82 yıllık çok
dağdağalı ama onurlu bir ömür...
Zorlu , acılı, müzmin hastalıklarla
kuşatılmış ama bir o kadar da inatçı kararlı ve pes etmeyen bir çınar misali
yaşanan ömür hem de...
Türk edebiyatı ve düşünce hayatının kendisine çok şey borçlu olduğu
toplumcu
yazar ve aydındı Rıfat Ilgaz ....
Kimileri ‘öğretmen’
olarak tanıdı Ilgaz’ı.
Gerçekten öğretmenlik de yaptı
Rıfat Ilgaz bir gün bu hak elinden tümüyle alınana kadar...
Kimileri onlarca baskı
yapan Hababam Sınıfı kitaplarından , kimileri de orasından
burasından ’esinlenile esinlenile ‘ Rıfat Ilgaz’ın yazdığından daha başka şey olan Hababam Sınıfı filmlerinden tanıdı Rıfat
Ilgaz’ı .
Hani, televizyonlarda, eskisi yenisiyle hala tekrar
tekrar gösterilen ve Rıfat Ilgaz’ın
bunca filmden hak ettiği telifi hiç alamadığına inandığı yazdıklarımdan çok farklı olmuş
diyerek benimseyemediği Hababam Sınıfı filmlerinden ...
Bazılarına göre ‘iflah olmaz bir muhalifti !’ Rıfat Ilgaz.
Zaten şiirlerini
topladığı, sonraları başına çok işler açan ilk kitabının adı da neresinden bakılırsa
bakılsın farklı ve tehlikeli bir şeyi çağrıştırıyordu...
Böyle bir kitabın ‘SINIF’ adını taşıması çok sakıncalıydı...
O dönemde de daha sonraları da ‘sınıf’ kavramı
(!) çok işler açtı Rıfat Ilgaz’ın başına onca hastalıklar, sanatoryuma gidip
gelmeler, öğretmenlikten kopmak zorunda kalmalar arasında….
Rıfat Öğretmen’in İkinci
Dünya Savaşı döneminde yaşadıklarının bir kısmını Mustafa
Ural karakteriyle anlattığı kitap Karartma Geceleri adını taşır...Çok yıllar
sonra yönetmen Yusuf Kurçenli tarafından başarıyla sinemaya aktarılan Karartma
Geceleri kitap ve film olarak belge niteliği kazanır.
1940’larda Türkiye’nin
neler yaşadığı filmde de bütün çıplaklığıyla yeniden aktarılmıştır çünkü...Bir
çok ödül alan filmin başrol oyuncuları Tarık Akan, Nurseli İdiz ve Gülsen
Tuncer de romanı ete kemiğe büründürür Karartma Geceleri filminde....
Çok partili yaşamın ilk
yıllarında Aziz Nesin , Sabahattin Ali ve diğer arkadaşlarıyla, biri kapatıldığında hemen bir diğerini çıkarmaya
çalıştıkları Markopaşa’nın, Malumpaşa’nın, Merhumpaşa’nın bedelini ödeyenlerden
olur Rıfat Ilgaz da...
Şiirler , romanlar ,
anılar yazar ve en büyük silahı mizaha yaslanarak gülmeceye
yönelir... Rıfat Ilgaz’ın içine sinmese de onun eserinden yola çıkan ve sinemaya uyarlanan ‘Hababam Sınıfı’ filmleri önce
sinemada sonra da televizyonda izlenme rekorları kırar...
Herkesin gönlünün bir
yerlerinde Badi Ekrem, Hafize Ana , Kel Mahmut Hoca, İnek Şaban,
Güdük Necmi, Tulum Hayri... yaşamaya devam ediyordur çünkü....
Bu filmlerin başarısında
Rıfat Ilgaz ve yönetmen Ertem Eğilmez’in yanı sıra bir çırpıda akla geliveren ve maalesef bazı
isimleri artık aramızda olmayan Tarık Akan’lı, Münir Özkul’lu, Adile
Naşit’li, Şener Şenli, Kemal Sunal’lı, Halit Akçatepe’li, İlyas Salman’lı,
Ayşen Gruda’lı... efsane kadronun da büyük payı var...
Hababam Sınıfı
filmlerini, deyim yerindeyse kült yapan
, unutulmaz kılan unsurlardan biri de müziğidir..Aynı melodinin yavaş ve hızlı
versiyonu olarak belleklere kazınan filmin müzikleri de erken
kaybettiğimiz usta bestekar ve müzik
insanı Melih Kibar’a aittir...
12 Eylül 1980 darbesinden
1 yıl sonra yine yasaklı, yine sakıncalıdır Rıfat Ilgaz...
Doğduğu ve dönem dönem
yaşadığı yer olan Kastamonu’ya bağlı Cide’nin sokaklarında gözü bantlı, elleri bağlı
bir yerlere götürdüklerinde tam 70 yaşındadır.
Muhtemelen yine utanmıştır utanması
gerekenlerin de hesabına Rıfat Hoca...
Onca harala gürele ve
yaşananlar içinde yaşadığı tüm bu acılardan
daha fazla, “Dostum ” bildiklerinin ‘rüzgara göre yelken açan’ davranışları
batar gözüne Rıfat Ilgaz’ın. Sırf bu
yüzden, çok sevdikleriyle uzun süreler
görüşmemiş hatta bilerek,
isteyerek çocuklar gibi küs kalmayı yeğlemiştir Rıfat Ilgaz...
Öğretmenlik yıllarında
yazdığı unutulmaz şiirlerden biri de Çocuklarım adını taşır Rıfat
Ilgaz ‘ ın;
“ Sizi ben yoklama defterinden öğrenmedim
Haylaz çocuklarım
Sınıfın en devamsızını bir sinema dönüşü tanıdım
Koltuğunda satılmamış gazeteler...
Dumanlı bir salonda
Kendime göre karşılarken akşamı
Nane şekeri uzattı en tembeliniz...
Götürmek istedi küfesinde
Elimdeki ıspanak demetini
En dalgını sınıfın
Çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
Palto, ayakkabı yüzünden...
Kiminiz limon satar balıkpazarında
Kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder
Biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı
Tereyağındaki vitamini, kalorisini yumurtanın...
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta
Çevresini ölçtük dünyanın
Hesapladık yıldızların uzaklığını
Orta Asya'dan konuştuk
Laf kıtlığında...
Birlikte neler düşünmedik
Burnumuzun dibindekini görmeden
Bulutlara mı karışmadık
Güz rüzgarlarında dökülmüş
Hasta yapraklara mı üzülmedik
Serçelere mi acımadık kış günlerinde
Kendimizi unutarak....”
Rıfat Ilgaz, Ahmet
Haşim’in batı uygarlığı için kullandığı deyimle içi kurtlu bir elmaya dönen
imparatorluğun zor zamanlarında doğar...
Doğum yeri, hayatında daima çok özel bir yeri olan Kastamonu Cide’dir...Annesinin tanımıyla ‘derin
kar zamanında’ doğar Rıfat
Ilgaz...
Bu tanım , tarih olarak 1910
sonu ya da 1911 başıdır..
Ortaokul sonrası liseye devam etmek ister Rıfat Ilgaz ama babasının
ölümü nedeniyle Kastamonu Muallim yani
öğretmen Mektebi'ne kaydolur.. Mezuniyetinden sonra Gerede ve Akçakoca'da
ilkokul öğretmenidir. Bolu'daki yıllarında ilk evliliğini yapar ve bir kızı
olur. Askerlik yılları sonrası ilk eşinden ayrılan Rıfat Ilgaz Ankara’daki Gazi Eğitim’in Edebiyat bölümünden mezun olur...İkinci
evliliğinden de bir oğlu ve bir kızı olur Rıfat Ilgaz’ın....Bu evlilikten doğan
oğlu Aydın, Rıfat Ilgaz’ın sağlığında en
yakınında olacak ve ölümünden sonra da Çınar
Yayınlarının yükünü sırtlayacaktır....
Saltanat şiirinin bazı
bölümlerinde oğlu Aydın’a şöyle seslenir
Rıfat Hoca...
“ Sen otellerde benim konuğum
Bense dar günlerde senin evinde...
Kim ne derse desin
Saltanatımız baba oğul
Sürüp gidiyor işte!
Ne saray, ne yalı, ne köşk,
Ne bir dairecik, kooperatiften...
Ne Bebek sırtlarında bir çadır,
Bir gecekondu da yok, memleket işi
Taşlıtarlalarda...
(..)
Her saltanatın bir sonu var oğlum,
Buna musalla taşları şahit!
Son sözümü henüz söylemeden
İşte geldim, gidiyorum,
Altımda bir kuru tabut!
Tacım, tahtım sana emanet!”
Sürekli tekrarlayan
akciğer rahatsızlığı Rıfat Ilgaz’ı ömrü boyunca takip edecek ve hastaneleri,
sanatoryumları adeta dönem dönem evi gibi görecektir Rıfat Ilgaz...
Bu dönemler Rıfat Ilgaz
için çok zorlu geçse de Türk edebiyatına unutulmaz eserler kazandırmasına da
vesile olur....Sanatoryum sonrası İstanbul’daki öğretmenlik günlerinde eşi de
vardır artık Rıfat Ilgaz’ın yanında...Farklı okullarda öğretmen olarak görev
yaparken üniversitede de felsefe öğrencisidir Rıfat Ilgaz... Tosya'da yaşanan deprem
sonrası ağabeyinin yanına gittiği dönemde izlenimlerini yazar gazetelere.. 1944
yılında yayınladığı Sınıf isimli kitabıyla da
adliyeler ve hapishaneyle tanışır Rıfat
Hoca...
Bir süre saklanarak
yaşamak zorunda kalan Rıfat Ilgaz daha sonra teslim olur...6 aylık mahpusluğun
ardından öğrencilik hakkını da öğretmenlik hakkını da kaybetmiştir...
İlerleyen yıllarda kısa
bir süre tekrar öğretmenliğe dönse de bu hakkı tümüyle kaybeder bir gün Rıfat
Ilgaz...
Öğretmenlik hakkını
kaybetmek, sanatoryuma yatabilme hakkını
ve daha ötesi evliliğini de bilerek kaybetmek
demek olur Rıfat Ilgaz için…
Bu ayrılığı çocukları ve
eski eşinin huzuru için yaptığını belirtmiştir Rıfat Ilgaz yıllar sonra dostu Asım
Bezirci’ye hayatını anlatırken….
Bu açıklama bile dönemin
koşullarının ruhsal ve bedensel tahribatının ağırlığı için çok önemli fikir verir bizlere…
Sağlığı bozuk olan Rıfat
Ilgaz bu kez Heybeliada Sanatoryumuna
yatan bir hastadır...Tarihin her döneminde İstanbul’un güzel adalarından olan
Heybeliada’ya hasta olarak gidip yatmak orada refah içinde yaşamaktan çok
farklıdır elbette...İşte, Heybeli isimli şiirinin son
dizelerinde şunları söylemiştir Rıfat Ilgaz:
“...Nasıl sevmezsin Heybeli'yi,
Herkesin bağı bahçesi ayrılmış,
Denizde kotrası yalısı.
Ayırmış ayıran hastanesinde
Bizim de yatağımızı.”
Rıfat Ilgaz’ın zorlu hastane
günlerini bile aramak zorunda kaldığı koşulları, çok çarpıcı dille anlattığı bir başka şiiri de
Biraz
Daha Sabır adını taşır…
Rıfat Ilgaz şöyle anlatır
hissettiklerini bu şirinde de, her şeye
inat o iflah olmaz iyimserliğiyle:
“Gözünü yıldırmasın karakış,
Altında sağlama yatağın,
Hastanede sıran var.
Ne kaldı ki şurada,
Ekim, Kasım, derken Aralık
Sabrın tükenmezse eğer,
Heybelide'sin bahara doğru.
Bilirsin can boğazdan gelir,
Senin neyine şu bakır mangal,
Çıksın çadırcılara...
Bilmem işine yarar mı artık,
Şu duvardaki palto,
Yok işte çalışmaya dermanın!
Hele otursun şu barış yerine,
Sık dişini!
Her şey düzelecek yakında,
Her şey yoluna girecek;
Doktor kapına gelecek,
İlaçlar ayağına.
Bakma kesildiğine terkosun
Şerbet akacak çeşmelerden!
Bu sıcağa kar mı dayanır,
Dirilirsin bayrama varmadan,
Kalkarsın ayağa.
Sıtmalı kızının
Doya doya öpersin yanaklarını.
Biraz daha sabır, aslanım,
Biraz daha sabır!”
1966 yılında Rıfat Ilgaz'ın oyunlaştırdığı Hababam Sınıfı romanı Ulvi
Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelenir. Afet Ilgaz’la evliliğinden Defne
adını verdiği bir kızı daha olur Rıfat Ilgaz’ın…
Sınıf Yayınları'nı kurar ve kendi kitaplarını
yayınlamaya başlar. Hababam Sınıfı kitabının filme çekilmesinde ilginç hikayeler yaşanır...İlk denemede, senaryo sansüre takılır
ve Umur
Bugay'ın senaryosuyla sansürden geçer...
Hababam Sınıfı filmi Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde
çekilmiştir… Rıfat Ilgaz sonuçtan mutlu
olmaz çünkü ona göre film sansürden geçerken törpülenmiş, topluma dair eleştiri ve gözlemler
yerini yalnızca eğlenceye ve komikliğe
bırakmıştır….
Rıfat Ilgaz senaryoyu
beğenmez , tatmin edici telif ücreti alamaz ama Hababam Sınıfı filmleri
ortalığı deyim yerindeyse yıkar geçer....
İlk filmin ardından nice Hababam filmleri çekilecektir yıllar içinde...
1974 yılında emekli
olduğunda altmışlı yaşların ortasındadır Rıfat Ilgaz…Doğduğu yer olan Cide'ye yerleşir…Son eşinden de kopmuştur… 28
Mayıs 1981 ‘de Yıldız Karayel romanını yazarken gözaltına alınır…Doktor
muayenesi ister…Kronik akciğer hastalığını kanıtlayınca sanatoryuma yatırılır.
Serbest kalınca Oğul Aydın’la
çok daha fazla bir aradadır artık…Bir şiirinde şunları ne güzel söylemiştir
Rıfat Ilgaz;
“ Geride kalanlara ne bırakacağım,
Çocuklarıma,
Onların da çocuklarına?
Olsa olsa
Karadeniz'den payıma düşeni…
Beş on evlek yer gökyüzünden.
Ne vermek istedimse sağlığımda,
Ne veremedimse,
Gizlenip kaçışlardan.
Biliyorum bu yüzden
Yokluğumu çekmeyecekler,
Hep yaşıyormuşum gibi gelecek onlara
Biraz ötelerde, uzaklarda.
Babamız diyecekler, dedemiz,
Dur durak bilmezdi,
Dert nedir, tasa nedir bilmezdi…
Neyi bildiğimi bilmeyecekler.”
1993 yılının alev
sıcaklığı ve duman karalığındaki 2 Temmuzunda yaşanan
Sivas Yangını’ndan sonra,
olanları anlamakta zorluk çeker Rıfat Ilgaz herkes gibi…
Yaşananlara inanamaz….
Hayatta zaman zaman ters
düştüğü ama dönem dönem birlikte yürüdüğü arkadaşı Aziz’in yani Aziz Nesin’in, onlarca insanın ve aslında Türkiye’nin başına gelenleri
tanımlamakta güçlük çeker.
Bu yüzden aynı Rıfat
Ilgaz ölümünden bir iki gün önce,
“Yaşamla ölümün bir
anlamı kalmadı. Her şey yalama oldu! Artık hiçbir şeye inanmıyoruz. Yaşama da
inanmıyoruz. Artık yaşam yalama oldu. Evden dışarı çıkmamak mı lazım? Artık hiç
bir şeyin ama hiç bir şeyin anlamı kalmadı
” diye dile getirir aklından, beyninden geçenleri...
Rıfat Hoca’nın 82 yıllık beyni de yüreği de
doludizgin gidilen çıkmaz sokağı anlamakta yetersiz kalmıştır...
Sıvas’ta yaşanan acının
Rıfat Ilgaz için katmerli bir yanı da ,
bütün ömrü boyunca bir karınca gibi emek emek çalışan , edebiyatımıza büyük
çalışmalar armağan eden yakın dostu Asım Bezirci’nin de onlarca insan
gibi yok yere ölmüş olmasıdır…
Zaten, ölümüyle Sivas
Olayları arasındaki zaman bir haftayı bulmayacaktır...
Tarih 7 temmuz 1993’ü
gösterdiğinde bedeniyle yoktur artık Rıfat Ilgaz..
Oğul Aydın Ilgaz yıllar
içinde çok yakın iki dost olabilmeyi de başardıkları babasının ardından, Rıfat
Ilgaz’ın sağlığında başlattıkları ‘Çınar Yayınları’ adımlarını atmaya
devam eder.
İstanbul ’da açılan Rıfat
Ilgaz Müzesi’ni kazandırırken “ Buraya
gelin, babamın kütüphanesindeki kitaplardan yararlanın, buraya sahip çıkın ,
burayı yaşatın. Babam da bunu isterdi ” diye seslenir oğul Aydın Ilgaz…..
Rıfat Ilgaz için
Türkçenin yeri bambaşkadır ve bir şiirinin başında şöyle seslenir çocuklara ,
Annenden öğrendiğinle
yetinme
Çocuğum, Türkçe'ni
geliştir.
Dilimiz öylesine güzel
ki
Durgun göllerimizce
duru,
akar sularımızca
coşkulu…
Ne var ki çocuğum,
Güzellik de bakım
ister!
Rıfat Ilgaz, bir şiirinde de şunları yazmıştır;
“ SINIF'ın ozanıyım mimli,
HABABAM SINIFI'nın yazarıyım ünlü.
Kim ne derse desin,
Çocuklar için yazdım hep.
Canım yansın diye
İşimden atarlar sık sık,
Acısını hep çocuklar çeker…
Kendi öz çocuklarım,
Benden önce.
Şunu demek istiyorum!
İki iş tuttum ömür boyu köklü.
Çocukları okutmaktı ilk işim,
İkincisi,
Yazdığımı çocuklara okutmak.
Ne gençlerden, ne çocuklardan
Bir yakınmam yok
Arap'ın dediği doğru:
"Çocuk mazbut…"
Memleketse görülüyor işte,
Güllük gülistanlık…
Ne var ki güllerin dikeni çok!”
Can Yücel de , Rıfat Ilgaz’ı tanımladığı
güzelim bir şiir yazmıştır ;
“Ilgaz
Anadolunun
Sen yüce bir dağısın
Eteklerinde
kitaplar....”
diyerek...
Aydın mısın ? şiirinde
Rıfat Ilgaz da şunları demişti ;
“ Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri
gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun ?
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm
dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları
yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol..”
Rıfat Ilgaz son şiirinde
de şunu demişti ;
“ elim birine değsin
ısıtayım üşüdüyse
boşa gitmesin son
sıcaklığım...”
Ölümünün 20. yıldönümünde
Rıfat Ilgaz’ı derin bir saygıyla anarak...
( murat örem / 08
temmuz 2013 / ankara...)
Oldukça faydalı bir bilgi paylaşımı olmuş. Teşekkürler.
YanıtlaSil