Gündemi takip edenler haberdar
olmuştur çoktan...
Bugün, yani 25 temmuz 2013’te
ajanslara sabah düştü haber ; “ispanya’da yaşanan son 50 yılın en büyük tren kazasında ölü sayısı korkulur ki 100’e
ulaşacak...”
Bir trene, uçağa , otobüse
biniyorsunuz...
Gideceğiniz yer var...
Göreceğiniz sevdikleriniz var...
Sonra bir anda kocaman bir kuyunun içine
düşüyorsunuz...
Ya da sevdiğinizi bir trene, uçağa,
otobüse bindiriyorsunuz...
Ayrılırken “görüşürüz” diyorsunuz...
“hayırlı yolculuklar” diyorsunuz...
Sarılıyor, öpülüyor öpüyorsunuz
nefesinizi içinize çeke çeke evladınızı, karınızı, kocanızı, sevgilinizi,
arkadaşınızı, annenizi, babanızı...
Ya da aranız incir çekirdeğini
doldurmayan bir mevzudan dolayı biraz ‘limoni’ ve karşılıklı sitemler
ederken sarılmayı, öpmeyi bırakıp el sallayarak uzaklaşıyorsunuz, gardan,
aprondan, terminalden...
Kaprisiniz mübarek olsun....
Kaprisiniz uğurlu kademli
olsun...!!!!
Nasılsa daha çok zaman var değil mi
beraber geçirilecek...
Nasılsa daha çok imkan var değil
mi, nedensiz kaprislerinizi zamanı
gelince telafi edecek...
Peki , hakikaten bunun böyle olduğunu
, garanti olduğunu
Nereden biliyorsunuz ...
Kimin şu hayatla sözleşmesi var...
Evinizde insanlar var güler yüzünüzü
bekleyen...
Siz asın suratınızı...
Ya da onlar assın size...
Herkes sanki hep olacak o evde değil
mi ?
Nereden biliyorsunuz ?
Evinizde kitaplar var okunmayı
bekleyen...
Emekli olunca okuyacaksınız değil mi
?
Nereden biliyorsunuz ?
Aşağıdaki yazı bundan 15 yıl
öncesinin bir program metni...
Ben Mustafa İnan’ı Oğuz Atay’ın
kitabıyla tanıdığımda 20’li yaşlarımın başındaydım...Oysa 6-7 yaşından itibaren su içer gibi kitap okuyan
biri olarak çok daha erken tanışmak isterdim hem bu kitapla hem de Mustafa İnan
Hocamla....
Bu yazıyı okuyanlar içinden çocuklarına
yeğenlerine bu dünyayı tanıtan kaç kişi çıkarsa onlara olsun bir yaz selamı bu
yazıyla....
Şunu hiç unutmayın
Şunu hiç unutmayalım
“ hayat kısa / kuşlar uçuyor...”
( murat örem / 25 temmuz 2013 /
ankara ...)
......................
prof dr mustafa inan ;
leyli meccaninin
ve insanlığın akıl küpü...
Yokluk ve umarsızlıklar aşılarak var edilen
cumhuriyetin ilk döneminde yaşayan çocuk gençlerden oldu o da.
Ömrü boyunca da yakasında taşıdı yoktan
var edilen cumhuriyetin bilim adamı
olmasının onurunu.
Çünkü gerçek bir bilim adamı , hakiki
bir öğretmendi.
Mustafa İnan’ dı…
Çoğu dinleyici şu anda “ bir
şey ifade etmiyor bu isim bana” dese de,
Mustafa İnan yaptıkları, öğrettikleri,
varlığı hatta yokluğuyla bile Türkiye için her zaman çok şeyi ifade etti.
Seyyar posta memuru Hüseyin Avni Bey’in
oğlu olarak 1911 yılında Adana’da doğdu Mustafa İnan. Çok hastalıklı bir
çocukluk geçirdiği için işgal yıllarının yokluk günlerinde bile aile içinde
gözetilen çocuk oldu Mustafa İnan...
Hatta yıllar sonra ağabeyi Mustafa’yı
anlatan kardeşi Güzide belki biraz sitem
biraz da sitayişle şunu söylemeden
edemedi;
“ Memleketin ve hepimizin o yokluk
yıllarında çayına istediği kadar şekeri ailemizden yalnızca Mustafa Ağabeyim
koyabilirdi.”
Mustafa İnan çok zeki bir çocuktu...
Gerçi 4 yaşında Adana’nın sıcağında evde uyumamak için dama çıkmış uykusunda damdan düşmüş
ve babası bu olaydan yıllar sonra bile “bu
çocuk adam olmaz.” diye
söylenmişti ama Mustafa bütün
ortaokul ve lise yılları boyunca pantalon kemerine boru yapıp soktuğu tek
bir sarı defterle bugünkü adıyla parasız yatılıyı, zamanının adıyla
da Leyli Meccani’yi büyük bir başarıyla
bitirmişti.
Bütün ömrü, çevresindeki insanlara
hep birşeyleri içtenlikle öğretmekle geçti Mustafa İnan Hoca’nın. Bildiklerini saklama
yolunu seçmedi ya da günümüzde neredeyse bir erdem gibi pazarlandığı
haliyle, bilimi arsızca paraya tahvil etme yolunu seçmedi...
Yatılı okuldayken yatakhane
arkadaşlarına , üniversitede hocayken genç öğrencilerine, evde, sokakta, yoldayken
insanlara ve gurbet ellerdeyken hasta yatağında da kendisine serum veren hemşirelere hiç
yüksünmeden, erinmeden hep öğretti,
öğretti, öğretti Mustafa
Hoca...
Zamanın Mühendis Mektebi, bugünkü
adıyla İstanbul Teknik Üniversitesi’nin sınavlarına girerken etrafındaki şehir !
çocuklarınca küçümsenip “sen bu halinle kazanacağına inanıyor musun ?” sorusuna
“bir
deneyek bakak” dediği için şivesiyle de alay edilen Adanalı
Mustafa, sınav sonuçları
açıklandığında herkesin önüne geçmiş ve birinci
olmuştu.
Ancak bu başarısını , her fırsatta “ bu
çocuk adam olmayacak” diye
serzenişte bulunan babası Hüseyin Avni Bey’le paylaşamadı Adanalı Mustafa çünkü
Hüseyin Avni Bey 2 yıl önce tüm ailenin
geçim yükünü de oğlu Mustafa’nın omuzlarına bırakarak ölmüştü....
Üniversite
öğrenciliği ve sonrası Mustafa İnan için hep tercih edilmiş zorluklarla, gem
vurulmuş özlem ve beklentilerle ve tabi ki parasızlıkla
geçti. Sinemaların ucuz matinelerini kollarken bir taraftan da Divan Şiiri’nin bütün inceliklerini
öğrenerek o engin denizden haz almayı öğrendi.
Üniversiteli
Mustafa, sonradan eşi olan Jale Hanım’a ve daha bir çok genç
insana dersler vererek ayakta kalmaya çalışırken bile yaşadıklarından
şikayet etmedi...
İnanılmaz
bir inat ve coşkuyla öğrenmek ve öğretmek ekseni üstüne kurgulanan hayatının
içine mekanik profesörlüğünden ayrı olarak,
nefis
muhasebesini,
yokluğa
ve yoksunluğa efendice direnmeyi,
tüccar
kafalı bilim adamı olmamayı
ve
daha bir çok güzel şeyi
hiç
yüksünmeden
zarifçe
oturtmayı bildiğinde
yanında
eşi Jale İnan da vardı Adanalı Mustafa’nın .
Evliliklerinden
bir çocukları olduğunda Mustafa İnan
asistanından borç para almıştı hastahane masrafları için...Tüccar bilim adamı olacağım
demeyi aklından geçirmediği için çok uzun yıllar boyunca okula elinde sefertasıyla yürüyerek gidip gelmişti...
O zamanlar öyle bir zamandı
ve Mustafa İnan da öyle bir
adamdı....
Bugünün
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin temelindeki en anlamlı harçlardan biri
üniversitenin uzun yıllar rektörlüğünü de yapan Mustafa İnan
Hoca’nınkidir.
Binlerce
öğrenci geçti Mustafa Hoca’nın rahle-i tedrisinden yıllar içinde, Mustafa
İnan hakkında güzelim bir kitap yazan Oğuz Atay’ından Süleyman Demirel’ine kadar...
Hastalığının
son döneminde, üniversite senatosu ancak bir oldubittiye getirerek ikna
edebilmişti Mustafa Hoca’yı yurtdışında tedavi olması için…
Çünkü
Mustafa Hoca böylesi bir çabayı israf olarak tanımlıyordu...
Hastalığının
son evresinde gittiği “yaban ellerde” , 5 Ağustos 1967’de öldüğünde yalnızca 56 yaşındaydı
Mustafa İnan Hoca. Bu yabancı diyarlarda
her şey fazlasıyla düzenli ve soğuktu.
Mustafa
Hoca’nın ölümünün üzerinden yalnızca
saatler geçmişti ki , kocaman bir fatura geldi “masrafınız şu kadar”
diye hastahane yönetiminden.
Şaşırdı
eşi Jale İnan, duygudan, insanlıktan bunca arınmış mekanik bir hayata ve belki de içinden şunları geçirdi “Şu
anı yaşasaydı onca konuda hep aklın , muhakemenin yanında olan Mustafa’da
şaşırırdı bu işe , böylesine duygudan
uzak bir yaklaşıma kızardı da. Hem de çok.”
Yokluklar,
hastalıklar, başarılar, enayi yerine konmalar, tüccar kafalı profesör
olmaktansa insan yürekli bilim adamı olmaya dönük çabalar, “sen bu işi de yaparsın Mustafa,
haydi bize yardım ediver yalanlarına inanıyor görünüp, sırf bilimin hatırına
edilen karşılıksız yardımlar”
sona erdiğinde kimbilir kaç 56
yıllık yaşam ve anadolu kadar anlamlı isim bıraktı geride kalanlara Mustafa
İnan Hoca.
Aklın,
fikrin, düşünmenin ;
hurafeler,
destanlar ve futbol maçları kadar ilgi görmediği ,
göremediği
bir coğrafyada
yalnızca
biliyor olmaktan haz almak için,
insanlık
için kendini bilime adamayı bıraktı ...
Soğuk bir kış gününde karısının “bugün
de işe gitmeyiver Mustafa” teklifine, “ bizim işimiz şakaya gelmez,
yapıların planlarını layığınca
hesaplayıp üzerimize düşeni hakkıyla yapmazsak, öğrencilere
öğretmezsek binalar yıkılır, insanlar
ölür, bu ödenecek vebal değildir” diyen Mustafa Hoca’yı nasıl anlatalım ki şu üç beş dakikada...
Ey dinleyici sen bu cümlelerden sonra
cumhuriyetimizin değil ölmek hiç yaşlanmayacak
ilk bilim adamlarından Mustafa İnan’ın hayatını daha yakından öğrenmek istersen
işte öneri;
Mustafa İnan’ın öğrencisi de olan ve bundan büyük
gurur duyan Oğuz Atay’ın kaleme aldığı “Bir Bilim Adamının Romanı”
isimli kitabını okuyun ki hangi
değerleri yitirdiğimizi görüp o
boşlukları doldurmaya çalışın.
Türk Bilim’inin yokluklar ve daha çok da kayıtsız kalmalar
içindeki tarihinde İTÜ’nün, TÜBİTAK’ın bugünlere gelmesinde çok
büyük emek ve çabaları olan, profesör olmanın yükünü büyük bir şevkle taşımayı
bu işin nemasını yemeye her zaman ama her zaman, sorgusuz sualsiz
yeğleyen, Seyyar posta memuru Hüseyin
Avni Bey’in oğlu Adana’lı Mustafa’nın, Mustafa Hoca’nın, Mustafa İnan’ın anısı önünde saygıyla...
( radyo anadolu / kasım 1998 / murat
örem / ankara..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder