*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

8 Temmuz 2013 Pazartesi

rıfat ılgaz; " elim birine değsin / ısıtayım üşüdüyse / boşa gitmesin son sıcaklığım...” diyen son mohikan...


82  yıllık  çok dağdağalı ama onurlu bir ömür...

Zorlu , acılı, müzmin hastalıklarla kuşatılmış ama bir o kadar da inatçı kararlı ve pes etmeyen bir çınar misali yaşanan ömür hem de...



Türk   edebiyatı  ve düşünce hayatının kendisine çok şey borçlu olduğu toplumcu yazar ve aydındı   Rıfat Ilgaz ....



Kimileri ‘öğretmen’ olarak tanıdı Ilgaz’ı.

Gerçekten öğretmenlik de yaptı Rıfat Ilgaz bir gün bu hak elinden tümüyle alınana kadar...  



Kimileri onlarca baskı yapan Hababam Sınıfı kitaplarından , kimileri de orasından burasından  ’esinlenile  esinlenile ‘  Rıfat Ilgaz’ın  yazdığından daha başka  şey olan Hababam Sınıfı filmlerinden tanıdı Rıfat Ilgaz’ı .



Hani,  televizyonlarda, eskisi yenisiyle hala tekrar tekrar gösterilen ve Rıfat  Ilgaz’ın bunca filmden hak ettiği telifi hiç alamadığına inandığı yazdıklarımdan çok farklı olmuş diyerek  benimseyemediği    Hababam Sınıfı filmlerinden ...



Bazılarına  göre ‘iflah olmaz bir muhalifti !’  Rıfat Ilgaz.



Zaten şiirlerini topladığı, sonraları başına çok işler açan ilk kitabının adı da neresinden bakılırsa bakılsın farklı  ve tehlikeli bir şeyi  çağrıştırıyordu...



Böyle bir kitabın  SINIF’  adını taşıması çok sakıncalıydı...

O dönemde de  daha sonraları da ‘sınıf’   kavramı (!) çok işler açtı Rıfat Ilgaz’ın başına onca hastalıklar, sanatoryuma gidip gelmeler, öğretmenlikten kopmak zorunda kalmalar arasında….



Rıfat Öğretmen’in İkinci Dünya Savaşı döneminde yaşadıklarının bir kısmını   Mustafa Ural karakteriyle anlattığı  kitap Karartma Geceleri adını taşır...Çok yıllar sonra yönetmen Yusuf Kurçenli tarafından başarıyla sinemaya aktarılan Karartma Geceleri kitap ve film olarak   belge niteliği kazanır.



1940’larda Türkiye’nin neler yaşadığı filmde de bütün çıplaklığıyla yeniden aktarılmıştır çünkü...Bir çok ödül alan filmin başrol oyuncuları Tarık Akan, Nurseli İdiz ve Gülsen Tuncer de romanı ete kemiğe büründürür Karartma Geceleri filminde....



Çok partili yaşamın ilk yıllarında Aziz Nesin , Sabahattin Ali ve diğer arkadaşlarıyla,  biri kapatıldığında hemen bir diğerini çıkarmaya çalıştıkları Markopaşa’nın, Malumpaşa’nın, Merhumpaşa’nın bedelini ödeyenlerden olur Rıfat Ilgaz da...



Şiirler , romanlar , anılar yazar  ve  en büyük silahı mizaha yaslanarak gülmeceye yönelir... Rıfat Ilgaz’ın içine sinmese de onun eserinden yola çıkan  ve sinemaya uyarlanan  ‘Hababam Sınıfı’ filmleri önce sinemada sonra da televizyonda izlenme rekorları kırar...



Herkesin gönlünün bir yerlerinde  Badi Ekrem,  Hafize Ana , Kel Mahmut Hoca, İnek Şaban, Güdük Necmi, Tulum Hayri...  yaşamaya devam ediyordur çünkü....



Bu filmlerin başarısında Rıfat Ilgaz ve yönetmen Ertem Eğilmez’in yanı sıra  bir çırpıda akla geliveren ve maalesef bazı isimleri artık aramızda olmayan Tarık Akan’lı, Münir Özkul’lu, Adile Naşit’li, Şener Şenli, Kemal Sunal’lı, Halit Akçatepe’li, İlyas Salman’lı, Ayşen Gruda’lı... efsane kadronun da büyük payı var...



Hababam Sınıfı filmlerini, deyim yerindeyse  kült  yapan , unutulmaz kılan unsurlardan biri de müziğidir..Aynı melodinin yavaş ve hızlı versiyonu olarak belleklere kazınan filmin müzikleri de erken kaybettiğimiz  usta bestekar ve müzik insanı Melih Kibar’a aittir...



12 Eylül 1980 darbesinden 1 yıl sonra yine yasaklı, yine sakıncalıdır Rıfat Ilgaz...

Doğduğu ve dönem dönem yaşadığı  yer olan Kastamonu’ya bağlı Cidenin sokaklarında gözü bantlı, elleri bağlı  bir yerlere götürdüklerinde tam 70  yaşındadır.  Muhtemelen yine utanmıştır  utanması gerekenlerin de hesabına Rıfat Hoca...



Onca harala gürele ve yaşananlar içinde  yaşadığı tüm bu acılardan daha fazla, Dostum bildiklerinin  ‘rüzgara göre yelken açan’ davranışları batar gözüne  Rıfat Ilgaz’ın. Sırf bu yüzden,  çok sevdikleriyle uzun süreler görüşmemiş  hatta  bilerek,  isteyerek çocuklar gibi küs kalmayı yeğlemiştir  Rıfat Ilgaz...



Öğretmenlik yıllarında yazdığı unutulmaz şiirlerden biri de Çocuklarım  adını taşır   Rıfat Ilgaz ‘ ın;



“ Sizi ben yoklama defterinden öğrenmedim

Haylaz çocuklarım

Sınıfın en devamsızını bir sinema dönüşü tanıdım

Koltuğunda satılmamış gazeteler...



Dumanlı bir salonda

Kendime göre karşılarken akşamı

Nane şekeri uzattı en tembeliniz...



Götürmek istedi küfesinde

Elimdeki ıspanak demetini

En dalgını sınıfın



Çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun

Palto, ayakkabı yüzünden...

Kiminiz limon satar balıkpazarında

Kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder

Biz inceleyeduralım aç tavuk hesabı

Tereyağındaki vitamini, kalorisini yumurtanın...



Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta

Çevresini ölçtük dünyanın

Hesapladık yıldızların uzaklığını

Orta Asya'dan konuştuk

Laf kıtlığında...



Birlikte neler düşünmedik

Burnumuzun dibindekini görmeden

Bulutlara mı karışmadık

Güz rüzgarlarında dökülmüş

Hasta yapraklara mı üzülmedik

Serçelere mi acımadık kış günlerinde

Kendimizi unutarak....”



Rıfat Ilgaz, Ahmet Haşim’in batı uygarlığı için kullandığı deyimle içi kurtlu bir elmaya dönen imparatorluğun zor zamanlarında doğar...



Doğum yeri,  hayatında daima çok özel bir yeri olan  Kastamonu Cide’dir...Annesinin tanımıyla ‘derin kar zamanında’  doğar Rıfat Ilgaz...



Bu tanım , tarih olarak 1910 sonu ya da 1911 başıdır..



Ortaokul sonrası  liseye devam etmek ister Rıfat Ilgaz ama babasının ölümü  nedeniyle Kastamonu Muallim yani öğretmen Mektebi'ne kaydolur.. Mezuniyetinden sonra Gerede ve Akçakoca'da ilkokul öğretmenidir. Bolu'daki yıllarında ilk evliliğini yapar ve bir kızı olur. Askerlik yılları sonrası ilk eşinden ayrılan Rıfat Ilgaz Ankara’daki  Gazi Eğitim’in Edebiyat bölümünden mezun olur...İkinci evliliğinden de bir oğlu ve bir kızı olur Rıfat Ilgaz’ın....Bu evlilikten doğan oğlu Aydın,  Rıfat Ilgaz’ın sağlığında en yakınında olacak ve ölümünden sonra  da Çınar Yayınlarının yükünü sırtlayacaktır....



Saltanat şiirinin bazı bölümlerinde  oğlu Aydın’a şöyle seslenir Rıfat Hoca...



“ Sen otellerde benim konuğum

Bense dar günlerde senin evinde...

Kim ne derse desin

Saltanatımız baba oğul

Sürüp gidiyor işte!

Ne saray, ne yalı, ne köşk,

Ne bir dairecik, kooperatiften...

Ne Bebek sırtlarında bir çadır,

Bir gecekondu da yok, memleket işi

Taşlıtarlalarda...

(..)

Her saltanatın bir sonu var oğlum,

Buna musalla taşları şahit!

Son sözümü henüz söylemeden

İşte geldim, gidiyorum,

Altımda bir kuru tabut!

Tacım, tahtım sana emanet!”





Sürekli tekrarlayan akciğer rahatsızlığı Rıfat Ilgaz’ı ömrü boyunca takip edecek ve hastaneleri, sanatoryumları adeta dönem dönem evi gibi görecektir Rıfat Ilgaz...



Bu dönemler Rıfat Ilgaz için çok zorlu geçse de Türk edebiyatına unutulmaz eserler kazandırmasına da vesile olur....Sanatoryum sonrası İstanbul’daki öğretmenlik günlerinde eşi de vardır artık Rıfat Ilgaz’ın yanında...Farklı okullarda öğretmen olarak görev yaparken üniversitede de felsefe öğrencisidir Rıfat Ilgaz... Tosya'da yaşanan deprem sonrası ağabeyinin yanına gittiği dönemde izlenimlerini yazar gazetelere.. 1944 yılında yayınladığı Sınıf  isimli kitabıyla da adliyeler ve hapishaneyle tanışır  Rıfat Hoca...



Bir süre saklanarak yaşamak zorunda kalan Rıfat Ilgaz daha sonra teslim olur...6 aylık mahpusluğun ardından öğrencilik hakkını da öğretmenlik hakkını da kaybetmiştir...



İlerleyen yıllarda kısa bir süre tekrar öğretmenliğe dönse de bu hakkı tümüyle kaybeder bir gün Rıfat Ilgaz...



Öğretmenlik hakkını kaybetmek,  sanatoryuma yatabilme hakkını ve daha ötesi evliliğini de  bilerek kaybetmek demek olur Rıfat Ilgaz için…



Bu ayrılığı çocukları ve eski eşinin huzuru için yaptığını belirtmiştir Rıfat Ilgaz yıllar sonra dostu Asım Bezirci’ye hayatını anlatırken….



Bu açıklama bile dönemin koşullarının ruhsal ve bedensel tahribatının ağırlığı  için çok önemli  fikir verir bizlere…



Sağlığı bozuk olan Rıfat Ilgaz bu kez  Heybeliada Sanatoryumuna yatan bir hastadır...Tarihin her döneminde İstanbul’un güzel adalarından olan Heybeliada’ya hasta olarak gidip yatmak orada refah içinde yaşamaktan çok farklıdır elbette...İşte, Heybeli isimli şiirinin son dizelerinde şunları söylemiştir Rıfat Ilgaz:

“...Nasıl sevmezsin Heybeli'yi,

Herkesin bağı bahçesi ayrılmış,

Denizde kotrası yalısı.

Ayırmış ayıran hastanesinde

Bizim de yatağımızı.” 



Rıfat Ilgaz’ın zorlu hastane günlerini bile aramak zorunda kaldığı koşulları,  çok çarpıcı dille anlattığı bir başka şiiri de Biraz Daha Sabır adını taşır…



Rıfat Ilgaz şöyle anlatır hissettiklerini bu şirinde de,  her şeye inat o iflah olmaz iyimserliğiyle:



“Gözünü yıldırmasın karakış,

Altında sağlama yatağın,

Hastanede sıran var.

Ne kaldı ki şurada,

Ekim, Kasım, derken Aralık

Sabrın tükenmezse eğer,

Heybelide'sin bahara doğru.

Bilirsin can boğazdan gelir,

Senin neyine şu bakır mangal,

Çıksın çadırcılara...

Bilmem işine yarar mı artık,

Şu duvardaki palto,

Yok işte çalışmaya dermanın!

Hele otursun şu barış yerine,

Sık dişini!

Her şey düzelecek yakında,

Her şey yoluna girecek;

Doktor kapına gelecek,

İlaçlar ayağına.

Bakma kesildiğine terkosun

Şerbet akacak çeşmelerden!

Bu sıcağa kar mı dayanır,

Dirilirsin bayrama varmadan,

Kalkarsın ayağa.

Sıtmalı kızının

Doya doya öpersin yanaklarını.

Biraz daha sabır, aslanım,

Biraz daha sabır! 



1966 yılında Rıfat  Ilgaz'ın oyunlaştırdığı Hababam Sınıfı romanı Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelenir.  Afet Ilgaz’la evliliğinden Defne adını verdiği bir kızı daha olur Rıfat Ilgaz’ın…



Sınıf Yayınları'nı kurar ve kendi kitaplarını yayınlamaya başlar. Hababam Sınıfı kitabının filme çekilmesinde ilginç  hikayeler yaşanır...İlk denemede, senaryo sansüre takılır ve Umur Bugay'ın senaryosuyla sansürden geçer...



Hababam Sınıfı filmi  Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde çekilmiştir…  Rıfat Ilgaz sonuçtan mutlu olmaz çünkü ona göre film sansürden geçerken törpülenmiş, topluma dair eleştiri ve gözlemler  yerini yalnızca eğlenceye ve komikliğe bırakmıştır….



Rıfat Ilgaz senaryoyu beğenmez , tatmin edici telif ücreti alamaz ama Hababam Sınıfı filmleri ortalığı deyim yerindeyse yıkar geçer....



İlk filmin ardından nice  Hababam filmleri çekilecektir yıllar içinde...



1974 yılında emekli olduğunda altmışlı yaşların ortasındadır Rıfat Ilgaz…Doğduğu yer olan  Cide'ye yerleşir…Son eşinden de kopmuştur… 28 Mayıs 1981 ‘de Yıldız Karayel romanını yazarken gözaltına alınır…Doktor muayenesi ister…Kronik akciğer  hastalığını kanıtlayınca sanatoryuma yatırılır.



Serbest kalınca Oğul Aydın’la çok daha fazla bir aradadır artık…Bir şiirinde şunları ne güzel söylemiştir Rıfat Ilgaz;



“ Geride kalanlara ne bırakacağım,

Çocuklarıma,

Onların  da çocuklarına?



Olsa olsa

Karadeniz'den payıma düşeni…

Beş on evlek yer gökyüzünden.



Ne vermek istedimse sağlığımda,

Ne veremedimse,

Gizlenip kaçışlardan.



Biliyorum bu yüzden

Yokluğumu çekmeyecekler,

Hep yaşıyormuşum gibi gelecek onlara

Biraz ötelerde, uzaklarda.

Babamız diyecekler, dedemiz,

Dur durak bilmezdi,

Dert nedir, tasa nedir bilmezdi…



Neyi bildiğimi bilmeyecekler.”



1993 yılının alev sıcaklığı ve duman karalığındaki 2 Temmuzunda  yaşanan  Sivas Yangını’ndan sonra,  olanları  anlamakta zorluk çeker  Rıfat Ilgaz herkes  gibi…



Yaşananlara inanamaz….



Hayatta zaman zaman ters düştüğü ama dönem dönem birlikte yürüdüğü arkadaşı Aziz’in yani  Aziz Nesin’in, onlarca insanın ve  aslında Türkiye’nin başına gelenleri tanımlamakta güçlük çeker.



Bu yüzden aynı Rıfat Ilgaz ölümünden bir iki  gün önce,

“Yaşamla ölümün bir anlamı kalmadı. Her şey yalama oldu! Artık hiçbir şeye inanmıyoruz. Yaşama da inanmıyoruz. Artık yaşam yalama oldu. Evden dışarı çıkmamak mı lazım? Artık hiç bir şeyin ama hiç bir şeyin  anlamı kalmadı ”  diye dile getirir  aklından, beyninden geçenleri...



Rıfat Hoca’nın 82  yıllık beyni de yüreği  de  doludizgin gidilen çıkmaz sokağı anlamakta yetersiz kalmıştır...



Sıvas’ta yaşanan acının Rıfat Ilgaz için  katmerli bir yanı da , bütün ömrü boyunca bir karınca gibi emek emek çalışan , edebiyatımıza büyük çalışmalar armağan eden yakın dostu Asım Bezirci’nin de onlarca insan gibi yok yere ölmüş olmasıdır…



Zaten, ölümüyle Sivas Olayları arasındaki zaman bir haftayı bulmayacaktır...



Tarih 7 temmuz 1993’ü gösterdiğinde bedeniyle yoktur artık Rıfat Ilgaz..



Oğul Aydın Ilgaz yıllar içinde çok yakın iki dost olabilmeyi de başardıkları babasının ardından, Rıfat Ilgaz’ın sağlığında başlattıkları ‘Çınar Yayınları’ adımlarını atmaya devam eder.



İstanbul ’da açılan Rıfat Ilgaz Müzesi’ni kazandırırken  Buraya gelin, babamın kütüphanesindeki kitaplardan yararlanın, buraya sahip çıkın , burayı yaşatın. Babam da bunu isterdi ” diye seslenir  oğul Aydın Ilgaz…..



Rıfat Ilgaz için Türkçenin yeri bambaşkadır ve bir şiirinin başında şöyle seslenir  çocuklara ,  



Annenden öğrendiğinle yetinme

Çocuğum, Türkçe'ni geliştir.

Dilimiz öylesine güzel ki

Durgun göllerimizce duru,

akar sularımızca coşkulu…

Ne var ki çocuğum,

Güzellik de bakım ister!



Rıfat Ilgaz,  bir şiirinde de şunları yazmıştır;



“ SINIF'ın ozanıyım mimli,

HABABAM SINIFI'nın yazarıyım ünlü.



Kim ne derse desin,

Çocuklar için yazdım hep.



Canım yansın diye

İşimden atarlar sık sık,

Acısını hep çocuklar çeker…

Kendi öz çocuklarım,

Benden önce.



Şunu demek istiyorum!

İki iş tuttum ömür boyu köklü.

Çocukları okutmaktı ilk işim,

İkincisi,

Yazdığımı çocuklara okutmak.



Ne gençlerden, ne çocuklardan

Bir yakınmam yok

Arap'ın dediği doğru:

"Çocuk mazbut…"



Memleketse görülüyor işte,

Güllük gülistanlık…



Ne var ki güllerin dikeni çok!”



Can Yücel de , Rıfat Ilgaz’ı tanımladığı güzelim bir şiir yazmıştır ;



“Ilgaz

Anadolunun

Sen yüce bir dağısın

Eteklerinde kitaplar....”



diyerek...



Aydın mısın ? şiirinde Rıfat Ilgaz da şunları demişti ;



“ Kilim gibi dokumada mutsuzluğu

Gidip gelen kara kuşlar havada

Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden

Tabanında depremi kara güllelerin

Duymuyor musun ?



Kaldır başını kan uykulardan

Böyle yürek böyle atardamar

Atmaz olsun



Ses ol ışık ol yumruk ol

Karayeller başına indirmeden çatını

Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm

Alıp götürmeden büyük denizlere

Çabuk ol



Tam çağı işe başlamanın doğan günle

Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden

Her satırında buram buram alın teri

Her sayfası günlük güneşlik

Utanma suçun tümü senin değil



Yırt otuzunda aldığın diplomayı

Alfabelik çocuk ol



Yollar kesilmiş alanlar sarılmış

Tel örgüler çevirmiş yöreni

Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende

Benden geçti mi demek istiyorsun

Aç iki kolunu iki yanına

Korkuluk ol..”



Rıfat Ilgaz son şiirinde de şunu demişti ;



“ elim birine değsin

ısıtayım üşüdüyse

boşa gitmesin son sıcaklığım...”



Ölümünün 20. yıldönümünde Rıfat Ilgaz’ı derin bir saygıyla anarak...






( murat örem / 08 temmuz 2013 / ankara...)






1 yorum:

  1. Oldukça faydalı bir bilgi paylaşımı olmuş. Teşekkürler.

    YanıtlaSil