
büze büze garip bir türkilizceyle
konuşan , dünden bugünden hiç haberi olmayan, ufukları kendi hayatlarının
içindeki tüketim güçleri kadar olan
çocuklarına gençlerine bakarken “biz nerede yaptık bu kadar büyük bir yanlışı...”
demekten kendini alamıyor...
( murat örem / 2012
-2013/ ankara ....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder