İki
gün önce paylaştığımız Ulus Baker yazısı çok büyük bir ilgi
gördü...Yazı, neredeyse saatler içinde üç haneli okur sayısına ulaşmıştı
çoktan...
Günlük
okur trafiğinin binlerle , onbinlerle
ifade edildiği sitelerle kıyaslayınca,
kendi halindeki bir blog yazısının,
yalnızca saatler içinde üç haneli okur bulması bile baktığınız yere göre ‘devede kulak’ olarak görülebilir...
Fakat
, günlük hayatın ortalama medyasında, yaşarken
neredeyse hiç ismi anılmayan Ulus
Baker gibi bir ismin, ölümünden
yıllar sonra bile bu kadar ilgi
görmesinde mutluluk verici bir umut da var...
Asıl
paylaşmak istediğimiz , bu umut işte...
Yazının
çok okunmasından, ilgi görmesinden ziyade...
Bu
paylaşımdan sonra hatırlatalım ki, şimdiki yazıda söylemek istediğimiz daha başka bir şey...
Fakat
o söyleyeceğimiz şeye doğru ilerlerken yine Ulus Baker’den bir alıntı açsın
yolumuzu...
Ulus
Baker şöyle diyor bir yazısı veya çeviri yazısında mealen ; “Kelimeler
de
saatler
gibi
göstermekten
çok
dikte
etmede de kullanılır...”
Dünya
, iki yıl önce Japonya merkezli büyük
bir afete şahit olduğundan beri tsunami
kelimesine daha bir aşina...
Türkçe
ve Türk Dili üzerine çalışmaları olan ve
dünyaya bulunduğu yerden bakan Yavuz Bülent Bakiler de Japonya’da
deprem , Türkçemizde Zelzele başlıklı
yazısında şunları demişti yıllar önceki o dönemde ;
Eskiden zelzele diyorduk.
Zelzele Arapça asıllı bir
kelime.
Sonra, teprenmek kelimesinden deprem
kelimesine geçtik.
Teprenmek kımıldamak, hareket
etmek demektir(...)
Japonya’da meydana gelen büyük
deprem felaketini, ben de televizyon ekranından ürpererek, dehşet duyarak
seyrettim. (...) Acaba aynı şiddetteki bir deprem İstanbul’da meydana gelseydi
kaybımız nereye varırdı? Yetkili kişilerin açıklamalarına göre, binalarımızın yüzde
altmışı yıkılırdı. İstanbul’da on iki milyondan fazla insan yaşıyor. Demek ki
birkaç milyon insanımız da enkaz altında kalırdı.(...)
İşte size utanç yüklü bir soru:
Türkiye’de, 1999 yılında Sakarya şehrimizde ve çevresinde 7.8 şiddetinde bir
deprem, binlerce evimizi toprağa yapıştırdı. Peki aynı şiddetteki bir deprem
neden Japonya’da 7-8 kişinin yaralanmasıyla duruyordu da Türkiye’mizde 30 bin
canımızı, cananımızı altına alıp kuduruyor?
Neden? Milyon kere haşa: Allah Müslüman Türk’ün
düşmanı mıdır?
Yavuz
Bülent Bakiler yazısının devamında , depremin aslında yıllar önceden başlayarak
zihinlerimizde
oluştuğunu ve hala sürdüğünü vurgulayarak şunları diyordu ;
Sebebini
ben size söyleyeyim mi?
Deprem
veya zelzele, önce bizim Türkçemizde meydana geldi, getirildi.
Dünyanın her tarafında olduğu
gibi, bizde de insanlar, kelimelerle düşünüyor, kelimelerle konuşuyorlar.
Şimdi dikkat buyurun:
Japonya’da 8 yıllık ilköğretimden geçen çocukların ders kitapları 42 bin kelimeyle yazılıyor.
Biz de ise bu rakam 6-7 bin kelime civarındadır. Ve bizim sevgili çocuklarımız da
bu 6-7 bin kelimenin yüzde 10’uyla
düşünüp konuşmaktadırlar.
Düşünün lütfen 42 bin kelimeyle okuyup yazan Japonlar
mı daha iyi düşünecekler, ilimde, irfanda, teknikte daha ileri gidecekler;
yoksa 5-6 yüz kelime içine sıkışıp
kalan çocuklarımız, insanlarımız mı?
Japonya’da bir yılda basılan
kitaplardan bin kişiye bin kitap
düşüyor.
Bizde, bin kişiye düşen kitap miktarı sadece yedidir, yedi, yedi.
Japonya’da bir kişi ortalama
olarak bir yılda 24 kitap
okumaktadır.
Türkiye’de, ömürleri boyunca
bir tek kitap okumayan milyonlarca insanımız var.
Japonya’da 5-6 bin kişiye bir kütüphane düşüyor, bizde ise 64 bin kişiye bir kütüphane!
Evlerimizin
yüzde 95’i kitapsız ve kütüphanesizdir.
Bir evin depreme dayanıklı
olması için demiri, çimentosu, kumu, yüksekliği ne olmalıdır? sorularının
cevabını vermeden işe koyuluyoruz. Sonra da yaptıklarımızın altında yok olup
gidiyoruz.
Peki
ama niçin?
Çünkü
düşünemiyoruz.
Düşünmek,
kelimelerle olur.
Zelzele veya deprem, önce bizim Türkçemizi
vurdu.
Kaybımız
ondandır.
Yavuz
Bülent Bakiler’in adeta feveran ederek dile getirdiği neden sonuç ilişkisini hayalci bulabilirsiniz...
Bakiler’in
depremde patır patır yıkılan binalarımız
ve okuma / düşünme tembelliğimiz arasında ilişki kurmasını yadırgayabilir hatta
yaklaşımını münevver, aydın , entelektüel kaprisi olarak da yorumlayabilirsiniz.
Oysa,
Bakiler çok önemli bir gerçeği sayıların
rehberliğinde olabildiğince nezaketle söylemeye çalışıyor...
Okumak
ve düşünmek deyince, hala kabus görmüş, al basmış gibi gözlerini
açıp ortamdan kaçanların çoğunlukta olduğu bir toplum, bu gerçeği değiştirmezse , her konuda kaderimiz buymuş diyerek kendini aldatmaya ve büyük acılar
yaşamaya devam eder...
İnananlar
için elbette kaza ve kader tartışılmazdır ama tevekkül kavramının içindeki önlem alma şartları da öyledir...
(
murat örem / 11 temmuz 2013 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder