müzik,
beş harfli…
müzik,
yedi notalı…
dünya
müzik tarihinin
en
büyük isimlerinden,
belki
de birincisi;
ludwig
van beethoven...
ve
beethoven
imzalı unutulmaz felsefi cümle ;
“ tanrı,
bazılarının kulaklarına fısıldar …
benimkine bağırdı…
onun için sağır oldum...”
tenis,
iki raketli…
tenis,
tek toplu…
tenis
tarihinin en iyi tenisçilerinden biri;
arthur
ashee…
daha
50 yaşındayken ölüme giden arthur
ashee’e sorulan soru;
“
tanrı
neden ağır bir hastalık için seni seçti…”
ve
efsane tenisçinin unutulmaz cevabı;
"tüm
dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar,
5
milyonu tenis oynamayı öğrenir,
500
bini profesyonel tenisi öğrenir,
50
bini yarışmalara girer,
5
bini büyük turnuvalara erişir,
50'si
wimbledon'a kadar gelir,
4'ü
yarı finale,
2'si
finale kalır....
ben
defalarca birinci olurken
ve
elimde şampiyonluk kupalarını tutarken
tanrı'ya
mutsuz biçimde
"neden
ben?"
diye
hiç sormadım…
ve
bugün sancı çekerek ölüme giderken ,
tanrı'ya
"niye
ben?" mi diyeceğimi sanıyorsunuz ?..
asla
demeyeceğim…
o kadar nankör değilim...
mutluluk
insanı tatlı yapar.
başarı
ışıltılı.
zorluklar
güçlü.
hüzün
insanı insan yapar.
yenilgi
mütevazı.
tanrı'ya
asla 'neden ben?' diye sormayın.
ne
olacaksa zaten olur..."
ne
diyordu abdülkadir meriçboyu da unutulmaz şiirinde;
“başımıza
gelen bütün bu şeyler
dünyada
olmamaktan daha iyi…”
(
murat örem / 12 kasım 2015 / ankara…)
TAŞKIN ÖREM:Yaşarken,niye ben:demeden veya niye bende yok demeden yaşanması gerektiğini çok güzel anlatmışsın. Kalemine,belleğine sağlık.Sevgiler.
YanıtlaSilYorumlar bazen geç aktif oluyor. Gecikme bundan. Sevgiler saygılar...murat örem
SilMurat Bey, yüreğinize sağlık…
YanıtlaSilNe tuhaftır ki insan için hayat, kesin olarak cevap verilemeyecek sorularla dolu… Kimiz biz? Nereden Geldik? Nereye gidiyoruz? Bunun gibi sorulara hiçbir kesin cevap bulamıyoruz; ancak yine de bir şekilde yaşayıp gidiyoruz…
Bu temel sorulardan başka, bir de başa gelen istenmeyen bir olaydan, bir felaketten sonra sorulan ve yine tümüyle cevaplanamayan, sizin de bahsettiğiniz o soru var: Neden ben?
Hiç kolay değil başa gelen kötü bir olayı kabullenerek yaşamaya devam etmek… Hele bir de ölümcül bir hastalıkla karşı karşıya iken “neden ben?” diye mutlaka soracaktır insan… Defalarca ve acı içinde…
Kimi zaman bu soruya kısmen de olsa bir yanıt bulabilmek, başa gelen zor durumla mücadeleyi oldukça kolaylaştırıyor da… Örneğin zamansız bir şekilde kansere yakalanan ve öleceğini bilen bir insan, “Her kötülükte bir iyilik vardır” diye düşünebilir… Sonraki hayata inanıyorsa da, kendisini daha iyi günlerin beklediğine inandırıp acısına daha rahat katlanabilir; isyan etmeden “şimdiki hayat”a daha kolay veda edebilir…
Ancak yazınızda bahsettiğiniz türde bir vedayı kabulleniş ise daha büyük bir “bilgelik” gerektiriyor… Yaşadığı “başarılı” hayatı “yaşanmış” olarak kabullenip gerisi için ümit etmeyi, başka şeyler istemeyi bırakmak ve buna isyan etmemek ya da nankörlük etmemek… Yaşadıklarıyla yetinmek, yaşayabileceklerini artık istememek!
Ne büyük bilgeliktir böyle bir davranış! Peki ama bunu kimler yapabilir? Ya da herkes yapabilmeli mi? Ya da henüz yaşıyorken, yukarıdaki tenisçinin “zor” durumuna henüz düşmemişken, “bir parça şükür” ile elde etmiş olduklarımızın kıymetini bilip elde edemediklerimize hayıflanmadan mı yaşamalı? Yaşam denilen bu “hediyeyi” bir gün iade edeceğimizi hep bilerek şimdiki “an”ları daha iyi, daha dolu dolu mu değerlendirmeli? Henüz veda etmeyecekken dahi, hayata sık sık teşekkür mü etmeli?
Böyle bir tavır da, büyük bir bilgelik gerektirmiyor mu? Ve kaleme aldığınız harika yazının son bölümlerini bir daha, bir daha okumayı…
“Tanrı’ya bir daha asla ‘neden ben?’ diye sormayın.
Ne olacaksa zaten olur…”
“Başımıza gelen bütün bu şeyler
dünyada olmamaktan daha iyi…”
Saygı ve selamla…
Kemal Atalay
sevgili kemal atalay ;
YanıtlaSilher bir yorumunuz dolu dolu zihin harcanmış uzun yazı formunda...
gönül bu yorumları yayınlayıp paylaşmaktan çok ama çok memnun da
size ait bir sayfada okumayı da tercih eder...:)))
artık zamanı gelmedi mi...
bir düşünün isterseniz...
zihninize ve klavyenize bereket....
murat örem...