*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

25 Kasım 2015 Çarşamba

bugün yine şenlenmiş bu ev, çok yıllar öncesinin öğrencileriyle...ister emekli olsunlar, ister hep başımızda olsunlar, en fazla yirmi yıl sonra anne babamın kuşağıyla birlikte öğretmenlikte de bir devir kapanacak…o güzel öğretmenler o güzel atlara binip gidecek…



          fotoğrafta gördüğünüz bu evde geçti ;  
ömrümün en  genç 
ömrümün en  toy
ömrümün en naif
ömrümün en delişmen
ömrümün en bulutlu
ömrümün en güneşli yılları…
        
yetmiş yaşın içinde ve eşiğinde olsalar bile,  bugün çekilen  fotoğraflarda  öğrencilerinin , genç meslektaşlarının yanında  çok şükür hala çok sağlıklı görünenler,  bir çok yazıda dönüp dönüp anlattığım annem babamdı…

o bembeyaz pos bıyıklı , kafası  sokrates misali hem kel, hem hatırlı biçimde ebatlı,  hem de  içi hakkıyla akıl fikir dolu olan ve yaşlandıkça yüzüne ayrı bir dinginlik oturan adam babamdı…

yüzlerce lise öğrencisinin ve benim de son yazılarımdaki tabirimle  babam taşkın hoca’ydı…

yine yaşım ilerledikçe,  kaşımın karasından saçımın gümüş grisine kadar iyice benzediğim,  edilen hiçbir lafın altında kalmadan  karşımdakini ince ince dilimleyen kelime hakimiyetime, didişme konusundaki soğukkanlı ustalığıma kadar hık deyip burnundan düştüğüm kadın da annemdi…

öğrencilerinin ve benim de bir çok yazımda değindiğim haliyle annem müjgan hocanımdı… 



bundan çeyrek asır önce daha 21 yaşında  ateşe düşmüş gibi evlendiğimden dolayı ;  annem müjgan hocanımın 43 yaşında kendisini kaynana(!) yaptığım için beni her fırsatta iğneleyen haline yıllarca katlansam da, fotoğrafta gördüğünüz  bu  evden ışık hızıyla  evlenerek çok erken ayrılsam da,  yıllardır her fırsatta anne babamın yanlarına gittim,  aile sayım önce 2 sonra 3 sonra 4 olduğunda da…

anne babam ;  umur’u da, arda’yı, sarı damarlıyı da aynı sevgiyle sahiplenmeyle bağırlarına bastılar, bana zaman zaman ettikleri sitemler baki olsa da…

hasılı kelam ;
47 kocaman yılım geçti
gümüş saçlı  erdemli kadın
ve sokrates kafalı , akıllı adamla,
kah aynı evin içinde evlat olarak
kah yüzlerce kilometre uzaklıkta
kendi evlatlarımın ve evimin babası olarak…

onlar nerdeyse yarım asırdır susurluk’taki yüzlerce binlerce öğrencileri için taşkın hoca ve müjgan hocanım olsalar da  benim için öncelikle annem babamdı…

bütün evlatlar gibi hem çok didiştim hem çok paylaştım onlarla…
peki, kabul , didişmelerim biraz daha fazla oldu…:)

artık nesli tükenmiş o güzel  cumhuriyet öğretmenleri misali; ne olursa olsun , kim haklı olursa olsun,  daima  kendi bahçesindeki ağacın kurduna bakan ve önce kendinde kusur arayan bahçıvanlar gibi,  yıllar yıllar boyu  her vesileyle bana gerekli gereksiz nizamat vermeye kalktıkları için, bir çok noktada başkalarına karşı çok gereksiz biçimde çok edepli kaldıkları için hatırlı didişmeler  yaşasak da; seçme şansım olsaydı gözü kapalı yine seçmek isterdim ikisini de  anne baba olarak…

fotoğrafta gördüğünüz bu evde geçti ; 
ömrümün en  genç 
ömrümün en  toy
ömrümün en naif
ömrümün en delişmen
ömrümün en bulutlu
ömrümün en güneşli yılları…

bu evde okudum yüzlerce binlerce kitabı, annem müjgan hocanımın birbirinden lezzetli mozaik pastalarını, susamlı simitlerini bacaklarımı uzatıp yerken sıcak yaz günlerinde veya sobalı kış akşamlarında…

bu evde öğrendim tornavidanın, keserin, pensenin nasıl tutulacağını,  delişmen zamanlarında evladının üstüne üstüne gitmek yerine susarak daha iyi baba olunacağını , babam taşkın hocanın akıl dolu çözümleri eşliğinde …

bu evde yükselttim sesimi demokrasi dolusu, özgürlük dolusu…
bu evde ağırladım arkadaşlarımı sevdiklerimi…

bu evde küstüm sofralara…
ve yine bu evde öğrendim küsülmeyeceğini sofralara ve nimete…

bu evde tutturdum hemennn evleneceğim diye …
bu evde kazandım en yüksek puanla üniversiteyi, aklına güvenen insanların tatlı tembelliğiyle ve bu tembellik anlarımda bile kimseler bana ve kitaplarıma / kasetlerime zinhar karışmazken…

bu evde abi oldum kardeşimin kolundan tuta tuta  şiirler okurken, onun dertlerini dinlerken…

bu evde yaptım en sert tartışmaları…
bu evde attım en gür kahkahaları…

bu evde öptüm bayram sabahları anne babamın elini…
bu evden çıktım bayram namazlarına uykulu gözlerin huzuruyla…

bu evde yedim en güzel tatlıları, yemekleri, sitemleri…
bu eve geldi onlarca insan , çocuklarına akıl vermeyi öğrenmek için benim anne babamdan…herkese yol gösteren bu iki insana en keskin cümleleri de yine ben kurdum kah haklı olarak , kah gençliğin toyluğuyla tan tun biçimde...

bu evde astım buz gibi soğuklarda balkon mandallarıyla çamaşırları anneme kıyamadığım için…bu evde doldurdum kömür kovalarını taşkın hocanın yükü azalsın diye hiç  yüksünmeden gık demeden…

bu evde çıtırdadı tatil sabahları sobanın üstündeki çaydanlık ve kızarmış ekmekler…bu evde içildi çaylar, ağular...bu evde atıldı ok gibi cümleler...

bu evden uğurladık sevdiklerimi sevmediklerimi, bu evde ağırladık yine sevdiklerimi sevmediklerimi yıllar içinde…

bugün yine şenlenmiş bu ev, çok yıllar öncesinin güzel öğrencileriyle…

24 kasım öğretmenler günü dolayısıyla düzenlenen etkinlikte elini öpmeye / tokalaşmaya gitmiş öğrencileri ve susurluk ilçe eğitim yetkilileri anne babamın…

halen susurluk belediye başkanı olan hüseyin hızlıoğlu; bin yıl :) öncesinden öğretmeni olan annem müjgan hocanımın aynı saygı ve hürmetle öpmüş elini…öğrencisini de bütün öğrencilerine yıllardır yaptığı gibi yine aynı sevgiyle ve anne duygusuyla öpmüş müjgan hocanım da…






fotoğraftan da görüldüğü gibi annem müjgan hocanım, mükemmel bir tonlama ve vurguyla konuşurken yine ağzına baktırmış herkesi ve babam taşkın hoca  50 yıllık karısına yine aynı dinginlik ve hürmetle bakarak dinlemiş olan biteni…

biz hayatın daha zalim aktığı yılların evlatları olarak; 
hayatla daha çok çarpışmak zorunda kalan yorgun evlatlar olarak
bu kadar dingin
bu kadar sağduyulu
bu kadar erdemli
bu kadar ferasetli bakamadık...
belki de , hem hayata hem insanlara…

büyük şehirlerin kara kuyularında çok yorulduk…

şu fotoğraflara bakarken bunları düşündüm bu gece..
bu harfleri sıralarken bunları düşündüm bu gece…

bilirim ki ;
evladın anne babasından razı olması mühim değildir…
mühim olan,  
anne babanın evladından / evlatlarından razı olmasıdır…

dünyanın zalimler için gittikçe daha aydınlık(!!!) bir yer olduğu şu rezil çağda ağzımı doldura doldura gururla söylemekten onur duyarım ki ; zalimliği bencilliği soysuzluğu hiç öğretmediler bize babam taşkın hocayla annem müjgan hocanım, ne bana ne kardeşime…

mesleklerini paraya tahvil etmediler…
öğretmenliği meslek olarak yapmak yerine yaşam biçimi haline getirdiler…

ikisinin de ellerinden  yüzlerce hatta binlerce öğrenci geçti
ve onların   birinden bile tek bir ters  cümle duymadım
ne beş yaşımda ne on yaşımda ne yirmi yaşımda
ne de ellilerin kapısına  geldiğim şu yaşımda…

bu, az buz gurur değildir…
bu, az buz onur değildir…

biliyorum ki hayat sonlu bir şey…
biliyorum ki 
ömürleri uzun olsun
hayat anne babam için de 
biten bir şeydir…

ama şunu da biliyorum ki ;

ister emekli olsunlar, ister hep başımızda olsunlar, en fazla yirmi yıl sonra anne babamın kuşağıyla birlikte öğretmenlikte de bir devir kapanacak…

o güzel öğretmenler 
o güzel atlara binip gidecek…

sevincim tarifsizdir ki ben bu kuşağın en müstesna isimlerinin epeyi huzursuz ve zor beğenen evladı oldum...taşkın hocayla müjgan hocanımın ,  burnunun hep dikine giden erkek evladı olmanın onur madalyasını gönül yakamda hep taşıdım hep taşıyacağım…

üzüntüm tarifsizdir ki , vakti saati geldiğinde, öğretmen anne babamın kuşağıyla birlikte ülkemiz eğitim tarihinde de  bir devir sonsuza dek kapanacak…

bize de evlat olarak, öğrenci olarak bu günlerin anısını yadetmek kalacak…

( murat örem / 24 kasım 2015 / ankara…)




19 Kasım 2015 Perşembe

arda’yla baba oğul şarkıları söylediğimiz güpgüzel zamanlar…arda’yla artık “kardeşin duysa da duymasa da / eloğlu duyar, elkızı duyar ” dediğimiz muhteşem zamanlar…



ankara’da nasıl ama nasıl  güneşli bir kasım günü…

sokaklarda insanlar…
sokaklarda arabalar…
sokaklarda yapraklar…

yollarda, kaldırımlarda caddelerde ;
arabalar arabalar arabalar…

artık kendinden tiksindiren arabalar…

teneke uygarlığının feriştahı 
allahın belası  dört çekerler,
sekiz iterler, on altı patlarlar…


ankara’da nasıl ama nasıl  güneşli bir kasım günü…

pastaneler dolu…
kaldırımlar dolu…
kahvehaneler dolu….
fastfoodlar (!) dolu….

tunalıhilmi dolu…
kızılay dolu…
sıhhiye dolu…

kitabevleri do…değil…
kitabevleri eh işte…. 

kargodan gelen bir paket…
o paketin içinden çıkan kitaplar…
kırk yıldır var günümde de yok günümde de 
“helali hoş olsun…” diye diye kitaba ödediğim 
tomar tomar paralar…

25 yıllık yolculukta kimseden esirgemediğim emekler
ve aklını vicdanını ferasetini ahde vefasını kaybedenlerin çiğlikleri…

360 koca gündür arda’yla birlikteyken 
duvarların üzerimize üzerimize geldiği kapkara günlerden çıkıp
güneşin apaydınlık doğduğu zamanlar….

arda’yla dolu dolu geçen geceler gündüzler…
arda’yla ürete ürete geçen zamanlar…


arda’yla baba oğul birbirimizi bulduğumuz zamanlar…
arda’yla baba oğul şarkıları söylediğimiz güpgüzel zamanlar….



arda’yla    artık
“kardeşin duysa da duymasa da 
eloğlu  duyar , elkızı duyar”
dediğimiz muhteşem zamanlar…

yıkılmadık,
yıkamadın/ız ,
yıkamayacaksın/ız
dediğimiz  güzel mi güzel  ankaralı zamanlar….


( murat örem / 19 kasım 2015 / ankara…)