*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

20 Temmuz 2013 Cumartesi

çetin altan ; "ekinoks"un aykırı kalemi...


Sevmezseniz,  derslerin en sevimsizlerindendir coğrafya
Severseniz hayatın en güzellerindendir okumak ve yazmak

Mesela , ekinoks der öğretmenler derslerde yıllar boyu  ama yoldan geçen on kişiye sorsanız nedir ekinoks diye en az yedisi bön bön bakar yüzünüze…

Milyonlarca insan vakti zamanında ders geçmek için ezberlemiştir ekinoksu ama okul bitince zihinler ekinoks defterini de kapamıştır, tıpkı  türev gibi integral gibi avagadro sayıları gibi  servet-i fünun gibi…

Oysa içselleştirilmeyen her bilgi hamallığa benzer
delikli kovaya nafile ve habire  doldurulan suya benzer….

suya da
kovaya da
emeğe de
yazıktır …

çok yazıktır…
çok çok yazıktır….

Ekinoks deyince biz, içinizden bazıları ekinoks, gün ve gecenin eşitlendiği tarihlerdir  diyorsa haklıdırlar…

Her sene ekinoks zamanında -ki biri 21 mart diğeri de 23 eylül’dür- bir düşünür ve  yazar gazetedeki köşesinden “gündüz ve geceler yine eşitlendi” diye başlar cümlesine ve Türkçenin imbiğinden damıta damıta kurar güzelim cümlelerini…

Gazeteci yazarın bu ritüelinde biraz da doğum tarihinin yılın en uzun gününün hemen arkasındaki  22 haziran olmasının  da duygusal bir payı vardır belki de…

Bilgisayar teknolojisine büyük ihtimal geçse bile daktilosunun yeri ayrıdır onun için hala…Gazetelerin kurşun harf kalıplarıyla hurufatlarla dizilip basıldığı teknoloji öncesi günlerden gelmiştir çünkü…

Seksen küsur yıllık ömrü boyunca onlarca kitap, onbinlerce yazı ve makale yazmış , yüzlerce davada belki de savunmalarını yine  daktiloyla kurgulamış, şimdi hepsi altmışlı yaşlarla selamlaşan evlatlarının ekmek parasını o daktiloda yazdıklarıyla emek emek kazanmıştır yarım asırdan fazladır….

Tatlı tatlı abartmayı ve dalgalı deniz gibi coşkuyla konuşurken ağzına baktırmayı sevdiği için şunları da yazıp söylemiştir yıllar boyu haklı olarak;

“ yahu siz ne diyorsunuz ;
ben fransa’da bunca kitap yazı makale yazsaydım,  
babadan kalma arsa üzerine kondurulan ev yerine 
aristokratlar misali şatom olurdu…”

İnanın haklıdır bu söylediklerinde Çetin Bey…
İnanın haklıdır bu söylediklerinde Çetin Altan….

Kendimizi sizinle kıyaslamayı düşünmenin hayali bile hem haddimizi hem  boyumuzu aşar ama “ biz de fransa’da yazıyor olsaydık şu blog yazılarını Çetin Bey, herhalde bizim de günde binlerle ifade edilen okurlarımız olurdu ama günlük iki yüz ziyaretçiye çok şükür diyoruz”  cümleleri geçer aklınızdan yazının tam burasında…

Daktilosunu pancar motoru olarak tanımlamıştır  Çetin Altan…
Hayatı da insanları da Türkçeyle tanımlamıştır onbinlerce yazıda…

Okumanın ve yazmanın günlük hayatın en alt sıralarında olduğu bir coğrafyada,  yazıyla düşünceyle  ayakta kalmanın  akıllı adam işi olmadığını ama bazıları için başka yol olmadığını da anlatmıştır defalarca…

Bugün 90’lı yaşlara giderken zihni açıktır Çetin Altan’ın…
Pancar motoru çalışmaktadır…
Daha nice yazılar yazsın nice yazlar nice ekinokslar  görsündür…

Bu yazı Çetin Altan’a ekinokslu bir selam olurken,  sizi de ey okur aşağıda 15 yıl önceki bir başka murat örem yazısına buyur edelim ;  Türk Edebiyatının çöl kumu sesli değerli ismi Enis Batur’un yazıp söylediklerinin başrolde olduğu cümlelerde….

Bir de aşağıdaki yazıyı okurken programın taa 15 yıl önce yayınlandığını unutmayın ve kaçıncı Çetin Altan’a varıldığını da kendinizce  tasavvur edin…

( murat örem / 19 temmuz 2013 / ankara….)

…………………..

çetin altan ; ekinoksun  aykırı kalemi….

“ Bereket yakından tanımıyorum, tanımadım onu. Yoksa görünce portresini değil de,   görünenin arkasında duran derin, karanlığını ışıklarla desteklese bile  loşluğunu korumuş çehresini çizmeye kalkışamazdım.

Bir insan tanımak aslında kimsenin, hiçbirimizin elinde değildir.

Dolayısıyla bu sefer bir portre kurmaya çalışacak değilim. Daha çok bir zihnin işleyiş evreleri üzerine kişisel bazı görüşleri yanyana dizmekle yetineceğim. Değil mi ki herkes tanıyor Çetin Altan’ı, kendi Çetin Altan’ını, onu ne kadar tanımadığımızı anlamanın bir yolu da hakkında düşünmeye başlamaktan geçer, diyebiliriz.

Bir insanı tanımadığımızın en sağlam kanıtı, onun hakkındaki kanılarımızdır....

Birinci Çetin Altan’ın  son dönemine yetiştiydim ben. Bir kaç arkadaşımla birlikte  1960’ların ikinci yarısında usul usul uyanmaya başlayan toplumsal bilincimizi  kışkırtan kalemlerden biriydi. Neydi o zaman bizi yazılarına çeken. Sanıyorum kimsede göremediğimiz yalınkılıç bir cüret buluyorduk yaklaşımında, yoksa değindiği konuları tartabilecek durumda, düzeyde olduğumuz söylenemezdi. Hemen ardından,  20’li yaşlarımızla birlikte o sorunları aştık, bundan herhangi bir şüphemiz yoktu. Kiekergaard ya da Troçki okuyorduk, bizim için Çetin Altan bitmişti...

            İkinci Çetin Altan’la 30 yaş dönemecinde karşılaştım. Çevremdekiler üst üste dikkatimi çekmeseler belki de göremeyecektim yaşadığı değişimi. Ne ki görenler az değildi nasıl olsa ulaşacaktı yankılar. Yılan nasıl soyunur, öyle soyunup yepyeni çıkagelmişti. Değişmeyi, dönüşmeyi, başkalaşmayı bireyine bir hak olarak tanımayan toplumumuzda buna kalkışmak, kabul görmüş  bir imgenin rantını yemek varken tehlikeli sulara  dalmak köktenci bir davranıştı. Hele bir de olumsuz dönüşleriyle başdöndüren onca omurgasız yüzünden değişmek fiili neredeyse kendiliğinden   bir olumsuzluk yüklenmişken.

            Çetin Bey de bilmez , nereden bilsin , 1982’de oturup uzun bir yazı yazmaya kalkıştım çıkışı hakkında, altından kalkamadım. Köylülerin piyano çaldığı , bilardo oynadığı dönemi hakkında mı ? diye yarı alaycı bir tonda soracaklar çıkacaktır. Aynı dönemi, kazulet, ideolojilerin birinden öbürüne hızla geçiliveren bir dönem olarak da yadedebiliriz. İkinci  Çetin Altan’ın önemi, benim gözümde kısır ütopyaların kısır hayalgücüne karşı  topyekün savaş açmasından geliyordu. Basmakalıp düşünceleri ,yaklaşımları  güçlü bir imge sistemini devreye sokarak berhava ettiydi o yıllarda. Parça tesirli bir bomba gibiydi, etkilerini dönüp taramak gerekir.

            Zaman geçti,  ikinci Çetin Altan’ın soluğu kesildi, bir kez daha  bittiğine hükmederek hayıflandık, rahatlayanların sayısını da küçümsememek gerekirdi. Öte yandan bir Çetin Altan yetebilirdi bir de ikincisini görmüştük ya, haydi haydi yeterdi, kimsenin  aklına bir üçüncüsü açıkçası gelmediydi. Oysa üçüncü Çetin Altan bir süredir aramızda. İlk ikisinden hız alan, birincinin korkusuzluğuyla, ikincisinin imgelem zenginliğini birleştirmiş ,taştan çıkarılmış cümlelerle  önümüze çıkıyor.

Çok yazdı, çok konuşuyor diyenlerimiz acaba işitmekten yanalar mı ?  Saymadım , bilmiyorum; Yaklaşık beş milyon yazılı cümle kurmuşsa bugüne dek – ki kırk bin yazıyla mümkündür bu- ilk günden şu güne hiç değilse  bin cümlelik bir antoloji kurmamız gerekirdi.

            İşte üçüncü Çetin Altan’ın nasıl hazırlandığını, neden ilk ikisinden  daha acımasız , çuvaldızlı sorular sorduğunu belki bu yoldan kavrayabilirdik.

Taş’tan  yontulmuş cümlelerin arasında şu soru da var ; 
“ Türkler   yeryüzünden silinse insanlığın kaybı (ne) olur (mu ? ) “

Bu soruyu kimse  istemiyor elbette.
Bir toplumda kimsenin karşılaşmak, yüzleşmek istemediği soruları hazırlayan bir beyin yoksa toprak  kurur , çatlar.

Üçüncü Çetin Altan’a dikkat.....
                                               -------
         Alkışlarla Yaşayanlar’daki 102. beraberliğimize  derinlikli bir yazıyla nokta koymaya hazırlanıyoruz. Sizlerle az önce paylaştığımız cümlelerle oluşan  yazıyı bundan aylarca önce kesip bir kenara koymuştuk.

19 Temmuz 1998 tarihinde Enis Batur imzasıyla Cumhuriyet Gazetesi’nde  karşımıza çıkan bu yazıyı sizinle paylaşmanın tam zamanı diye düşündük  geçtiğimiz günlerde  9. Kanal’da yayınlanan  söyleşiyi izleyince.

Çetin Altan her hafta yaptığı gibi Neşe Düzel’in sorularını yanıtlıyordu. Konu aşktı ve Çetin Altan Neşe Düzel’in “kim kimi ne kadar sever aşık olunca? “ sorusuna bir alıntıyla yanıt vermeyi seçmişti, “Nefret ettiği kadar “ diyerek...

Enis Batur’un da dediği gibi üçüncü Çetin Altan’a dikkat edin ve sağlıkla uzun ömürler dileyin  “etrafına her daim saçtığı akıl ışığından  küçücük bir hüzme de bana  düşsün diye ne yapmalıyım?”  sorusuna yanıtlar arayarak...

Bakın , Yeni Türkü güzelim bir çalışmada neler diyor .......
         -müzik /yeni türkü /  sesler yüzler sokaklar-

         Alkışlarla Yaşayanlar’dan bu haftalık da bu kadar.
Teknik yapımda Yasemin Zaloğlu’yla birlikte programı hazırlayan ve sunan ben Murat Örem, Alkışlarla Yaşayanlar’daki 102.  beraberliğimizden de merhaba diyorum....

         Keyfiniz daim olsun…
        
( murat örem / radyo anadolu / 20 Kasım l998 /ankara)                    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder