Tarih ;
6 Ekim 2013 Pazar…
Saat 15.00’a doğru ilerliyor…
Ankara’nın en sanatsal
üçgenindeki Opera Binası’nın içinde
yer alan Büyük Tiyatro’nun önü kalabalık…
İnsan kalabalığı bu…
Birazdan
izleyeceğimiz Yaşar Kemal imzalı Teneke oyununda sık sık
tekrarlanacak cümleyi biraz değiştirerek
söylersek ;
“Konuşan
hayvanların değil,
mektup
yazan mektup okuyan
iyi
insanların kalabalığı bu…”
Kalabalık, birazdan başlayacak oyunun tatlı telaşında…
Tütün
içenler , çay içenler,
elindeki
simidi son lokmasına kadar yemeye
çalışanlar,
üşüyenler,
kalın kabanlarına sarılanlar,
sevdiklerine
sarılanlar,
çocuklarının
elinden tutanlar
az
sonra başlayacak oyunun tatlı merakı içinde…
Kalabalık, bu kadar
erken gelen kışın da şaşkınlığı içinde…
Ankara, Aralık veya
Ocak ayından ödünç alınmış hakiki bir kışın soğuğunu yaşatıyor eni konu…
Hani ne
der eskiler ;
“kış
kışlığını ,
.uşt .uştluğunu
mutlaka
yaparmış…”
İkisinin
de huyunu biliriz...
Hele
diğerini iyi biliriz...!!!
O her
zaman vazife başındadır tamam da ,
ne peki
, bu acelesi kışın…
Kalabalık
, anadolunun ve insanlığın bin yıllık hikayesini dinlemek ve izlemek için Büyük
Tiyatro’nun önünde, soğuk moğuk, kış mış demeden…
Son
sigaralar içildi,
çaylar
kahveler bardakta yarım kaldı…
Oyun zamanı artık…
Gelenlerin
gidenlerin, çalanların,
çalmayanların, çal(a)mayanların
hikayesini izleme zamanı artık…
Yaşar
Kemal’in yazdıklarından ortaya çıkarılan ve Gürol Tonbul’un ciddi bir başarıyla yönetip otaya
çıkardığı Teneke’yi izleme zamanı
artık…
Şaşırtıcı ve mutlu edici
oyun seçimiyle , Ankara Devlet Tiyatrosu’nun yeni
repertuvarıyla Teneke’yi izleme zamanı….
Oyun başladı…
Bilenler bilir ; Büyük Tiyatro’nun içi yorgun ama güngörmüş
bir dinginlikle karşılar sizi…
Oyun
başladı…
Kırmızı renkli koltukların üzerine sessizce oturdu insanlar…
Kalabalık insanlaştı, daha bir insanlaştı…
Salonun
kenarındaki apliklerin ışıkları tümüyle kararmadan son seyirciler yerini
alırken bir anlatıcı / tellal girdi sahneye ; Tahta valizin üzerine
ellerini koyarak hikayeyi açtı…
tellal
,
sesi ve
mimikleriyle
deli
deli bakan gözleriyle
bir
şeyler anlatmaya başladı…
Çok
şeyler anlatmaya başladı….
Oyun
başladı…
Hayat
zaten hiç bitmemişti…
Yaşar
Kemal döne döne de olsa bihakkın anlattığı Çukurova’sıyla
karşımızda işte…
Ankara
Devlet Tiyatrosunun 30 kişilik kadrosu karşımızda işte…
Hikayenin
Çukurova’da geçmesi, lafın gelişi..
Egenin
köylerinde de yaşandı bu hikaye…
Abbas
Sayar’ın iç anadolusunda da…
Bekir
Yıldız’ın güneydoğusunda da…
İnsanın
olduğu her yerde karşımıza çıkan
“kısa
çöp uzun çöp hikayesi” tam karşımızda işte…
Hikayenin
tümünü burada eni konu anlatmanın manası yok…
Gereği
de yok…
Biz
diyelim tekrar , kısa çöp uzun çöp meselesi diye…
siz
getirin hikayenin devamını…
Bu
oyuna gidin ve iyi bir yönetmenin elinden çıkmış çalışmanın hem tadını çıkarın
hem de sorularınıza yeni çentikler
atın….
Semboller
var oyunda ;
genç
kaymakam,
eşraftan
olan vekil kaymakam,
tellal,
posta
müdürü,
zeyno,
memed
ali misali…
Değişmeyen
gerçekler var oyunda…
İnsanın
ve insanlığın olduğu her yerde karşımıza çıkan rezil ve onurlu
gerçekler…
Bunların
hepsini oyunu izledikçe zihninde daha bir yerli yerine oturtacaksın ey okur…
Zaten
yaşıyorsun, yaşadın, yaşayacaksın…
Ne der
bir söz ;
“karnı
açları doyurursun da
gözü
açları ne yapacaksın,
nasıl
doyuracaksın ? ”
evet
insanlık tarihi biraz da ; gözü açların arsız tarihidir….
Teneke, gözü açların arsız tarihine çentik atmak ve
yalnızca karnını doyurmak , ayakta kalmak isteyenlerin de hikayesi bir anlamda…
Oyun
bittiğinde mutlak bir kötülük veya iyilik yok…
Yenenlerin yenilenlerin keskin ayrımı yok…
Bir çemberi tamamlaya tamamlaya yaşananlar ,
yaşanmışlar var…
İnsanın
olduğu yerde her zaman hepimizin başına gelecek insanlıklar var…
Teneke’deki
oyunculara gelince…
Teneke
oyunundaki tıkır tıkır işleyen oyun ve oyuncu çarkına gelince ;
Tellal
ve anlatıcı rolünde Nusret Şenay ustalığının mührünü vuruyor bir kez daha…Bu hakiki
bir oyuncu kumaşı mühürü…O kadar sade , o kadar yalın ve o kadar tane tane ama
vura vura söylüyor söyleyeceklerini…
Ki ,
bilenler iyi bilir çok tehlikelidir
teatral roller…
Teatral
olayım derken sakil bir abartıya atıverir sizi oynadığınız rol…Oyunu açarken ve
kapatırken herkesin gözünün bebeğine deli deli ama insan insan bakmayı başaran
emeğine, bin bereket olsun Nusret
Şenay’ın…
Resul,
kasabanın kıdemli vekil kaymakamı…İyi bir oyun çıkarıyor Resul rolünde Şahin
Ergüney…İyi bir oyun çıkarıyor ve bazı müşkülpesent izleyiciler “daha
iyisi olabilir mi acaba ?” diye
sorsalar da aksamıyor büyük fotoğrafın
içinde , sakil durmuyor…
Posta
Müdürü de oyunda bir prototip… Döne döne aynı repliği söyleyerek bir şey
söylüyor…Anlamak isteyene çok şey söylüyor…Koray Karaca da rolünde
başarılı…Yine bazı müşkülpesent seyirciler ,
“bu rolün yemeği güzel de yine de bir şey eksik mi acaba?” diye sorsalar da başarılı…
Patır
Patır oyunun lokomotif karakterlerinden…Oyunun lokomotif karakterlerinden olmasında en büyük pay
da Bahadır Karasu’ya, onun başarılı
oyunculuğuna ait…Bahadır Karasu karnından
daha çok gözü aç olanların en patavatsız temsilcisi rolünün içini büyük
bir emekle ve başarıyla dolduruyor…Daha nice oyunlarda emeği ve başarısı çok
olsun onun da…
Alpay
Ulusoy Kaymakam rolünde…Genç ve toy kaymakam rolünde…Başarısız mı
, kesinlikle değil Alpay Ulusoy…Oyun ilerlerken ilerlerken kendi aydınlanmasını
da yaşıyor Alpay Ulusoy…
Zeyno’yla,
Memed Ali, “Teneke” oyununun kısa
çöplerinden…Yaşamak için , beslenmek için, köklerini kaybetmemek için direnenlerden…Zeyno rolünde Emine
Semra Gökalp rolünün içini
doldurmayı başarıyor…
Memed
Ali rolündeki Çetin Azer Aras da, rolünün içini emek emek doldurup bir de üzerine çok şey koyanlardan…Büyük
laflar etmiyor Çetin Azer Aras…Hepimizin
, zorbanın karşısında duyduğu çelişkileri ve isyanı duya duya , omuzlarını düşürdüğü yerden kalkıp
devam ediyor arsızlarla kavgasına....
Salonda oyunda ve sonrasında seyirciden en olumlu tepkiyi alan isimlerden
oluyor Çetin Azer Aras hem oyundaki rol dağılımıyla hem de rolünü bihakkın
oynamasıyla…
Ve bir
başka oyuncu var sahnede…
Gözü
açların en sinsi , dili çok ballı ama gerekirse en
çatallı temsilcilerinden olan Murtaza Ağanın kendisi bu…Murtaza Ağa da
bir prototip…
Gülen
yüzünün arkasına sinsi bir tilkinin, arsız bir sansarın gölgesi
düşenlerin prototipi Murtaza Ağa…
Ve ,
Murtaza Ağa rolünde adeta başka bir boyuta geçiyor Osman Nuri Ercan bürokratlığını falan unutarak…
Taş
bilye olan dakkaları yuvarlarken sahnenin bir ucundan öbürüne Osman Nuri
Ercan, aslında seyircinin zihnine de
atıyor o taş bilyeleri…
Kötülüğün
nasıl da kuzu postuna bürünebileceğini döne döne büyük bir başarıyla,
yaşayarak, yaşatarak anlatıyor Osman Nuri Ercan…
Osman
Nuri Ercan’ı da izlerken bir kez daha anlıyorsunuz bazı
mesleklerin meslek değil hayat biçimi olduğunu ve bu işlerin
içindeki isimlerin yaptıkları işi ne kadar katmerlendirerek zenginleştirebileceğini…
Oyun
bitiyor…
Alkışlar
sarıyor dört bir yanı…
Usul
olsun, adet yerini bulsun diye değil ama…
Seyirci
ayakta alkışlıyor yaklaşık üç saat süren emeği…
Ankara
Devlet Tiyatrosu ;
2013
-2014 sezonunda kalabalık kadrolu
ama içi
dolu dolu repertuvarıyla yoluna devam ediyor…
Bize de
bu güzellikleri seninle paylaşmak düşüyor ey okur….
Sana
düşeni de , hatırlatmayalım artık ey okur…
( murat örem / 8 ekim 2013 / ankara…)
( tiyatrodunyasi.com )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder