*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

9 Ekim 2013 Çarşamba

teneke ; gözü açların arsız tarihi...

Tarih ; 6 Ekim 2013 Pazar…
         Saat 15.00’a doğru ilerliyor…
       Ankara’nın en sanatsal  üçgenindeki  Opera Binası’nın içinde yer alan Büyük Tiyatro’nun önü kalabalık…
         İnsan kalabalığı bu…
        
Birazdan izleyeceğimiz Yaşar Kemal imzalı Teneke oyununda sık sık tekrarlanacak cümleyi biraz değiştirerek  söylersek ;
“Konuşan hayvanların değil,
mektup yazan mektup okuyan
iyi insanların   kalabalığı bu…”
        
Kalabalık,  birazdan başlayacak oyunun tatlı telaşında…
        
Tütün içenler , çay içenler,
elindeki simidi son lokmasına  kadar yemeye çalışanlar,
üşüyenler, kalın kabanlarına sarılanlar,
sevdiklerine sarılanlar,
çocuklarının elinden tutanlar
az sonra başlayacak oyunun tatlı merakı içinde…

         Kalabalık,  bu kadar erken gelen kışın da şaşkınlığı içinde…
     Ankara,  Aralık veya Ocak ayından ödünç alınmış hakiki bir kışın soğuğunu yaşatıyor  eni konu…
        
Hani ne der eskiler ;
“kış kışlığını , 
.uşt  .uştluğunu
mutlaka yaparmış…”
        
İkisinin de huyunu biliriz...
Hele diğerini iyi biliriz...!!!
O her zaman vazife başındadır tamam da ,
ne peki ,  bu acelesi kışın…
        
Kalabalık , anadolunun ve insanlığın bin yıllık hikayesini dinlemek ve izlemek için Büyük Tiyatro’nun önünde,  soğuk moğuk,  kış mış demeden…
        
Son sigaralar içildi,
çaylar kahveler bardakta yarım kaldı…
         Oyun zamanı artık…
        
Gelenlerin gidenlerin,  çalanların, çalmayanların,  çal(a)mayanların hikayesini izleme zamanı artık…
        
Yaşar Kemal’in yazdıklarından ortaya çıkarılan ve Gürol Tonbul’un  ciddi bir başarıyla yönetip otaya çıkardığı  Teneke’yi izleme zamanı artık…
       Şaşırtıcı ve mutlu edici  oyun seçimiyle , Ankara Devlet Tiyatrosu’nun yeni repertuvarıyla Teneke’yi izleme zamanı….

         Oyun başladı…
        Bilenler bilir ; Büyük Tiyatro’nun içi yorgun ama güngörmüş bir dinginlikle karşılar sizi…
        
Oyun başladı…
         Kırmızı renkli koltukların üzerine sessizce oturdu insanlar…
         Kalabalık insanlaştı, daha bir insanlaştı…
        
Salonun kenarındaki apliklerin ışıkları tümüyle kararmadan son seyirciler yerini alırken bir anlatıcı / tellal girdi sahneye ; Tahta valizin üzerine ellerini koyarak hikayeyi açtı…
        
tellal ,
sesi ve mimikleriyle
deli deli bakan gözleriyle
bir şeyler anlatmaya başladı…

Çok şeyler anlatmaya başladı….

Oyun başladı…
Hayat zaten hiç bitmemişti…

Yaşar Kemal döne döne de olsa bihakkın anlattığı Çukurova’sıyla karşımızda işte…
Ankara Devlet Tiyatrosunun 30 kişilik kadrosu karşımızda işte…

Hikayenin Çukurova’da geçmesi,  lafın gelişi..
Egenin köylerinde  de yaşandı bu  hikaye…
Abbas Sayar’ın iç anadolusunda  da…
Bekir Yıldız’ın güneydoğusunda  da…

İnsanın olduğu her yerde karşımıza çıkan
“kısa çöp uzun çöp hikayesi” tam karşımızda işte…

Hikayenin tümünü burada eni konu anlatmanın manası yok…
Gereği de yok…

Biz diyelim tekrar , kısa çöp uzun çöp meselesi diye…
siz getirin hikayenin devamını…

Bu oyuna gidin ve iyi bir yönetmenin elinden çıkmış çalışmanın hem tadını çıkarın hem de sorularınıza yeni  çentikler atın….

Semboller var oyunda ;
genç kaymakam,
eşraftan olan vekil kaymakam, 
tellal,
posta müdürü,
zeyno,
memed ali misali…

Değişmeyen gerçekler var oyunda…
İnsanın ve insanlığın olduğu her yerde karşımıza çıkan rezil ve onurlu gerçekler…

Bunların hepsini oyunu izledikçe zihninde daha bir yerli yerine oturtacaksın ey okur…

Zaten yaşıyorsun, yaşadın, yaşayacaksın…

Ne der bir söz ;
“karnı açları doyurursun da
gözü açları ne yapacaksın,
nasıl doyuracaksın ? ”

evet insanlık tarihi biraz da ; gözü açların arsız tarihidir….

Teneke,  gözü açların arsız tarihine çentik atmak ve yalnızca karnını doyurmak , ayakta kalmak isteyenlerin de hikayesi bir anlamda…

Oyun bittiğinde mutlak bir kötülük veya iyilik yok…
Yenenlerin  yenilenlerin keskin ayrımı yok…
Bir  çemberi tamamlaya tamamlaya yaşananlar , yaşanmışlar var…
İnsanın olduğu yerde her zaman hepimizin başına gelecek insanlıklar var…

Teneke’deki oyunculara gelince…
Teneke oyunundaki tıkır tıkır işleyen oyun ve oyuncu çarkına gelince ;

Tellal ve anlatıcı rolünde Nusret Şenay ustalığının mührünü vuruyor bir kez daha…Bu hakiki bir oyuncu kumaşı mühürü…O kadar sade , o kadar yalın ve o kadar tane tane ama vura vura söylüyor söyleyeceklerini…

Ki , bilenler iyi  bilir çok tehlikelidir teatral roller…

Teatral olayım derken sakil bir abartıya atıverir sizi oynadığınız rol…Oyunu açarken ve kapatırken herkesin gözünün bebeğine deli deli ama insan insan bakmayı başaran emeğine,  bin bereket olsun Nusret Şenay’ın…

Resul, kasabanın kıdemli vekil kaymakamı…İyi bir oyun çıkarıyor Resul rolünde Şahin Ergüney…İyi bir oyun çıkarıyor ve bazı müşkülpesent izleyiciler “daha iyisi olabilir mi acaba ?”  diye sorsalar da aksamıyor  büyük fotoğrafın içinde , sakil durmuyor…

Posta Müdürü de oyunda bir prototip… Döne döne aynı repliği söyleyerek bir şey söylüyor…Anlamak isteyene çok şey söylüyor…Koray Karaca da rolünde başarılı…Yine bazı müşkülpesent seyirciler ,  “bu rolün yemeği güzel de yine de  bir şey eksik mi acaba?”  diye sorsalar da başarılı…

Patır Patır oyunun lokomotif karakterlerinden…Oyunun lokomotif  karakterlerinden olmasında en büyük pay da  Bahadır Karasu’ya, onun başarılı oyunculuğuna ait…Bahadır Karasu  karnından daha çok gözü aç olanların en patavatsız temsilcisi rolünün içini büyük bir emekle ve başarıyla dolduruyor…Daha nice oyunlarda emeği ve başarısı çok olsun onun da…

Alpay Ulusoy Kaymakam rolünde…Genç ve toy kaymakam rolünde…Başarısız mı , kesinlikle değil Alpay Ulusoy…Oyun ilerlerken ilerlerken kendi aydınlanmasını da yaşıyor Alpay Ulusoy…

Zeyno’yla, Memed Ali, “Teneke” oyununun  kısa çöplerinden…Yaşamak için , beslenmek için, köklerini kaybetmemek için  direnenlerden…Zeyno rolünde Emine Semra Gökalp rolünün içini  doldurmayı başarıyor…

Memed Ali rolündeki Çetin Azer Aras  da,  rolünün içini emek emek doldurup  bir de üzerine çok şey koyanlardan…Büyük laflar etmiyor  Çetin Azer Aras…Hepimizin , zorbanın karşısında duyduğu çelişkileri ve isyanı duya duya ,  omuzlarını düşürdüğü  yerden kalkıp  devam ediyor  arsızlarla kavgasına.... Salonda oyunda ve sonrasında seyirciden en olumlu tepkiyi alan isimlerden oluyor Çetin Azer Aras hem oyundaki rol dağılımıyla hem de rolünü bihakkın oynamasıyla…

Ve bir başka oyuncu var sahnede…

Gözü açların en sinsi , dili çok ballı ama  gerekirse en çatallı temsilcilerinden olan Murtaza Ağanın kendisi bu…Murtaza Ağa da bir prototip…

Gülen yüzünün arkasına sinsi bir tilkinin, arsız bir sansarın  gölgesi  düşenlerin prototipi Murtaza Ağa…

Ve , Murtaza Ağa rolünde adeta başka bir boyuta geçiyor Osman Nuri Ercan  bürokratlığını falan unutarak…

Taş bilye olan dakkaları yuvarlarken sahnenin bir ucundan öbürüne Osman Nuri Ercan,   aslında seyircinin zihnine de atıyor o taş bilyeleri…

Kötülüğün nasıl da kuzu postuna bürünebileceğini döne döne büyük bir başarıyla, yaşayarak, yaşatarak anlatıyor Osman Nuri Ercan…

Osman Nuri Ercan’ı da izlerken bir kez daha anlıyorsunuz bazı mesleklerin meslek değil hayat biçimi olduğunu ve bu işlerin içindeki isimlerin yaptıkları işi ne kadar katmerlendirerek zenginleştirebileceğini…

Oyun bitiyor…
Alkışlar sarıyor dört bir yanı…
Usul olsun, adet yerini bulsun diye değil ama…
Seyirci ayakta alkışlıyor yaklaşık üç saat süren emeği…

Ankara Devlet Tiyatrosu ; 
2013 -2014 sezonunda kalabalık kadrolu
ama içi dolu dolu repertuvarıyla yoluna devam ediyor…

Bize de bu güzellikleri seninle paylaşmak düşüyor ey okur….
Sana düşeni de , hatırlatmayalım artık ey okur…

( murat örem / 8 ekim 2013 / ankara…)
( tiyatrodunyasi.com )





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder