Sahne 1 ;
Yıl 1995...
Aylardan
Temmuz...
Bir hastane bahçesindeyim...
Çünkü ;
90 küsur kiloyla girdiğim kapıdan iki ay içinde 70’li
kilolara inmişim...
Aylardır unutmuşum yemekhanenin
kapısını...
Bir kutu süt bir paket “biskrem”
gece gündüz tek yiyeceğim olmuş...
Mutsuzum , tarifsiz mutsuzum....
Yaşım 30’lara gitmek üzere...
Zor geliyor çok şey...
Zor geliyor uzaklarda kalmak...
Bir gece yarısı tanımsız bir
böbrek ağrısıyla uyanmışım...
Tahliller şunlar bunlar
derken en büyük şehrin en büyük hastanesine düşürmüş yolumu resmi sevkler...
Bu vesileyle bir hastane
bahçesindeyim...
Tarifsiz sıcak bir Temmuz
günü....
Hastane bahçesinde öğle
tatilinin bitmesini bekliyorum...
Bankta oturan bir adam...
Elinde gazetesi...
Gözüm takılıyor....
Gazetenin ilk sayfasında pek
de büyük olmayan bir haber ;
“Aziz Nesin kalp
yetmezliğinden öldü...”
Gözlerim yuvalarından
fırlıyor...
Kalbim de....
Bahçedeki her şey bir
aşağı bir yukarı sallanıyor...
Fır dönüyor dünya...
Güneşlerin içinden kar
yağıyor ruhuma...
Güneşlerin içinden kar
yağıyor üstüme başıma...
Kendi derdimi
unutuyorum...
Birden geçiyor, günlerdir beni ağlatan böbrek ağrım...
Bir ağacın altına
oturuyorum...
Ellerimin arasında
başım...
Bir ağacın duldasına
düşüyorum...
Düşüyor , çocukluğum da,
gençliğim de.....
Sahne 2 ;
1980’lerin tam ortası
....
İstanbul’dayım...
İstanbul Üniversitesi
öğrencisiyim...
Ankara gözüme küçük
göründüğü için İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi öğrencisi olmuşum...
Küçük bir ilçeden 17
yaşın toyluğuyla çıkalı günler olmuş daha...
Soğuk puslu bir İstanbul
gününde İstanbul Tüyap Kitap Fuarındayım...
Fuarın onur konuğu Aziz Nesin...
Bir toplantı salonunda
konuşmacıyı bekliyorum...
Kapı açılıyor , ufak
tefek ve hakkıyla asık yüzlü konuşmacı
sahneye ilerliyor...
Alkışlar tufan gibi ...
Alkışlar tufan gibi...
Alkışlar tufan gibi...
Hiç yüz vermiyor
alkışlara , ilerliyor, ve konuşma yapacağı yere çıkıyor...
“Zor günlerden
geçiyoruz” diye
başlıyor söze...
“Ben gülütçüyüm –mizahçıyım
değil- ama çok az gülerim “ diyor jest ve mimikleriyle de...
Aziz Nesin karşımda
işte....
Çocukluğumdan beri
onlarca kitabını okuduğum Aziz Nesin karşımda işte...
Her yaz tatilinde okuya
okuya onlarca kitabını bitirdiğim Aziz Nesin karşımda işte...
Soluksuz dinliyorum
söylediklerini....
Konuşmanın sonunda
elimdeki kitabını imzalatıyorum...
Dünyanın tek nüsha olarak
ve yalnızca benim için basılmış kitabıyla çıkıyorum İstanbul’un soğuk akşamına
sonbahar alacasında...
Parasızım...
Ya da az paralıyım...
Sevdiklerimden
uzaktayım...
Ya da yıllardır
sevdiklerime ilk kez bu kadar yakınım...
Mutluyum ....
Ama mutluyum işte....
Sahne 3 ;
İlkokuldayım...
3. sınıftan 4. sınıfa
geçmiş olmalıyım....
Karnemdeki ‘pekiyiler’
bakanın gözünü alıyor...
Dedemin , “kitaplar
balıklardan akıllıdır” diyen güzel dedemin yanındayız ailecek...
Tatildeyiz...
Sıcak bir yaz günü ...
Dedemin çocuk giysileri
sattığı Örem Bebe’nin , dükkanın içindeyim...
Her sene olduğu gibi
dedemden yüklü bir karne parası almışım yine...
Gözüm karşıdaki gazete
bayiinde...
Bir an evvel yolun
karşısına geçip dedemden aldığım para ne kadarına yeterse o kadar Aziz Nesin kitabı almalıyım hemen ...
İzin alıp karşıya
geçmenin telaşıyla yola atıyorum kendimi...
Bir anda güneş ışıkları
beynimin içine giriyor...
Yer gök birbirine
karışıyor...
Yerde yatıyoruz iki
kişi...
Minik bir kan damlası
yerde...
Ben ve motorsikleti
kullanırken bana çarpan adam...
Şaşkınız...
Dedemi görüyorum
kalabalığın içinde...
“Oğlum var mı bir şeyin
“ diyor...
Hemen eve gidiyoruz dedemle...
Doktorlar şunlar
bunlar...
Yok bir şey...
Ertesi gün şöyle diyor
babaannem salonun tam ortasında; “ 40 yıllık kocamı ağlarken gördüm...Bu çocuğa bir şey olsaydı ne yapardım ben diye
diye ağladı koca adam...”
Aziz Nesin benim için bu
yazdıklarımın tümüdür...
Sıcak yaz tatili
günlerinde az şekerli çok huzurlu Örem Ailesi’nin evinde, Aziz Nesin kitapları okuya okuya büyüyen
adamın çocukluğu, gençliğidir...
Aziz Nesin ; murat örem’i
büyüten anadolu evliyasıdır...
Aziz Nesin ....
Biraz da “sen
nesin” demeyi hiç unutmamak için kendine “nesin” soyadını alan
çokbigüzel insanın hikayesinden büyüyen ak saçlı orta yaşlı adamın hikayesidir
şu ana dek okuduklarınız ve aşağıda okuyacaklarınız...
( murat örem / 04
temmuz 2013 / ankara...)
.....................
5 temmuz 1995...
Güneşlerin içinden kar yağıyor...
Aziz Nesin Ölmüş....
“Hiç kimse buyur etmedi beni
Bu dünyada hiçbir yere,
Ama açtım bütün kapıları tekmeleyerek
Bütün engelleri göğüsleyip yıkarak
Buyrun dediler o zaman incelikle
Buyur ettiler
Ve
Buyurdum
Elimden geldiğince görevimi yaptım
Gülümsedim hıçkırıklarımı boğarak
Sonunda kimsenin yorulmadığı denli
yoruldum
Artık kapılar açık kalsın
Bundan sonra gireceklere,
Şimdi dinlenmeye gidiyorum
Hoşcakal güzel dünyam.
Böyle demişti Aziz Nesin bir şiirinde.....
Ülkemizde ve tüm dünyada en çok mizahçı
yanıyla bilinse de aynı Aziz Nesin sorgulayan , düşünen, itiraz eden, emek
harcayan bir Türkiye’nin özlemiyle yazdı bütün bir ömür...
Hakkıyla aykırı bir isimdi...
Alameti farikası biraz da bu
yanıydı...
‘Bitki Olacaksam’ isimli şiirinde de
şunları demişti ;
“Bitki Olacaksam
Çayır çimen olayım
Aman baldıran değil
Yol altında kalacaksam
Gelin arabaları geçsin üstümden
Çelik paletler değil
Üstümde çocuklar koşuşsun
Ne kaçan ne kovalayan
Askerler değil
Kerpiç yapacaksanız beni
Okullarda kullanın
Ceza evlerinde değil
Soluğum tükenmez de kalırsa
Islık öttürsünler
Aman ha düdük değil
Kalem yapın beni kalem
Şiirler yazın sevgi üstüne
Ölüm kararı değil
Ölünce yaşamalıyım
defne yapraklarında
Sakın ola ki
Silahlarda değil.”
Aziz Nesin’in gerçek ismi Mehmet
Nusret Nesin’di...Aziz ismini babasının Abdülaziz isminden koymuştu kendi
kendine yıllar önce...
Aziz Nesin , 80 yıllık yaşamı boyunca
, Türk edebiyat ve düşünce dünyasının en üretken, en gözü kara, en farklı kalemlerinden oldu. Yaşamı boyunca
yazdıkları, yaptıkları, söyledikleri ve hatta söyleyemedikleri bile gündemin
hep en tepesinde durdu.
Aziz Nesin , inanılması çok zor bir
kararlılık ve toplumsal sorumluluk duygusuyla, yaşamı boyunca her koşulda
yazmaya çabaladığını söylerken doğruyu söyledi....
Hayatının her döneminde karşısına çıkan engellere,
sorulara, itirazlara yanıtlar verirken,
saptamalar yaparken, çok keskin, rahatsız edici ve belki de istismar edilip yanlış anlamaya
müsait cümleler kurup oranlar verirken
bile inandığını söyledi ve öyle yaşamayı seçti Aziz Nesin...
Bu yüzden dostları , her kuşaktan
okurları hatta fikirsel olarak tam karşısında olanlar bile tüm söylediklerine
katılmasa da ayrı bir yere koydu Aziz Nesin’in dosdoğru duruşunu.
Nesin’in kurduğu cümlelere ilk anda
büyük tepkiler verenlerin bir kısmı zaman içinde, hayatta tek bir doğru olamayacağına
ikna olarak “acaba” demeye başladı....
Aziz Nesin, yaşamı boyunca inandığını yazıp söylemenin
karşılığını her vesileyle öderken zaman zaman yapayalnız kalsa da kendinden emin olmayı
başaran bir isimdi.
12 Eylül darbesinin ardından Aziz
Nesin’in de büyük katkılarıyla hazırlanan Aydınlar Dilekçesi günlerinde
önce imza atıp sonra da “ben
o kağıdı kooperatif senedi sandım” diyenleri
bile görüp yaşadı Aziz Nesin...
Aziz Nesin, 1915 yılında İstanbul’da
doğdu. Yedi cilt olarak tasarlayıp sağlığında yalnızca iki cildini
yayınlayabildiği yaşam öyküsünü anlatan “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” serisinde de yazdığı gibi yoksul, parasız ama mutlu bir çocukluk
geçirdi. Annesinin çok erken ölümüyle bu ağız tadı kısa sürse de aile sıcaklığı
ve özgüvenini derinlemesine yaşadığı bir çocukluğu oldu Aziz Nesin’in.
Çok küçük yaştayken kaybettiği
annesini hep büyük bir özlem ve sevgiyle andı Aziz Usta ve bir şiirinde
annesine “ Sen annelerin en güzeli “ diye özlemle seslenmeyi de unutmadı....
“Bütün anneler, annelerin en güzeli,
Sen, en güzellerin güzeli.
Onüçünde evlendin,
Onbeşinde beni doğurdun,
Yirmialtı yaşındaydın,
Yaşamadan öldün.
Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum.
Bir resmin bile yok bende,
Fotoğraf çektirmek günahtı.
Ne sinema seyrettin, ne tiyatro.
Elektrik, havagazı, su, soba,
Ve karyola bile yoktu evinde.
Denize giremedin,
Okuma yazma bilmedin.
Güzel gözlerin,
Kara peçenin arkasından baktı
dünyaya.
Yirmialtı yaşındayken yaşamadan
öldün…
Anneler artık yaşamadan ölmeyecek…
Böyle gelmiş ama böyle gitmeyecek! “
Soru sormanın, farklı düşünmenin ve gerçekleri anlamaya ve
göstermeye çalışmanın karşılığını
maalesef bir çok kuşakdaşı gibi hiç hak etmediği tavırlarla ,
soruşturmalarla aldı Aziz Nesin de.
Ancak tüm bu olup bitenlerin
arasında, her seferinde kendi külünden doğan Anka Kuşu gibi üstünü başını silkeleyip inandıklarını
yapmaya ve yazmaya devam etti...
İşte bu tavrından dolayıdır ki,
fikirlerine çoğu zaman karşı olan, rakip
olanlar bile şapka çıkardılar bu amansız
dirence ve eğilmeyen başa…
Çok partili rejime geçmenin sancıları
yaşanırken aykırı seslere tahammülü olmayanlar dönemin muhalefet
lokomotifi Markopaşa’yı
kapattıklarında, Malumpaşa’yı çıkardı Aziz Nesin, Malumpaşa da aynı akıbeti
yaşadığında bu kez Merhumpaşa’yı çıkardı her şeye inat Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve bir
avuç insanla.
Bakkallık, fotoğrafçılık, subaylık,
dizgicilik, muhabirlik, yayınevi işletmeciliği gibi akla gelen gelmeyen çok
işte çalıştı ve en sonunda yaşı 40’ı geçmiş iken yazarlıkta demir attı Aziz
Nesin…
Siyasette, sanat ve edebiyatta
isimlere, fenomenlere yaslanmak “Sen
bizim yerimize yazıp, düşünüp, söylüyorsun ve bir de direniyorsun öyleyse iyi
ki varsın ” kolaycılığına
yaslanmaktır. Ancak şunu da söylemek gerekir ki ; Aziz Nesin yaşamı, yazdıkları, yaptıkları ve
olağanüstü baskı dönemleri de dahil siyasal iktidarları derli toplu davranmaya
iten ‘akla
ve sorgulamaya dayalı’ bütün
çıkışlarıyla, gerçek bir fenomendir…
Çağdaş toplumların eksikliğini her
geçen gün daha fazla duyacağı çok
boyutlu aydın insan tavrının, hayatın gerçekliğinden kopmayıp herşeye ‘neden, nasıl ?’ diye yaklaşarak soru sorup yanıtını bekleyen
insan modelinin örneğidir Aziz Nesin.
Yoksulluğu yenmenin yolunun , habire şikayet etmek yerine çok ama çok çalışmaktan
ve tek bir pirinç tanesine harcanan emeği bile hesap etmekten geçtiğini
anlatmanın, en duru, en içten, en ironik ve belki de en hırçın karşılığıdır Aziz Nesin …
Bütün yazı ve konuşmalarında
görülebilen kara mizahın içinden, insanın ve insanlığın hallerine
göndermeler yapar Aziz Nesin bıkıp usanmadan. Bürokrasiyi anlatır, politikada
yaşanan tutarsızlıkları anlatır. Törenlerin, ritüellerin zaman içinde neden ve
nasıl anlam kaymasına uğrayıp
dönüştüğünü anlatır. Yalnızca küçük gaileleri ve hedefleri için yaşayan insanlardan oluşan toplumların, nasıl büyük bir hastalık ve
bataklığın pençesine düştüklerini
anlatır tekrar tekrar....
Aziz Nesin, gülmece ve kara gülmece
anlayışını 1980’lerde şöyle açıklamıştır;
Benim gülmecem,
1-Geleneksel Türk Halk gülmecesinden
kaynaklanır.
2-Toplumun sorunlarından esinlenir
3-Çağdaş dünya insanının sorunlarını
anlatır.
Kısacası yaptığım, halk gülmecesidir.
Halk gülmecesi demek, bir işe
yarayan, bir işlevi olan bir gülmecedir.
İşlevi nedir? Ne işe yarar?
İnsanları güldürme yoluyla
düşündürmeye yarar.
Demek, bana göre gülmece bir araç,
düşünmek amaçtır.
Gülmecelerimle okurlarıma şunu
düşündürmek istiyorum: Yaşadığımız toplum ve bu toplumsal yapı adaletli
değildir ve içinde bulunduğumuz koşullar da güzel değildir. Adaletsizliklerden,
çirkinliklerden kurtulmak için başta kendimiz olmak üzere; çevremizi ,
toplumumuzu, dünyamızı değiştirme özlem ve isteği yaratmak.
Genellikle gülmecenin her türü,
duygusal olmaktan çok kurgusal bir yapımdır. Gönül değil, kafa işidir, zihinsel
bir çalışma ürünüdür ve konusuna -içine girmeden- dışından, yukardan ve uzaktan
bakar. Bu nedenle de kıyıcıdır, acımasızdır.
Kara gülmece ise öteki gülmece
türlerinden daha zihinsel, daha kurgusal bir çalışmayı gerektirir. Bir
benzetmeyle anlatmak gerekirse, insanların acıdan aldıkları tada benzer.
Örneğin biber acıdır ama, kimileri çok acı biber yemekten hoşlanırlar; acıdan
ağızları yandığı, yüzlerine ateş bastığı, gözlerinden yaş geldiği halde yine de
acı biber yemekten ayrı bir tat alırlar.
Kara gülmeceden alınan tat da
biberden alınan tat gibi acı verir, göz yaşartır. Kara gülmece de güldürür ama
kahkaha attırmaz. Bütün bu nitelikleriyle öteki gülmece türlerinden ayrılır ama
onlardan üstün olduğu anlamına gelmez bu. Her gülmece türü, kendi ölçüleriyle
değerlendirilmelidir.
Aziz Nesin için mizah, edebiyat,
hatta bütün yazılanların temel amacı daha çok düşünmeyi sağlamaktır.
Bu yüzden hayatın içindeki her şey ama her şey Aziz Nesin’in yazılarına
konu olabilir ve anlatılabilir.
Kadın erkek ilişkilerinde yaşanan
hayal kırıklıklarının, ayrılıkların, çevre baskılarının hangi komplekslerden
kaynaklandığını, kemikleşmiş düşmanlıkların nasıl bilinçli olarak
körüklendirildiğini de anlatmıştır Aziz Nesin. Kendisi ve ailesiyle barışık
geçirilmeyen çocukluk dönemlerine sahip mutsuz ve doyumsuz kişilerin, ellerine
imkan geçtiğinde bütün insanlık ve milletler için çok büyük bir dert olduğuna
ve tarihte bunun örneklerinin de fazla olduğuna
inanır Aziz Nesin...
Okurlarıyla da farklı bir bağı
olmuştur bu yüzden her daim...
Aziz Nesin’in babası hayal gücü geniş
, bir gün mutlaka büyük bir define bulacağına inanan , çocuklarıyla
ilişkilerinde çağına göre çok anlayışlı bir babadır. Gerçek bir dindardır baba
Abdülaziz Bey. Eşinin erken ölümünden sonra sabahlara kadar eşinin ruhuna
kur’an okurken gözlerinden akan yaşları, çok görmüştür oğul Aziz Nesin...
Anılarında, babasını anlatırken
başından geçen bir olayın kendisini çok etkilediğini anlatır. Babası bir akşam
yan odada duran oğlunun yalan attığını bildiği halde onun yanına gelip yalanını
yüzüne vurmamıştır....Babasının bu olgun yaklaşımı , kızıp bağırmasından çok
daha etkili olmuştur Aziz Nesin’in sonraki hayatında...
Babasıyla ilgili anılarından biri de
tam Aziz Nesin’liktir...Aziz Nesin’in evine baskın yapan görevliler bir
keresinde babasının fotoğrafını Karl
Marks’a benzetmiş ve o fotoğrafı
da alıp götürmüşlerdir...Bakın o babayı, babasını nasıl anlatır şiirinde Aziz
Nesin;
“dünyaların en iyi babası benim
babamdır.
düşmandır düşüncelerimiz,
dosttur ellerimiz.
dünyada tek elini öptüğüm,
babamdır.
kırkını geçtin, adam olmadın der,
başım önümde dinlerim,
önünde tek baş eğdiğim babamdır.
sabahlara dek kur'an okur
anamın ruhuna,
inanır ona kavuşacağına.
bana gâvur der diş bilemeden
dünyada tek bağışladığı ben,
tek bağışladığım odur.
başım derde girdikçe bakar
çocuklarıma,
bi türlü ölemiyorum der senin
yüzünden,
çocuklar ortada kalacak,
ölemez kahrımdan benim,
yaşamak zorunda benim yüzümden.
gözlerindeki ateş bakışlarında söner,
tuttuğun altın olsun der.
çocukluğumu tek anlayan odur,
dünyaların en iyi babası benim
babamdır...''
80 yıllık yaşamında üst üste
konduğunda yüksekliği kendi boyunu çoktan geçen sayısı 100’ün üzerinde kitap
yazar Aziz Nesin. Sonraları bazı
işgüzarlar “ Aziz Nesin’in boyu çok kısa olduğu için bu kitapların toplamı üstüste
konunca O’nun boyunu aşıyor” minvalinde görüşler (!) ileri sürmüş olsa da, yine Nesin’in yazdığı
binlerce gazete ve dergi yazısını yok sayacak “Zübük” şükür ki daha
çıkmamıştır.
Nüfusunun büyük kısmının bütün ömrü boyunca iki elinin
parmaklarının sayısı kadar bile kitabı
okumadığı bir coğrafyada, sırf bu çaba
bile inanılmaz bir inat ve direnci anlatmaya yeter aslında. ...
Yazdıkları onlarca dünya dilinde
yayınlanır Aziz Nesin’in...
1950’li yıllarda dünya mizahının en
önemli iki ödülünü, Altın Kirpi ve Altın Palmiye ödüllerini
kazanır üst üste .
Sonra İtalya’dan gelen bu ödülleri
simgeleyen heykelcikler gümrük kapısında takılınca ödülleri gümrükten nasıl
aldığını ya da alamadığını anlatan yazılar yayınlar ve yine büyük ilgi görerek
dünya mizahında yeni ödüller kazanır
Aziz Nesin.
Bu ödüller kadar değerli bir başka ödülü de 1980’lerin ortalarında alır Aziz Usta
yine üst üste.
Kitap Fuarı’ndaki anketi yanıtlayan
Türk halkı, Aziz Nesin’i, dönemin meşhur ‘Aydınlar Dilekçesi’ silahşorunu “Yılın Yazarı” seçmiştir tartışmasız isim olarak.
Bu, yılmak , pes etmek nedir ömrü
boyunca bilmeyen ak saçlı asık yüzlü adamın, Aziz Nesin’in yazdığı tiyatro
oyunlarını sahneleyen kuruluşlar da dolu salonlara seslenmiştir
her zaman...
Yaşamının ilerleyen yıllarında kimilerinin “ Herkes iyi yaptığı işi bilip sınırı
aşmamalı” diye dudak büküp
kendince dalgasını geçtiğini sandığı, kimilerinin de “ Aziz Usta, şiirlerinde de
söylemek istediklerini adeta imbikten süzüyor “ diye sevinçle ve
coşkuyla karşıladıkları şiirler de yazar Aziz
Nesin.
1970’lerin başında İstanbul
Çatalca’da ‘Kimsesiz çocukların hiç olmazsa
çok azının yuvası olsun , olabilsin
‘ diye düşündüğü için Nesin Vakfı
inşaatını başlatır Aziz Nesin ve ancak 1980’lerin sonuna doğru kimsesiz çocuklara kucak açabilir bu vakfın
binası ve koşulları.
Sonra , Aziz Nesin’in o vakıfta
büyüyüp yetişsinler diye içtenlikle çabaladığı çocuklarından bazıları, tıpkı
bir evladın babasına yaşattığı acıları , üzüntüleri ve sevinçleri yaşatırlar
Aziz Babalarına, Aziz Dedelerine…
Tüm
bunlara hazırlıklıdır Nesin. Çünkü 80’e doğru ilerleyen yaşı bütün iyiniyet ve çabaya rağmen,
hayattaki çok şeyin tasarlandığı gibi
gidemediğini çoktan öğretmiştir O’na da…
“ Hiç kimse buyur etmedi bu dünyada hiçbir yere / açtım bütün kapıları tekmeleyerek.”
diyen Aziz Nesin belki de bu yüzden kişilerin hiçbirine borçlu hissetmez
kendini ama belki bin kez şunu söylemiştir;
Ben bu yoksul halkın paralarıyla
yetiştim.
Bu yüzden bu borcu asla
ödeyemeyeceğimi bile bile ödemeye çalışıyorum. Bunun nafile bir çaba olduğunu
da biliyorum...
Uzlaşmaz gibi görünen tavrı, hiç
gülmediği ya da ender gülümsediği öne sürülen asık yüzü, yemek tabağında
bırakılan tek bir pirinç tanesinin hangi
emeklerle sofraya geldiğini bildiği için hayatına yön veren tutumluluğuna
yakıştırılan cimriliğiyle de hep gündemde olmuştur Aziz Nesin.
“ Sen de bazı konularda alttan
alıver, insanların damarına basacak lafları, doğru da olsa bu kadar sık
söylemeyip yutkunuver.” şeklindeki uyarılara da kulak
astığı söylenemez.
“ Herkes en az ikiyüzlüdür” sözünün en son söyleneceği
insanlardandır Aziz Nesin.
Toplumun değerleriyle sorgusuz
sualsiz uzlaşır görünme riyakarlığına yaslanmak yerine inandıklarını söyleyip
yazmayı ve yapmayı yeğlemiştir . Aziz Nesin çok dindar bir babanın oğludur ve
çocukluğunda kapsamlı bir din eğitimi de almıştır. Buna rağmen ömrünün son yıllarında
inançsız olduğunu dile getirmiş ve tüm dünyada yükseldiğine inandığı radikal
dini akımların tehlike yaratacağını dile getirmiştir.
Aynı Aziz Nesin , kendisine her zaman daha yakın gördüğü oğlu
Ali Nesin’e yazdığı bir mektubunda “ Dinlerle, inançlarla sakın alay etme,
bundan daha büyük bir saygısızlık ve kabalık olamaz “ öğüdünü verecek kadar da inanca ve ibadete
saygılıdır.
Bu kavramlarla alay eden zihniyete de
külliyen karşıdır. “ Aziz Nesin dini aşağılayıp,
dindarları tahrik ediyor “ diyenler
ya bunu hiç bilmemişlerdir ya da
bilmiyor görünmek işlerine gelmiştir...
Her konuda fikir beyan ederken, var olan aksaklığı
değiştirmek için çok da fazla çabalamayıp, “Ben yalnızca işimi yaparım, hem de çok iyi
yaparım, gerisi beni ilgilendirmez
” diyen ve bunun arkasına sığınan aydın insan modeline sonuna kadar karşıdır Aziz Nesin...
Ülke koşullarının gönlünce ve daha edebi yazılar yazmasına, hikayeler anlatmasına
engel olduğuna değinerek şunları dile getirmiştir mealen ;
“ Hızla batan ve kocaman
deliklerinden su alan bir gemide, hiç kimse ‘ben bu geminin hatta
dünyanın en iyi keman virtüözüyüm, delikleri tıkamak , geminin batmasına engel
olmak benim görevim değil’ diyemez. Doğru olan, geminin su yüzünde kalması için çabalamaktır ve bu herkesin
görevidir, keman virtüözü ve diğerleri de, hatta yolcular bile gemi personeli kadar bu işten sorumludur. “
Bir
mucize sonucu kurtulduğu 2 Temmuz 1993 Sivas dumanlarından tam 2 yıl sonra yine Temmuz ayı içindeki bir günün
bitimiyle, yeni gelen günün sabaha karşısı arasında geride kalanlara “Hoşçakalın”
dediğinde tam 80 yaşındadır Aziz Nesin.
Geride
yüzlerce kitap o kitaplardan uyarlanan oyunlar, filmler kalır.
Aşkları
olan İbrişim’i, Maçinli Kız’ı , Tülsü’sü
ve diğerleri kalır.
Vakıftaki çocukları kalır, dostları kalır.
Kendi deyimiyle “sayıları dostlarından
fazla olan düşmanları” kalır.
Yazıp
okuduğu şiirleri kalır.
Nesin Vakfı bahçesine elleriyle diktiği fidanlar kalır.
Yazılması
tasarlanan yüzlerce dosya, gönderilen ve gelen mektupların kopyaları kalır.
“Aziz Ağabey bizi affet,
zamanında seni çok üzdük, hırpaladık” diyenlerin sesleri kalır.
“Rıfat Ilgaz’la öylesine tatlı
bir rekabet vardı ki aralarında, Aziz Ağabey de Rıfat Ilgaz gibi Temmuz’da
öldü” diyen birilerinin kötü esprileri
kalır.
Her
davada dimdik verilen savunmalar, başı dik söylenenler kalır.
Dönemin
Bakanlar Kurulu’nun alelacele onayladığı törensiz gömülme vasiyeti ve vakıf
bahçesindeki belirsiz bir yerde “
Çayır çimen olma” isteğinin hayata
geçirilmesinin mutluluğu kalır.
Kendisinden
sonra Nesin Vakfı bayrağının ne olacağını merak etmesin diye, her şeyi bir yana
koyup babasının yarım bıraktıklarını tamamlamak için çok uzaklardan koşuşturan
oğul ve dost Ali Nesin kalır.
Edip
Cansever Usta’nın da söylediği gibi “ Geride, sonrası kalır.”
Bir
şiirinde de badem ağacına şöyle seslenmiştir Aziz Nesin ;
“sen
ağaçların aptalı ben insanların
seni
kandırır havalar beni sevdalar
bir
ılıman hava esmeye görsün
düşünmeden
gelecek karakışı açarsın çiçeklerini...
bense
hayra yorarım gördüğüm düşü...
bir
güler yüz bir tatlı söz..
açarım
yüreğimi hemen
yemişe
durmadan çarpar seni karayel, beni karasevda
hem
de bilerek kandırıldığımızı, kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza
koo
desinler bize şaşkın sonu gelmese de hiç bir aşkın
acalım
yine de çiçeklerimizi....
senden
yanayım arkadaşım,
havanı
bulunca aç çiçeklerini nasıl açıyorsam yüreğimi
belki
bu kez kış olmaz, bakarsın sevdan düş olmaz
nasıl
vermişsem kendimi son sevdama
vur
kendini sen de bu güzel havaya....”
Doğruları
söylemeye, yanlışlıklara gülümseten kulplar takmaya, haksızlıklara dur demeye,
gülmeceden muhalif düşünce
çıkarmaya adanmış 80 yıllık ömür elbette
sayfalara , yazılara sığmaz...
Aziz
Nesin’in kitaplarından bazılarının adları şunlardır; Geriye
Kalan, Yedek Parça , Fil Hamdi, Damda Deli Var, Mahallenin Kısmeti, Yüz Liraya
Bir Deli , Vatan Sağolsun, Yetmiş Yaşım Merhaba , Rüyalarım Ziyan Olmasın,
Maçinli Kız....
Gol
Kralı , Zübük , Şimdiki Çocuklar Harika, Tatlı Betüş, Surname, Yaşar Ne Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Tek Yol onlarca baskı yapan , hemen her birinden yeni
oyunlar ve filmler uyarlanan , bugün bile güncelliğini hiç kaybetmeyen
romanlarıdır Aziz Nesin’in...
Oyunlarından
bazılarının adları da, Biraz Gelir misiniz, Bir Şey Yap Met,
Düdükçülerle Fırçacıların Savaşı, Tut Elimden
Rovni ve Pırtlatan Bal’dır...
Aziz
Nesin, her vesileyle, esprili olarak ‘Türkiye’deki her on kişiden on birinin şair
olduğunu dile getirmiş ve
toplumumuzun yazılı kültürle olan çok zayıf ilişkisini eleştirmiştir.
Aslında
bu örneği artırarak Türkiye’de herkesin milli takım antrenörü, devlet başkanı,
hakem olduğunu söylemek de mümkündür...
Toplum
olarak belirli konularda emek harcamadan kararlar almayı ve karar alanları, eser verenleri acımasızca ve peşinen eleştirmeyi, kişileri kamplara ayırmayı seven
bir yanımız olduğu kesin...
Bir
başka deyişle, kişilere ve olaylara gri rengi unutarak yalnızca siyah beyaz
olarak bakmayı yeğleyen bir yapıdayız.
Oysa hayat bu kadar kesin çizgilerle ayrılamaz.
Önyargılarımızdan
uzaklaştıkça ara renkleri daha çok göreceğiz ve bu durum bizi toplum olarak çok
daha hoşgörülü yapacak.
İşte
o zaman kültürel zenginliğimize unutulmaz katkılar sunan isimleri zaman zaman
bize çok ters gelen şeyleri yazıp söylemiş olsalar bile daha yakından tanıyıp seveceğiz.
İşte
Aziz Nesin böyle bir insan, kalıplara ters düşen gerçek bir aydındı.
Bir
söyleşisinde kendi cümleleriyle belirttiği
gibi, “ Ulusunu, halkını, insanını ve
bütün dünyayı sevmiş olmanın ağır bedelini ödeyen insanların ne ilki ne de sonuncusu
olan“ Türk Edebiyat ve düşünce dünyasının en çalışkan
ustalarından olan Aziz Nesin’i bir de bu gözle değerlendirmeniz umuduyla....
Ölümünün
18. yıldönümünde Aziz Nesin’i tarifsiz bir saygıyla, anılarla anarak....
(
murat örem / 1996-2010 - 2013/ ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder