Hafızamın hatırla
dediği...
Aklımın unutmadım
dediği...
1987
yılı Temmuzunun son günleri ...
Hava
kararmaya yakın...
İstanbul’dan
kalkan otobüs memlekete götürüyor beni...
Üniversitede
ikinci yıl da bitti biter...
Muhtemelen
okuldaki bütünlemelerden dönüyorum evime yangından kaçan tilki misali...
Otoyolların
motoyolların olmadığı zamanlarda kıvrıla kıvrıla ilerliyor otobüs...
Çok sıcak bir
hava dışarda...
Çok dumanlı
bir hava otobüsün içinde...
Çok
dumanlı çünkü ben dahil neredeyse otobüsün tümü, fosur fosur sigara içiyor...
Maltepelerin
Samsunların Camellerin 2000’lerin HB’lerin....biri yanıyor biri
sönüyor...
Sigara
paketleri hala erkek çoraplarının içinde,
gömlek ceplerine terfi etmemiş daha...
Susayanlara
cam şişeler içinde ‘lavbela kabilinden’ su getiriyor muavin...
Radyoyu
açıyor şoför...
Derinden
derine gelen bir ses...
Uzun
dalga mı orta dalga mı kısa dalga mı bilmiyorum...
Ama
FM bandından değil yayın...
Hışırtılı
, cızırtılı bir fonda haber okuyor spiker ;
“ Libya diyor , Kaddafi diyor , ABD
başkanı diyor...Başbakan Turgut Özal diyor...
sesler
birbirine karışıyor...”
Elimde
yine bir kitap var...
Okuyorum
ama kulağım da haberlerde...
Birden
, “kalp
krizi , Bodrum , Örsan Öymen , öldü...“ kelimeleri çıkıyor spikerin
ağzından...
Kafamı
kaldırıyorum hoparlöre doğru...
Pencerenin
camından gördüklerime bakıyorum...
Tarladaki
insanlar, günebakanlar, çardaklar...
Çocukluğumdan
beri okuduğum Örsan Öymen ölen...
Tıpkı
İlhami Soysal gibi...
Burhan
Felek gibi...
Teoman
Erel gibi...
Maksi
Yalım gibi...
Haldun
Taner gibi...
Abdi
İpekçi gibi küçücük çocukluktan itibaren her yazısını sektirmeden okuduğum ama
hepsinden daha yakın bulduğum Örsan
Öymen ölen...
Dumandan
göz gözü görmez olmuş otobüsün içine bir dal cıgaralık katkı da benden oluyor
hemen...Örsan Öymen ölmüş diye...
Aşağıda
yazılanlar tam 15 yıl öncesinin metni...
Belki
biraz daha naiv yazılanlar...
Belki
ve mutlaka biraz daha amatörce...
Ama
geçmişimiz de bizim değil mi ?
Örsan
Öymen de bu ülkenin gazetecisi “muhabiri” değil miydi ?
( 17 temmuz
2013 / ankara / murat örem...)
............................................................
ÖRSAN ÖYMEN ; “cin mısırı gibi kalem...”
Türk Basın
Tarihine ve Türkiye’ye tanıklık etti Örsan Öymen...
1987 yılının Temmuz sonlarında öldüğünde de 49 yaşındaydı...
Mesleğini önce “muhabirlik” olarak tanımladı ve
olan bitene ayna tutarken habercilik ilkelerini unutmadı...
yalnızca
olanı yansıtmak,
polemik
batağında boğulmak yerine gerçeğin sesi
olmak,
yapıcı olmayı
yıkıcı olmaya yeğlemek,
insan olmanın
zaaflarını suiistimal konusu yapmamak
her zaman ve her
koşulda bütün olumsuzluklara rağmen
hınzırca
gülümseyen surete bürünerek göz kırpmak...
temel ilkeleriydi.....
Bu yüzden ,
Türkiye hızla 12 Eylül 1980’e giderken ve ortalık birbirine hakkıyla düşman
olmuş / düşman edilmiş gruplara kalmışken bile siyasi olarak durduğu yeri net
olarak ortaya koyduğu halde her parti ve fikirden insanlarla, politikacılarla
dahi nitelikli ilişkiler kurmayı
başardı...
O, Türk
Basınında güzel ve değerli bir kalemdi.
Örsan
Öymen’di…
Örsan Öymen
gazeteciliğe, Cihad Baban’la arkadaşlarının birlikte çıkardığı ve ağabeyi Altan
Öymen’in de Ankara temsilcisi olduğu Tercüman Gazetesi’nde Mustafa
Örsan takma isimli amatör bir haberiyle adım attığında yıl 1956’ıydı ve 18 yaşındaydı.
Mustafa Örsan’ın
Öncü
adlı gazetede 1960’tan sonra oluşturulan Kurucu Meclis’te yaşananları aktarması büyük beğeni topladı ve Örsan Öymen
işte bu dönemden sonra da hep aranan, söylediğine inanılan, anlattıklarından
dersler çıkarılan isim oldu...
1974 yılında Milliyet
Gazetesi’ne geçtiğinde de kendisine ayrılan köşeye ironi dolu bir ad
buldu Örsan Öymen, ‘Politika Kazanı’
diyerek…
Politika
Kazanı’nda siyasi gelişmeleri, bu gelişmelerin baş aktörleri olan
politikacıları anlatırken bile bayağılığa sığlığa prim vermedi...Olayların içinde olduğu halde taraf olmak, yangına
körükle giden adam olmak, danışıklı dövüşlü vakanüvislik yerine lisanı münasiple aktaran olmayı yeğledi.
Milliyet Gazetesi’ndeki 26 Eylül 1978 tarihli yazısında annesinin ölümünü
okurlarıyla paylaşırken ülkenin içinde bulunduğu kör teror ortamını
hatırlatıyor ve şunları söylüyordu Örsan Öymen;
“Ecelsiz genç
ölümlerinin bu denli ucuz olduğu bir ülkede zor geliyor insana eceliyle gidenin
ardından gözyaşı dökebilmek...
Vurduğunuz tuşlardan ak
kağıda yansıyan harfler sizi doğuran kadının, ananızın adını yazmış olsa bile
!
Gene zor geliyor, bir
kaç damla gözyaşı.”
“Ben
gazetelerde, radyolarda, televizyonlarda hem muhabir hem de spiker olmak
istiyorum, güzel olmak çok güzel olmak bu işe engel midir, bu işler için güzellikten başka sanki daha ne
gerekebilir ?“ diye ağdalananlara sorun “Örsan Öymen’i, Burhan Felek’i,
İlhami Soysal’i, Bedii Faik’i, Abdi İpekçi’yi tanıma şansınız hiç olmasa
da yazdıklarını zahmet edip okudunuz mu
? diye. Hani şu çok ünlü
fıkrada olduğu gibi “ Şart midur ? “ diye
soruyorlar mı , sormuyorlar mı mavi lensli gözlerini kırpa kırpa...
Çok insan
bilmez, Örsan Öymen iyi gazeteciliğinin yanında iyi bir televizyoncuydu.
Almanya yıllarında atmıştı adımını bu dünyaya.. Şimdilerde pek bir moda olduğu
için “şöyleiyiböyleiyiaraştırmacıgazeteciyim”
diye ortalarda salınanlara, yaşasaydı kimbilir yolunca yöntemince ne
dersler verirdi Örsan Usta.
TRT’nin ilk
yıllarının efsane haber spikeri Zafer Celasun’un, çalışma
arkadaşının ölümünün ardından yazdığı veda yazısını da şöyle bitirmiş Örsan
Öymen yıllar önce;
“ Şimdi TRT’den telefon
ediyorlar, eski arkadaşlarından anılar topluyoruz sen de bir şeyler yaz diye. Anılar, hangi
birisi. Şimdi bir teki kaldı. Ekrandaki yarı tebessümlü vesikalık resmi ve dışı
renkli içi çileli bir yaşamın kulaklarda yankılanan son cümlesi, ‘iyi akşamlar
sayın seyirciler !’
Örsan
Öymen’in, Abdi İpekçi cinayeti muammasını ve Rabıta’yı çözmek için Uğur Mumcu’yla nasıl
çabaladıklarını ilerlemiş yaşlarına
rağmen muhabirlik coşkusuyla olayların nasıl göbeğine atladıklarını bilenler
bilir...
Ölüm, Örsan
Öymen’i yakaladığında 1987 Temmuz’unun son günleriydi.
Bugün “
Politika Kazanı” yine kaynıyor ama siyaset ateşinde yaşananları o
kazanın içinde güler yüzlü imalarla, zeki esprilerle süsleyerek kaynatan Örsan Öymen aradan çekilivereli çok oldu.
Örsan Öymen’in
ölüm yıldönümlerinde sayfalarının yalnızca onda birini ayıran gazetelerle,
televizyon haber bültenlerinin, “bilmemkimin yeşil bikinisinin sırrının çözüldüğü” haberlerinden sonra gelen yasak savma dakikalarında “ Örsan’ı saygıyla anıyoruz” diyen televizyonları da saymazsak
kimselerin böyle bir ismin, böyle bir muhabirin, böyle bir dört dörtlük
gazetecinin eksikliğini duyduğu yok artık....
Daha garibi
ve şaşırtıcısı gazetecilerin çoğunun bu eksikliği dile getirdiği yok...
Oğul Örsan
Öymen 1 Eylül 1987 tarihinde, babasının kaybı daha taptazeyken baba Örsan
Öymen’in ardından yazdıklarını nasıl noktalamış ;
“ O iyi bir gazeteciydi, iyi bir televizyon ve
radyo programcısıydı, iyi bir yazardı. Ama ağzından ölüm fışkıran volkanın
önünde çocuksu ve hüzünlü dururken bunların önemi kalmıyor.
O, her şeyden önce iyi bir insandı ve
ben O’nu seviyordum.”
Hasan Cemal de ölümünün ardından şunları yazmıştı Örsan
Öymen’le ilgili ;
Sevgili Örsan;
Herhalde hatırlarsın o günü. 1979'un ağustosuydu. Sıcak bir gün.
Moskova Havaalanı'nda bizi Pekin'e
götürecek uçağı bekliyorduk. Dört beş saat vaktimiz vardı. Bir sofra donatmıştık hacı ağalar gibi.
Birkaç çeşit havyar, buz gibi Rus votkası, normali, biberlisi... Buğulanmış
yüksük gibi gümüşten kadehleri birbiri ardından yuvarlarken, ne kadar da
neşeliydik! Akşam vakti uçağa binerken
hayli çakır keyiftik ikimiz de.
"Kemerlerinizi bağlayınız!" anonsuyla uyandığımda sen daha
kalkmamıştın. Pekin'e doğru alçalıyorduk. Bloknotumu çıkarıp uçağın
penceresinden ilk izlenimleri yazmaya koyulmuştum ki, alaylı bir ses yükseldi:
"Ula Haso,
atlatirsen beni?.."
Bir an, kötü bir şey yaparken yakayı ele
vermiş gibi bir duygu; sonra da kahkahalar...
Ula Haso, atlatirsen
beni?..
Şimdi
kulağımda çınlıyor bu sesin...”
Yağmur Atsız’a göre , “ bir sürü kaşkariko, süfli ayak
oyunu ve kalleşlik yüzünden çok acı çeken” ve yine Çetin Altan üstada göre
de “cin
mısırı gibi bir kalem olan”
hakkıyla gazeteci Örsan Öymen’in anısı önünde saygıyla….
( radyo anadolu /
alkışlarla yaşayanlar / 78. bölüm / yitirdiklerimiz köşesi
murat örem / 22 mayıs 1998 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder