Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.
Bir çırpıda adını
verebilirsiniz Ece Ayhan’ın ; Türk
şiirinin en zor , en aykırı, en sivri
dilli , en keskin şairlerinden biri kimdir ? sorusuna cevap olarak...
çünkü ;
hayatı boyunca otoriteyle
ilişkisi netameli olan ,
hakkında olumlu olumsuz
çok fazla görüş beyan edilen,
kuşaktaşı isimlere göre
uzun ama zorlu yaşayan biridir Ece Ayhan...
ömrü boyunca keskin çıkışları olmuş,
dostları arkadaşlarıyla ilişkilerinde kırılmalar yaşamış,
şiirleriyle her kuşaktan kemikleşmiş okurlar bulmuştur
Ece Ayhan...
kişileri işleriyle değil
de kişiliğindeki
kusurlarıyla görmeyi seçenler yadırgayabilir Ece Ayhan’ı ve hayatını...
Oysa , Türk şiirinde , ikinci yeni şiir rüzgarında dün de bir Ece Ayhan vardı, bugün de var ve
yarın da olacak...
Ece Ayhan Çağlar, kurumsallaştırılmış,
resmileştirilmiş her başarıyı önce törenlerle kutlamayı seven yapının ısrarla
görmezden gelmeyi yeğlediği sivil
bir şairdir....
Türk şiirinin merkezinden
ısrarla kaçıp taşraya koşmuş, yerleşik olan ne varsa ona tersinden bakmayı huy
edinmiş, hatta tarihi tersinden yazmaya kalkmış bir isimdir Ece Ayhan…
Şair ve eleştirmen Enis
Akın Kekeme Türk Şiiri
kitabında şunları der ;
“Ece Ayhan’ı anlamak için İkinci Yeni şiirini anlamak gerekir; İkinci
Yeni’yi ve onların kendinden önceki şiirle aralarında çizdikleri çizgiyi
anlamaksa Türkiye Cumhuriyeti’ni baştan başa anlamayı, yani bu ülkenin son 100
yılını anlamayı gerektirir.
1950’lerin ikinci yarısına gelindiğinde, yaygın bir
şehirleşmeyle beraber Cumhuriyet’in mitleri tükenmenin ilk işaretlerini vermeye
başlıyordu; ‘muasır medeniyetlerin
seviyesine gelme’, ‘kalkınma gayemiz’, yerli malı haftası’ gibi hevesler
geçmeye başlıyor ve şehirlerde bireyler konuşmaya başlıyordu.
İkinci Yeni şairleri
bunun şiirini yazmaya cesaret etti; savunduğu yeni bir toplum değil, bireyin
kendisiydi.”
Enis Akın’ın saptamalarının
bir kısmına, tümüne ve Ece Ayhan’ın şiirine itirazlarınız olabilir . Ancak bazı isimler
dikkat çeken söylem ve itirazlarıyla , yerleşik olan düşünceye muhalif
yanlarıyla öne çıkmıştır hayatları boyunca..
Hem de bunu, acımasızca
eleştirdikleri sistemin iyi okullarında bin bir emek ve başarıyla eğitim görüp tam
da emeklerinin karşılığını maddeten ve manen görecekleri zamanda
yapmışlardır...
Bu , bir yanıyla
gerçekten şövalyece bir yaklaşımdır....
Ece Ayhan da bu
isimlerdendir...
Ece Ayhan yeniden
yazılmaya çalışılan tarihin, bir tarihten çok mitoloji olduğu
görüşünden hareketle ‘resmi’
olana sırtını dönmüştür..Aynı Ece Ayhan,
hayatının gençlik dönemlerinde kısa süre de olsa farklı idari görevlerde bulunmuş , ilçe mülki amirliği yapmış, uzun yıllar boyunca Türkiye’nin en
kilit idari makamlarına yönetici yetiştiren Mektebi Mülkiye’nin
sıralarında öğrenci olmuştur...
Ece Ayhan 1931 yılında
Datça’da dünyaya gelir. İlkokula ailesinin de memleketi olan Çanakkale Eceabat’ta
başlar. Ömrünün son yıllarının bir dönemini yine Çanakkale’de geçirecektir
yıllar sonra...
1940 yılında aile İstanbul’a
taşınır ve Ece Ayhan çocukluğunu İstanbul’un tarihi semtlerinde geçirir. Lise
yıllarından sonra da İkinci
Yeni’nin, Ece Ayhan’ın
deyimiyle söylersek, sivil
şiirin filizlendiği Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrencidir...
Ece Ayhan, İkinci
Yeni’nin, “parasız yatılı” kuşağın şiiri olduğunu söylemiştir ...
Cemal Süreya, Sezai
Karakoç, Ece Ayhan, İsmet Özel hep bu okulun öğrencileri olmuştur....
Ece Ayhan’ın ilk kitabı Kınar
Hanımın Denizleri 1959’da yayımlandığında, hem Türk şiiri hem de İkinci
Yeni için büyük bir adımdır... Bu kitapta yer alan “nasıl bir ağaçdıysak çocukken / tümleçleri özneleri nasıl
unuttuysak denizde” dizeleri, onun kurmaya başladığı şiiri hakkında da ilk ipuçlarını verir.
Medeniyetlere
ve tarihsel olaylara göndermeleriyle de İlhan Berk’e benzetilir Ece Ayhan’ın
şiiri....
Ece Ayhan kimilerine
göre, şiirlerindeki toplumcu yanını, daha
çok bireyin, devlet, doğa ve tarih karşısındaki konumuna hatta kaçınılmaz
mağlubiyetine göre anlatarak öne
çıkarmıştır...
Edip Cansever, Ecegilleri
Okumak başlıklı yazısında Ece Ayhan’ın dille ilişkisini çarpıcı bir şekilde
şöyle saptar: “Ece Ayhan şiirinin kilit noktası dildir. Peki neden bu kadar seviyor
dille oynamayı Ece Ayhan? Yaşamadığı çağların, hatta yaşarken
bile yaşamıyor göründüğü bir çağın, o hiç yazılmamış duygular tarihini ele
geçirmek için. Bu yüzden kurulu bir şiir dili onun ilgisini çekmez hiç. Elinde
değildir çünkü. Neyi anlattığından çok, kendinde neyin anlatıldığını deniyor
gibidir. Ya da tarihin derinliğinden bir ses, ona geçmişin gizlerini
fısıldıyordur arada.”
Ece
Ayhan tarihi kendi tasavvurunda dönüştürüyor ve geçmişin rövanşını alıyordur adeta. Her zaman iktidar olanların , onun deyimiyle
“sarışın”
ların yazdığı tarihi, “karaşın” bir delikanlı olarak silmek
isteyen yanı vardır Ece Ayhan’ın...
“Silgiler silerken silinirler de”
sözünün sahibi olan Ece Ayhan, Mülkiye’yi bitirdikten sonra 2 yıla yakın
kaymakamlık yapar ama sonra devlet idaresi dersinden ! kaydını sildirir.
Yazar
Sıddık Akbayır’a göre, “Muhalif olduğu içindir ki dili muhalefet
aracı olarak kullanır” Ece Ayhan ve “Dilde muhalefet'i bir şairlik oyunu değildir. Ona göre, tarihine,
değer yargılarına, ahlakına karşı çıkılmayan bir düzenin diline muhalif olmanın
hiçbir anlamı olamaz. Terbiyelilerle aynı safta olmadığı içindir ki o argoyu
bol bol kullanır. Ayaktakımının dilini şiire sokar. Terbiyelilerin dilini
bozar; Ecece denilebilecek bir dil oluşturur.”
Ece
Ayhan, bugün bile büyük tartışmalar yaratan “sivil toplum” kavramını dile getiren şair
olmuştur. Devlet ve birey mücadelesinin çok önemli bir sorun olduğunu ve
bireyin kaybetmekten yorulduğunu anlatır şiirlerinde ve şunu der ;
Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim....
Kavramlar,
yönetimler kendi tabularını yaratarak bireyi ezmekte ve yapayalnız
bırakmaktadır Ece Ayhan’a göre....Bu keskin söylemler Ece Ayhan’ı da yalnız
bıraktırır elbette...
“Şiirimiz karadır abiler" der...
Şiirimiz mor külhanidir der...
Ve üzerinde uzun uzun
düşünülmesi gereken bir mısra daha söyler ;
“Aşk örgütlenmektir bir
düşününün abiler" diyerek...
Oysa, 1970’lerin Türkiyesinde aşktan bahsedenler genellikle örgütlenmekten,
birlik olmaktan bahsetmez ya da bahsedemez...
Örgütlenmekten , birlik
olmaktan bahsedenler de aşktan bahsetmeyi basitlik ve zaaf olarak görür.
Toplumsal ideallere
ömürlerini adayanlar, büyük ve samimi hayalleri olanlar toplumun her nedense tek tek bireylerden oluştuğunu unutmuş
gibidir..
Ormana bakarken ağaçları görmez
kimseler...
Ece Ayhan bir ‘dipyazı’sında
şiirin toplum tarafından algılanılışına da değinir ve şöyle der: “Tekin
değildir şiir pek, iyi gözle bakılmaz ona, taş atar durup durduğu yerde
dalgalara...”
Ece Ayhan’ın “devletle yaralanmamış” bir şiirin
peşinde koşarak yorduğu beyni sağlığını erken sayılabilecek yaşlardan itibaren
yoklamaya başlar. 1974’ten ölümüne kadar yaklaşık 30 yıl boyunca beynindeki tümörün yol açtığı hastalıkların
sıkıntılarıyla yaşar.
Oğuz Atay gibi 43 yaşında bu dünyadaki konukluğu sona ermemiştir
ne mutlu ki yine de Ece Ayhan’ın...
Sağ kulağındaki ileri
derecede işitme engeli ve sağ gözündeki hasarın
sebebi beyindeki tümördür...
Ece Ayhan ikili ilişkilerinde, arkadaşlıklarında da büyük sorunlar yaşamış bir isimdir... Uyumsuz,
muhalif ve aksi tavırlarıyla arkadaşlarına da illallah dedirten bir
yanı olmuştur Ece Ayhan’ın.
Parasızdır, hastadır ve çok acil yurt dışında ameliyat olması gerekir Ece Ayhan’ın. Büyük bir dayanışmayla
para toplanır zorlukla ameliyat ettirilir ve biraz iyileşen Ece Ayhan’ın ilk
işi paramı
gasp ettiler düşüncesiyle arkadaşlarından şikayetçi olmaktır...(!)
Görev yaptığı dönemlerde de ilişkileri med cezirli olmuştur Ece Ayhan’ın...Belki de
1970’lerde iyice ortaya çıkan tümörün çok eskilerden beri Ece Ayhan’ın duygu ve
düşünce dünyasına oynadığı bir oyundur bu...
Son yıllarında derin ekonomik sıkıntı yaşayan Ece
Ayhan, Çanakkale Belediyesinin yardımlarını görür ve sosyal güvenceye kavuşur... Sağlığı gün gün bozulan
ve bacakları felç olan Ayhan, yakın dostu Metin Üstündağ’ın yardımıyla Ağustos
1999’da Çapa Tıp Fakültesi’ne yatırılır. Hastane sonrası İstanbul’da huzurevindedir....
Felci kısmen atlatan Ece Ayhan, Nisan 2001’de
Çanakkale’ye ata toprağına yerleşir tekrar...Düzenli ve yerleşik bir hayatı
başaramayan Ece Ayhan bir aykırılık daha
yapar ve dostlarını terk ederek
Çanakkale’den İzmir’e geçer.
13 Temmuz 2002 tarihinde de Ece Ayhan’a ait ömür
sayfası da kapanmış olur 71 yaşındayken....
Sonuna kadar sivil olmakta direnmiş, sarışına
inat karaşın olmayı seçmiş, aykırı ve uyumsuz dönemleri çok olmuş ama şiire
sırtını hiç dönmemiş , gelgitli bir hayat yaşamış, otoriteyle , insanlarla ve
kendisiyle her daim meselesi olmuş hakkıyla zor bir isimdir Ece Ayhan...
Yalınayak Şiirdir başlıklı mısralarının
bir yerlerinde
Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük
Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim
diyen,
Şiirimiz gül kurutur abiler
diye seslenen şairdir Ece Ayhan...
Bir şiirinde
“ Uç doğu anadolu'yu anlatacaktır
öğretmen, haritayı asar
Bütün sınıf
korkmuştur; göller, ırmaklar dökülecekler “
diyerek noktayı koymuş,
Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
En geniş zamanlı bir şiir yazacağız
demiş de bir
isimdir Ece Ayhan...
Hemen bütün şiirlerinde kara tahtanın önünde solgun
yüzlerle bakan öğrencileri , insanları anlatmıştır....
Temel kavramları akıl
yoluyla sorgulamak, tartışmak daha iyisine ulaşmak için kırıp dökmeden
eleştirmeyi de bilmek yerine daha çok kutsamayı
seven bir coğrafyada, adeta yüzyılların
acısını çıkarmak isteyen bir reddiyeyle
bütün kavramlara savaş açan ve hakkıyla aykırı olan Ece Ayhan’ı anmaya kalkışmak
bıçak sırtı bir iştir...
Bazı şairler,
edebiyatçılar, aktörler çoğu zaman duymaktan mutlu olduğumuz, kutsadığımız kavramların tam tersini dile getirerek
hepimizin duygu dünyasını alaşağı eder...
Ece Ayhan bu gruptan
olmuştur....
Bu yazıda da son sözü Zambaklı
Padişah şiiriyle Ece Ayhan’a bırakalım ölümünün 11. yıldönümünde...
“Ne zaman elleri zambaklı padişah
olursam
Sana uzun heceli bir kent vereceğim
Girilince kapıları yitecek ve boş!
Azizim, güzel atlar da güzel şiirler
gibidirler
Öldükten sonra da tersine yarışırlar,
vesselam.....”
( murat örem / 10 temmuz 2013 /
ankara ...)
(alper beşe’nin çok değerli katkılarıyla...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder