aktör erhan dilligil / istanbul / 1987
Hayatınızın en
yakınlarında olan biri , büyük bir kızgınlık anında , gözlerini de patlatarak,
yıllardır söyleyip ettiklerinize , sayfalarca yazdıklarınıza da bakarak,‘ sen ölüleri
daha çok seviyorsun ’ derse, ne geçer aklınızdan...Hatta
daha da ileri gidip , haddini fersah fersah aşıp akıllar da vermeye
kalkarsa....
Kızar mısınız ? Alınır mısınız ? “La havle mi”
çekersiniz...
Belki de bunların hiç
birini yapmayıp edilen sözün ağırlığını, hakikiliğini düşünmeniz gerekir...Belki de sarf edilen
sözün nereden gelip nereye gittiğine kafa yormanız gerekir...Belki de bir çırpıda
cevap verip “evet ölüleri (de)
seviyorum...” demeniz gerekir...
İnsan ölüleri niye sever ?
Ölüleri sevmek derken ,
nekrofiliden, nebbaşlıktan, mezar kazıcılığından söz etmiyoruz elbette...Söz
ettiğimiz bir kavram...Yaşamın
ve ölümün olduğu bir dünyada, ölümlü bir canlı olarak , ölüp giden insanlara ,
insanca, akılca, fikirce, duyguca yüklediğiniz anlamın, saygının sürmesinden
bahsediyoruz ölüleri sevmek diyerek....
Ölüleri (de) seviyor olmanın bin türlü nedeni olabilir aslında...
Mesela, öldüğü için , artık yeni bir çatışma
yaşamayacağınızı bildiğiniz için sevebilirsiniz bir ölüyü..Mesela,
yaşarken çok yanlış işler de yaptığını düşündüğünüz bir dostunuzun artık yanlış
yapma ihtimalinin ortadan kalktığını bildiğiniz için de sevinebilir ve
sevebilirsiniz...Mesela
, sizden önce öldüğü için ve bir gün siz de gittiğinizde oralara(!) eski bir
tanıdık olarak size yol göstereceğini , ev sahipliği yapacağını düşündüğünüz
için de sevebilirsiniz...Mesela
, geride güzel yazılar , eserler, işler , cümleler, resimler, şiirler, anılar bıraktığı için de sevebilirsiniz...
Meselaları
rahatlıkla çoğaltabilirsiniz...
Belki de bir ölüyü
sevmek , bir diriyi sevmekten daha
kolaydır....
Çünkü ne kadar sevip
saygı duysanız da, karşınızda bir ölü varsa artık, gün gelip yeni tartışma çatışma alanlarında
karşı karşıya gelme ihtimaliniz yoktur...İnsan biraz da bencil bir
canlıdır çünkü...Belki de bu yüzden
seviyorsunuzdur ölüleri (de)...
Belki de, tam tersten bakarsak ;
bir ölüyü sevmek bir
diriyi sevmekten çok daha zordur....
ve siz aslında zor
olanı tercih etmişsinizdir...
Kimbilir...
Ölmek , baktığınız yere
göre, bir başlangıcın ilk adımı
olabilir...
Yok oluşun tescili de...
Nereden bakarsanız bakın
, neye ne kadar inanırsanız inanın , hemen her toplum ve kültürde ölüm hayatın
içindedir...
Bir marangoz öldüğünde
yaptığı masa , sandalye onlarca yıl yaşar...
Bir demircinin oya gibi
işlediği demir kapı yüzlerce yıla meydan okur...
Bir siyasetçinin, devlet
adamının kurduğu yapı kuşakları etkiler iyi ya da kötü...
Bir şairin dizeleri de
yüzlerce , binlerce yıla meydan okuyabilir...
Bir roman kahramanı her
topluma örnek olabilir...
Bir aktörün kurduğu cümle
ömür boyu kulaklarınızda yankılanabilir...
Demiri oya gibi işlemek,
ağaçtan masalar yapmak, göz nuruyla insanları elbiselerle donatmak da tarifsiz
değerlidir elbette...
Ama bütün bunlar gün
gelip eskiyebilir...
Fakat ,
“Söz ola kese savaşı
söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal
ile yağ ede bir söz...”
dizeleri eskimez...
binlerce yıl geçse de
eskimez....
bu yüzden demiştir muzaffer
tayyip uslu da;
“ derviş yunus ölmüş
gitmiş
lakin yunus emre
yaşıyor"
diye....
Son yazılarda ölüm
yıldönümünden yola çıkarak andıklarımızın sayısı artıyorsa ve buna “ sen
ölüleri daha çok seviyorsun” diye ‘mim koyanlar’ varsa, mevzuunun bu tarafını da görsünler isteriz...
Yaşamak , biraz da gün
gün saat saat ölüme yürümektir çünkü...
ammaa geride neler
bırakacağını unutmadan yürümektir....
Şair de bu yüzden der ;
“ Her an
Farkındayım
Az az
öldüğümün...” diye...
Hadi bakalım şimdi yine ölüleri anma zamanı....
“ Atlasları getirin! Tarih atlaslarını!
En geniş zamanlı bir şiir yazacağız..”
diyen ve 11 yıl önce 2002 temmuzunda ölen şairi bir
sonraki yazıda hatırlama zamanı....
( murat örem / 10 temmuz 2013 / ankara...)
( başlıktaki alıntı / muzaffer tayyip uslu...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder