siz bu yazıyı
okuduğunuzda ,
biz
Bora’yla
daha
memlekete rezil olmamış olacağız…
birkaç
gün daha var ,
arkamızdan
atıp sıkmalarınıza…
birkaç
gün daha var ;
Matrix
cahili olarak yaftalanmamıza…
büyük oğlum Umur’un deyimiyle
ekşi
sözlüklere bile düşme ihtimalimize…
neyse
hikayeyi özet geçeyim…
13
aralık Cuma…iki gün önce…
-bak
şimdi dikkat ettim 13.Cuma gibi-
telefon
çaldı…
yalçın
ergir, yalçın abey karşımda…
“benim
yeğenim yarışmacı adayı olmuş
telefon
jokeri olmamı istiyor
ben
de seni söyledim , sakıncası var mı ?”
diye
soruyor kibarca….
oysa
ikimiz de biliyoruz,
böyle
bir soru sormasına
hiiççç
gerek olmadığını…
değil
telefon jokeri olup olmamak
“bülten
sokak’ta sabah 3-5 nöbetin var
ilk
kar tanesini karantinaya alacaksın”
diye
talimat vermesi bile mümkün…
itirazsız
kabul ederim….
hem
de gönülden….
hem
de hiççç sorgulamadan…
o
benim yalçın abim yahu…
benim
gibi huysuz kere huysuz bir adama
sorgusuz
sualsiz emir bile verme kontenjanı sınırsız
üç
beş kişiden biri o…
yalçın
ergir o…
düş
hekimi o….
boru
mu ?
neyse
efendim uzatmayalım,
yalçın
ergir’e
“abi
sen varken bize ne oluyor..” dese de
doktor
bora’nın telefon jokeri oldu murat
örem…
hızlı
biçimde
doktor
bora’yla iki üç telefon görüşmesi…
dilekler
şunlar bunlar….
hadi size bir dedikodu;
bu doktor taifesinin hatırlı bir kısmı
hakiki
manada uzaylıdır…
doktor
bora da bana, çok para kazanırsa
çeşit
çeşit fidanlar ağaçlarla
orman
yaratacağını söylüyor kazandıklarıyla…
yahu
kardeşim
sizin
içinizden hiç mi adam(!) çıkmaz
hiç
mi bencil adam çıkmaz…
git
kendine crossover alma hayali kur…
git
kendine yat al kat ev al
para kazanırsan…
para kazanırsan…
orman
yaratmak ne demek ?
böyle
hayali olan adama
iyi
saatte olsunlar bile yardım eder mi ?
hasılı
kelam değerli okur
yalnızca
telefonla konuştuğumuz halde bile
ben
bora’yı pek bi sevdim…
insanlığını
sevdim…
üstüne
basa basa da
edebiyatta
sanatta sporda buradayım ,
için
pek rahat olsun dedim…
aman
yabancı müzikte kırk kere düşün… dedim.
ama
galiba sinemayla ilgili ben de bir şey demedim
o
da sormadı…
bu
arada araya bir de
vesikalık
fotoğraf gönderme telaşı sıkıştırdık….
telefon
jokerlerinin
vesikalık
fotoğraflarını istiyormuş prodüksiyon…
onu
da hallettik paldır küldür…
basın
kartları değişirken yeni fotoğraf istediler
diye
bir
sabah apar topar çektirdiğim
vesikalık
fotoğrafı ilettim bora’ya
yahoo
sağolsun….
o
fotoğrafın da ayrı bir hikayesi var…
en
son milattan önce kravat taktığım için
fotoğrafı
çektirdiğim stüdyoda bulduğum kravatı
kareli
gömleğin üstüne kelebek gibi kondurmuştum çünkü…
neyse
efendim…
cumartesi
oldu….
bora
iki üç kere aradı…
elemeleri
de geçtim…
deneme
çekimleri tamam dedi…
hazırım
dedim…
ben
de…
ankaranın
sokaklarında bir cumartesi günü
kitapçılar
, alışveriş şu bu derken
akşamın
beşinde çaldı telefon…
0
216 …bilmem ne diye….
hah
dedim dananın kuyruğuna geldik…
murat
örem bir markette yakalandı yüzyılın(!)
sorusuna….
küçük
oğlan Arda’ya afyon sucuğu alırken hem de…
marketin
uğultusundan uzak bir yerde
gümbürdeyen
bir yürekle beklerken
yarışma
mizanseni gereğince
telefon
çalıyor dedi kenan bey…
oysa
telefonum açıktı ve bekliyordum…
kenan
bey , hakkıyla kibar adam…
iki
üç merhaba cümlesi kurdu…
bir
de üstüne cevabı bileceğinizi sanıyorum
dedi…
ben
yarışmacıdan daha heyecanlıyım falan dedim…
ki
onlarca yüzlerce binlerce kez
kameranın mikrofonun önüne arkasına geçmişim
ömrümün
yirmi küsur yılında, ama…
yine
de zor bir telaş bu …
ters
köşe soruları beklemek zor iş…
geldi
soru…
cümle
morfolyus
(!!!) diye başladı
sonra
da kırmızı
mavi hap diye devam etti galiba
hayal
meyal hatırlıyorum…
saliseler
içinde
bu
iş patlar murat dedim kendi kendime…
ben
ki animasyon action film izlemeyeli bin yıl olmuş…
salakça
gelmiş bu masallar…
sonra
şıkları sıraladı bora…
hayal
meyal matrix ve inception başlıkları kaldı zihnimde…
yekten,
bir çırpıda
sevgili
bora yardımcı olabileceğimi hiç
sanmıyorum dedim..
bir
de işgüzarca ekledim
ama
sezgilerim inception diyor…
bora’nın
sesi düştü…
gitti
bizim fidanlar, orman diye düşündü muhtemelen…
gitti
bizim karizma diye düşündüm ben…
bir
yarışmacı daha gitti diye düşünmüştür muhtemelen
kenan
bey de…
telefonu
kapattım…
ilk
şoku atlattım…
markettekilerin
yüzüne baktım alık alık…
gerçeküstü
bir film karesi gibiydi her şey…
şarküteri
bölümüne gittim cool bir tavırla…
şu
benim afyon sucuğunu alabilir miyim dedim…
sonrasında
hemen umur’u aradım ,
mavi
hap kıl tüy derken
matrix
cevabını hemen çaktı oğlan…
sonrasında
yalçın abey’i aradım…
sonrasında
bora aradı….
sonrasında….
öyle işte….
bin yıl önce de Jack Lemmon’u bilememiştim bir
yarışmada…
içinde sinema sorusu olmayan bir yarışma olursa haberim
olsun…
bugünlerin yarınları da var…!!!!!
başa dönersek ;
biz
Bora’yla
daha
memlekete rezil olmamış olacağız…
birkaç
gün daha var ,
arkamızdan
atıp sıkmalarınıza…
birkaç
gün daha var ;
Matrix
cahili olarak yaftalanmamıza…
büyük
oğlum Umur’un deyimiyle
ekşi
sözlüklere
bile düşme ihtimalimize…
(
murat örem / 15 aralık 2013 / ankara…)
hikayenin ergir.com'daki devamı da şöyle ;
http://www.ergir.com/2013/mor_feyus.htm
hikayenin ergir.com'daki devamı da şöyle ;
http://www.ergir.com/2013/mor_feyus.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder