Zaman, izafidir…
Daha yeni bir dille söylersek, görelidir….
Fransızcadan geçmiş haline bakarsak rölativdir…
Zaman izafidir….
Rivayet odur ki (!) ;
İzafiyet
Teorisi’nin de tanımlayıcısı olan Einstein’e “nedir bu izafiyet meselesi hocam” diye sorduğunda bir öğrencisi,
elindeki cep telefonuna dalgın dalgın bakan Einstein şunu demiş ; “evlat, sıcak bir sobanın üzerindeki bir
saniye asır gibi gelir insana, sevdiğin birinin yanında geçirdiğin saatler de
bir saniye gibi….bak mesela ben elimdeki
telefondan maille şimdi
gönderdiğim fotoğrafın karşı tarafa ulaşması gereken üç saniyede üç yıllık yaşlandım çünkü benim için en önemli şey işte
buydu…izafiyet teorisi tam da böyle bir şeydir….”
Zaman
izafidir…
Sohbetini
sevdiğiniz bir dostun, dersini iyi
anlatan öğretmenin karşısında geçen uzun saatler iki dakika gibi gelir de
insana, bazen bankamatik önünde , nursuz bir işyeri arkadaşı yanında geçen üç
dakika ömürden çalar gider…
Kocaman
çalar gider hem de…
Çünkü
zaman izafidir…
Açılmasını
dört gözle beklediğiniz telefon ısrarla çalarken ve geçen saniyeleri uzun bir
yıl gibi algılarken siz , yalnızca dakikalar tutan anne babayla hasret telefonunu kapatırken bile paylaşılanların
tadı damağınızda kalabilir…
Zaman
izafidir…
Uzun
yılların emeğinin ortaya konduğu sınav
sonuçlarının açıklandığı günde dakikalar geçmez, tuttuğunuz takımın gol yememek
için defansa kapandığı son saniyeler bitip tükenmezken, aracınızla karşısında durduğunuz bir kırmızı
ışıkta yanan 60 saniyenin size mutluluk
verdiğini de yaşayabilirsiniz…
Hasta
ve ateşlenmiş bir evladın başında geçirdiğiniz 4 günde hiç mübalağa etmeden
söyleyebiliriz ki 14 yıl yaşlanabilirsiniz…
Çünkü
zaman izafidir…
1974
yılında küçücük bir çocukken siz ,
Kıbrıs çıkarmasında emri altındaki Mehmetçiklerin gözünün bebeğine baka
baka adaya çıkarma emrini ülkesi için yerine getiren komutanların simsiyah olan
saçlarının bir gecede bembeyaza döndüğünü etrafınızdan duymuşluğunuz varsa, daha bir inanırsınız zamanın izafiliğine…
Zaman
izafidir…
Aslında
hepsini kapsayan biçimde belki de zaman döngüseldir….
İçiçe
geçmiş matruşkalar gibi zaman da kendi halkası üzerinde ilerler…
Her
bir çemberi tamamladığında yeni bir halkanın üzerinde yürür belki de zaman…
Bundan
19 yıl önce yine bir 2 temmuz gününde gelmiştir o bebek Umur Örsan olarak…
Aradan
tam tamına 19 yıl geçmiş, bu kez
de, neredeyse 40 derece ateşlerle geçen
4 koca günün ardından çok şükür yeniden gelmiştir o bebek sağlıklı bir genç
adam olarak…
“En
az 4 kez daha ayrı ayrı 19 yıl görsün evladım / evlatlarım dersiniz”
yüreğiniz sızlayarak…
Aradan
geçen
19
yıla ,
228
aya,
6840
güne
bakarsınız
bakarsınız
bakarsınız
da…
aklınıza
sorular üşüşür…
“ben
ne arada bu kadar ak saçlı , gözlerinin altı torbalı bir
baba oldum yahu “
dersiniz…
“bu
çocuklar, Umurlar, Ardalar ne arada bu kadar kocaman oldular” dersiniz…
durup
durup
“zaman geçecek mi çalı diplerinden / anılar yürür gibi sulara” dizelerini hatırlarsınız şairin…
sonra
birden tam 20 yıl önce , yine bir 2
temmuzda genç yaşta ölümü soluyan bir
hekim ve şairin, Behçet Aysan’ın şu dizeleri
gelir aklınıza;
“kırgınım
saçılmış bir nar gibi / sessiz akan bir ırmağım gecede..”
sonra
yine 1999 yılının 2 temmuzunda temelleri atılan evin çatısına bundan sonra da ne yazda ne kışta hiç kar yağmasın dilekleri geçer
gönlünüzden…
öyle
öyle oturur yazarsınız, takvim 1 temmuzdan 2 temmuza giderken bir gece vakti bu
yazıyı…
oturur
yazarsınız aklınızdan geçenleri, “ yahu bu adam ne akla hizmet Einstein’ın eline de cep telefonu tutturmuş “ diyen
dikkatli okurlara da hınzırca göz
kırparak…
(
murat örem / 01 temmuz 2013 / ankara…
başlıktaki dizeler / "bir eflatun ölüm" şiiri / behçet aysan...
fotoğraf / umur örsan örem / süs narı / 2009 )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder