istanbul’daki öğrencilik yıllarında
çok yürüdüm saatler
boyunca ;
taksim’den levent’e...
levent’ten şişli’ye...
şişli’den bayazıt’a...
aksaray’dan
mecidiyeköy’e...
ortaköy’den tarabya’ya,
sarıyer’e...
kadıköy’den
küçükyalı’ya...
yeri geldikçe yazdığım gibi
cebimde çok para varken
de yürüdüm
“hiç para varken de” yürüdüm her yaşımda...
yürümenin en büyük terapi
olduğunu düşündüm hep...
bugün bile, 50’lere giderken yaşım
amok koşucusu misali
severim , deli deli huzurlu huzurlu
kendimle konuşa konuşa,
didişe didişe yürümeyi...
tembellikle hızla aldığım
kiloları
aynı hızla vermemin
en güzel ilacıdır
hala, yürümek...
işte o yürüyüş günlerinde
çok görürdüm
attila İlhan’ı...
istanbul’da
öğrenciyken...
divan Pastanesi’nin kah içinde kah dışındaki masalarda...
attila ilhan’ın
çok okudum şiirlerini,
gözlerimle,
sesimle,
zihnimle...
büyüyüp yaş alırken
büyümeyi geçip
yaşlanırken
attila ilhan , hep oldu
zihnimde...
daima oldu...
şiirleriyle,
yayıncı tarafıyla,
polemikleriyle,
emekleriyle,
aykırı duruşuyla,
mavi dergisiyle,
köy enstitüleri
eleştirileriyle
daima oldu...
kah "çokbidemode" buldum onu,
kah "çokbiçalışkanarı"
kah "çokbiukalakaptan"
yıllar yıllar önce bir
gün laf arasında
“kitaplar balıklardan
akıllıdır” diyen
selahi dedemle
her zamanki gibi sohbetin
dibine vururken
baba tarafından
köklerimizin olduğu
balıkesir balya ilçesi günlerini anlattı nur içinde yatası selahi dedem...
“ben yetişkin bir genç
adamken
kaymakamlıkta da zaman zaman görev
icabı bulunurken
attila ilhan’ın babası
da balya’da kaymakamdı.
attila ufak bir çocuktu
ama büyük büyük bakardı
ben de ona takılır
severdim... ”
cümlesini kurdu...
durur muyum ?
bitmeyen sorularımı
sıraladım ardarda...
anlattı aklında
kalanlarını...
- merak edenlere bir
gün balıkesir balya’yı da anlatma sözüm olsun...
balya, türkiyenin 100
yıl önceden elektrikle tanışan ilk kasabasıydı...
bistrolarında cafe crem
içilen kasabasıydı...
şimdi boynu bükük , viran bir köy gibi duruyor...
fransızların vakti zamanında kurşun
çıkardıkları madenlere
döktüğü onbinlerce ton asitle
gün gün fiziken ve ruhen ölüyor balya....-
o zamanlar
selahi dedem de
attila ilhan da
yaşıyordu...
şimdi yaşayan benim...
attila ilhan’ın
çok okudum şiirlerini,
gözlerimle,
sesimle,
zihnimle...
hala bir çok şiirinin
bambaşka olduğunu
düşünürüm...
ve hala bir çok söylediğine de
itirazım bakidir...
amma ;
başkadır attila
ilhan...
hakikaten başkadır...
aşağıdaki yazıyı bu
bilgiler ışığında okuyunuz...
attila ilhan şiirlerinde
tarifsiz bir pastoral zenginlik olduğunu hiç unutmadan,
tarifsiz bir pastoral zenginlik olduğunu hiç unutmadan,
en kasvetli
zamanlarınızda bile
mesela şu aşağıdaki dizeler misali
bambaşka bir ışığa
yürüyeceğinizi bile bile
attila ilhan şiirleri okuyunuz...
“..ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil....”
( murat örem / 10 ekim
2013 / ankara...)
******************
attila ilhan ;
nam-ı diğer, kaptan....
Attila İlhan ya da nam-ı diğer Kaptan....
Genç yaşında edindiği bilgisi,
deneyimi ve bugünlerde kullanıldığı manasıyla ayağa düşen haliyle değil de hakiki
karizmasıyla ilerleyen yıllarda
da kendini çoğaltmayı bildi ve her dönemde belli çevreler için bir önder, bir usta,
mezen olmayı başardı Attila İlhan...
Attila İlhan yalnızca şair
değil, romancı, denemeci, senarist, çok iyi bir hatip ve fıkra yazarıydı da…
Attila İlhan, 1925
yılında İzmir Menemen’de dünyaya gelir. Lise
birinci sınıftayken yazdığı mektuba o
zaman Türkiye’de yasaklı olan Nazım Hikmet’in şiirlerini de eklediği için 1941
yılında, henüz 16 yaşındayken tutuklanır.
Üç hafta boyunca,
İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün kullandığı zamanın meşhur Sansaryan Han’ında gözaltında
tutulur. Sansaryan Han, 1940’ların ilk yarısında Vedat Türkali, Ahmet Arif
gibi kendini solda tanımlayanların , 1940’ların ikinci yarısında da Nihal Atsız, Alparslan Türkeş gibi
sağ cenahtaki insanların büyük acılar çektiği ve Türkiye tarihinin sembol (!) binalarından
biri olarak, bugün bile hatırlanır....
Attila İlhan, Nazım
Hikmet şiirini mektubunda kullandığı için iki ay hapis yatar. Hapisten
çıktığında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, hiçbir okula kayıt
yaptıramayacağına ilişkin bir belge verilir kendisine.
Fakat savaşta Rusya’nın
ya da o dönemdeki ismiyle Sovyetler Birliği’nin Almanya’yı etkisiz
hale getirmesiyle değişen dengelerin(!) de sonucu olarak tekrar eğitim hakkını
kazanır ve İstanbul’da özel bir liseye
kaydolur....
Kaderin ve hayatın cilvesine
bakın ki, bu okulun son sınıfında edebiyat dersine giren öğretmeni Sansaryan Han’a atılan ve devlet görevine son
verilen ünlü isim Nihal Atsız’dır.
Hangi görüşten olursa
olsun, aydınlarına iyi davranmama geleneğinin sonucu olarak, herkesin payına
düşen acıyı yaşadığı çoğu insanın yaşadığı günlerin , tipik bir rastlantısıdır sanki bu
durum....
Attila İlhan, lisenin son
sınıfında okurken, o güne kadar ülkenin tek partisi olan CHP’nin düzenlediği şiir
yarışmasında, Cebbar Oğlu Mehemmet şiiriyle ikincilik ödülünü alır.
Birinciliği Cahit Sıtkı Tarancı, üçüncülüğü Fazıl Hüsnü Dağlarca
almıştır yarışmada. Tanınmış iki şairin arasında, genç bir isim olarak dikkat
çekmiştir şiir yazmaya daha ilkokul
yıllarında başlamış olan Attila İlhan....
Attila İlhan’ın ilk şiiri,
1941’de Yeni Edebiyat dergisinde yayımlanmıştır. Daha sonra takma
adlarla, özellikle sol ağırlıklı yayınlarda şiirlerini yayımlasa da Attila
İlhan adını o dönemde hala sınırlı bir
çevre bilmektedir...
Liseyi bitiren Attila İlhan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
yüksek öğrenimine başlar. Öğrenciyken,
1948 yılında ilk kitabı Duvar’ı, annesinden aldığı sınırlı
parayla yayımlar....
Yarışmada ikinci olan şiiri Cebbar
Oğlu Mehemmed de Duvar kitabında yer almıştır. Kitap , bir yandan Nazım
Hikmet bir yandan da halk şiiri etkisinde yazılmıştır... İkinci Dünya Savaşı’nın bunaltıcı atmosferi, işçi
sınıfının göz ardı edilen hakları ve fakirlik konuları vardır Duvar kitabındaki
şiirlerde ama aşk da vardır...
Attila İlhan, 1959
yılında kitabının yeni baskısına yazdığı önsözde şöyle anlatır o günleri ve o
günlerin doğurduğu şiirlerini:
“Duvar’daki şiirler, belki harbi etiyle kemiğiyle yaşamamış; ama gazete,
radyo, sinema yoluyla bir yandan; fırında kaybolan ekmek, seferber edilen ordu,
pasif korunma ve karartmalar yoluyla öbür yandan; onun sertliğini ve hainliğini
‘etinde duymuş’ bir harp delikanlısının şiirleri. Şair o karanlık günlerde,
elbette hürriyetin, hakkın ve demokrasinin şarkılarını söylemeye savaşacaktır.
Söylemiş işte.
Söylemeye çalışmış, hiç olmazsa.”
Attila İlhan’ın, kendi
yazdıkları şiirler dışındakileri yeterli bulmama, milli görmeme yaklaşımı sanki
daha ilk gençlik yıllarında tohumlarını
atmış gibidir...
çokbiukaladır attila
ilhan...
içini hakkıyla doldura
doldura
çokbiukaladır...
hem de
her zaman....
Attila İlhan, şiir
yayımladığı ilk dönemlerde de sonrasında da , etkisi çığ gibi büyüyen Garip
şiirini, “basit , yavan, kenar mahalle ağzı” olarak tanımlamış Garipçileri okuyup izleyenleri de ağır biçimde
eleştirmiştir.
Burada da aykırıdır...
İlerleyen yıllarda aynı
tepkiyi İkinci Yeni’cilere de verecektir...
Özellikle Duvar kitabı döneminde
yazdığı şiirlerin, bir ucuyla Köroğlu, Dadaloğlu, Kul Mustafa, bir
ucuyla Dertli, Gevheri, Bayburtlu Zihni, bir ucundan da Yunus
Emre ve Pir Sultan Abdal’a bağlandığını vurgular Attila İlhan.
Bu çabasının arkasında ,
Garipçilerin “snobça tekerlemeciliğine karşı” yerli, yeni ve halka ait bir dili bulma niyeti vardır. Üzerinden onlarca yıl geçmiş tartışmaya bu
kadar değinirken Garip şiiri de türk edebiyatında
hakiki bir markadır diye itiraz şerhimizi gönülden koyalım ve daha fazlası edebiyat tarihçilerinin ve
başka yazıların işi diyerek
devam edelim...
Attila İlhan, yirmili
yaşlarındayken Paris’e gider...
Avrupa, İkinci Dünya
Savaşı’nın hemen arkasından hummalı bir toparlanma süreci içindedir. Bu
yolculuğun bir amacı da tutuklu şair Nazım Hikmet’e özgürlük isteyen harekete
destek aramaktır .
İlk seyahatinden sonra iki kez daha gidip toplam altı yıl yaşadığı
Paris’te, kendi deyimiyle sola yakın kavramları yeniden öğrenir Attila İlhan.
Türkiye’ye döndüğünde,
gençleri etrafında toplamasını bilir.
Özellikle 60’lı yıllarda
moda olan, şairlerin şiirlerini kendi sesiyle okuduğu edebiyat matinelerinin
vazgeçilmez isimlerindendir artık . Popülerliği bununla da sınırlı kalmaz Attila İlhan’ın. Her gün düzenli olarak
gittiği zamanın Baylan Pastanesi, genç edebiyatseverler tarafından adeta bir
okul gibi görülür. Attila İlhan’ın ağzından çıkan her sözü büyülü kabul eden ve
kendilerine Baylancılar diyen bir grup oluşur bu dönemde...
Bu tür yapılanmalar
Attila İlhan’ı daima mutlu etmiştir dersek abartmış olmayız...
Attila İlhan, 1950’li
yıllarda Mavi dergisinde yazdığı yazılar ve Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı
ve Ben
Sana Mecburum kitaplarında topladığı şiirlerle etki alanını güçlendirerek kemikleştirir.
Ahmet Arif, Enver
Gökçe, Ömer Faruk Toprak gibi 1940 kuşağı toplumcularının etkisi altında ama daha
çok simge ve sembole yönelik bir
şiir ortaya koymaya çalışır.
Kendisi hiç kabul etmese
de, sanki 1940’ların Garip’i ve 1960’ların İkinci Yeni’si arasında köprü işlevi görür bu yıllardaki çalışmaları...
Attila İlhan’ın ve Mavi dergisinin etrafında
toplanan genç şairler, Maviciler
adıyla anılsa da bu şiirlerde belli bir söz birliği bulunduğu söylenemez. Mavi hareketinde gelişen Ahmet Oktay ve Yılmaz
Gruda gibi şairler de sonradan İkinci Yeni içinde yer alır gibi olmuş,
farklı kulvarlarda yürümüştür.
Attila
İlhan, yukarıda yazdığımızı yinelersek Garipçiler gibi İkinci Yeni’ye ve
şairlerine de savaş ilan ederek , bu şiirin de yozlaşmış ve köksüz olduğunu
dile getirmiştir her fırsatta....
Sever didişmeyi, Attila İlhan...
Attila İlhan, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı ve Ben Sana Mecburum adlı
kitaplarını tek bir kitap olarak gördüğünü söyler. Ekonomik ve ticari kaygılarla
üç ayrı ciltte toplanan şiirler tek bir kitaba aittir sanki..
Attila İlhan’ın toplumculuğunda kişi, insan , birey tek
başına çok önemli bir figürdür ve tarihin akışına etki edebilir.
Ayrıca insan sadece toplumdaki rolüyle değil, kendi
başına da bir değerdir Attila
İlhan şiirinde.
Acı çeken, aşık olan, sevinen, macera peşinde koşan insanı
görürüz hemen her şiirinde. İlerleyen yıllarda şairin lakabı haline gelen Kaptan
şiirinde ;
“saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben
keşfettim
çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
bir
sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
anla
ki ölümle hayat arasındaki zaman gibi mesudum”
dizeleriyle anlatır insanın bir yandan diğer yana hızla akışını
Attila İlhan.
Son derece bireyci, son derece kendine dönük hatta “bencil”
olduğu bile söylenebilir bu dizelerin sahibinin...
Sisler Bulvarı, Yağmur
Kaçağı, Ben Sana Mecburum üçlüsü, şiirde yerliliği savunan bir şair olan
Attila İlhan için batılı biçimlere fazla
yaslanan türdedir ne gariptir ki.
Fransa’da geçen günler ve Fransız şiiri ağır basmıştır sanki. Şiirlerin
dilsel yapısında da düzyazıya kayan bir hareketlilik vardır.
Alpay tarafından
da seslendirilen Üçüncü Şahsın Şiiri’nde şu dizeler vardır....
gözlerin gözlerime değince
felaketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım
Attila
İlhan’ın şiir dili, özellikle lirizme eğilimi olanlar tarafından
bir kusur gibi görülse de, onun şiir dünyasına aşina olanlar, bu tavrın
bilinçli olduğunu dile getirir.
Dünya
gerçeği ve eyleme dayalı dünya görüşünü
benimseyen şair için, içerik kadar biçim de önemlidir..
Üstelik bunu slogan üretmek, marş
yazmak gibi
sıradanlığa düşmeden yapabilmiş
ender şairlerdendir
Attila İlhan...
Bu
sayededir ki, toplumcu şiir içinde sıradanlaşmadan kalabilen, her kuşağa öncülük edebilen bir isim olma özelliğini hep
korumuştur Attila İlhan....
Attila
İlhan, 1962’de yayımladığı Bela Çiçeği ile yeni bir şiir
alanına yönelir. Belâ Çiçeği, bir yanıyla Sisler Bulvarı’na uzanır. O çizginin son
ve olgun ürünlerini sergiler. Diğer yanıyla da bir sonraki dönem şiirlerine
hazırlık yapar. Bu hazırlığı Attila İlhan Klasik Türk şiirinin havasını yeni ve
toplumsal bir içerikle bağdaştırarak verebilme”nin hazırlığı olarak dile
getirir.
Asım Bezirci, bu kitap hakkında yazdığı bir yazıda
görüşlerini şöyle dile getirir:
“Attila İlhan’ın şiiri hem çeşitli hem de
belirli yönleri olan bir şiirdir. Şairin durumuna ve ilgilerine göre bu
yönlerden bazen biri öne geçer, bazen öbürü, fakat hiçbiri bütünüyle silinmez.”
Attila İlhan, Divan
Şiiri’ne de çok hakim bir isimdir.
Sultan-i Yegah isimli şiir de Attila İlhan imzalıdır.
Şarkı olan şiiri büyük bir başarıyla seslendiren Nur
Yoldaş‘tır ama beste de, sonraları tamamen münzevi bir hayatı seçen Ergüder
Yoldaş’a aittir.
Attila İlhan, düzyazı şiir denemelerine de giriştiği Bela Çiçeği’nden altı yıl sonra Yasak
Sevişmek’i yayımlar. Bu kitap, kendisinden sonra gelecek Tutuklunun
Günlüğü’nün de habercisidir....
1973 yılında başkent Ankara’ya
taşınır Kaptan....
Ankara’nın ve Türkiye’nin
en köklü yayınevlerinden biri olarak hala yaşayan Bilgi Yayınevi’nde genç isimlere yol
gösteren bir ağabey ve yöneticidir artık. Tutuklunun
Günlüğü Ankara’da yayımlanan ilk şiir kitabıdır İlhan’ın ama şiirler İzmir’de yazılmıştır.
Her kitabın sonunda ayrı bir bölüm olarak sunulan meraklısı
için notlar elbette bu kitapta da vardır. Toplumcu içeriğin çok ağır bastığı Tutuklunun Günlüğü kitabıyla Attila İlhan , 1974 yılında Türk Dil Kurumu Şiir Ödülünü
alır .
Attila İlhan gelenekten faydalanarak yeni bir yere ulaşma çabalarını ödülü aldıktan sonra yaptığı konuşmada şöyle
dile getirir;
“Şiirimiz yoksuldur, işin acısı bu yoksulluk duygusal değil,
entelektüel bir yoksulluktur. Çağdaşlaşma zorunluluğunun batılılaşma diye
anlaşılması yanılgısı, ozanı klasik şiir varlığından uzaklaşma yoluna
sürüklemiş; batı şiirinden çeviryi yeni
Türk şiiri sanılmak dramına varılmıştır”
Değerli okur ,
herhangi bir konuda Attila İlhan’ın
saptamalarına itirazınız olabilir,
tümüyle hak da verebilirsiniz
ancak Attila İlhan, hangi konuda ne
söylerse söylesin
içini doldurmayı mutlaka çok iyi başarmıştır....
Kişilik olarak aykırı ve farklı yerde durmaktan da beslendiği söylenebilir ama
tüm bunlar onun çok başarılı yanını
zayıflatmaz.
Türkiye’de çok uzun yıllar boyunca ve hala, siyasi
kamplaşma nedeni olan Köy Enstitüleri’nin
kapatılmaları konusunda da, kendini solda tanımlayanların neredeyse hemen
hepsinden çok ayrı düşerek,
Köy Enstitüleri, özünde köylüyü köyde bırakmayı ve sanayileşmeyi
ertelemeyi amaçlayan ve iyiniyetli olmayan bir siyasi projedir ...
fikrini , yıllar önce dile getiren de yine aynı
Attila İlhan’dır...
Divan şiirini yadsıyan aydınlara, batıyı tartışmasız üstün görenlere, halk şiirini “eşkıya
edebiyatı” diye tanımlayanlara da karşı durur Attila İlhan.
Şairin 12 Mart 1971 ve sonrasının zor ve baskıcı günlerini okuyana da hissettirdiği, Mahur şiirinin bir bölümünü aşağıda okurken, farklı bestelerini de internet üzerinden ufak
bir çabayla dinleyebilirsiniz...
Nur Yoldaş da Ahmet Kaya da hakkını vermiştir bu
şiirin...
şenlik dağıldı bir acı yel
kaldı bahçede yalnız
o mâhur beste çalar müjgân’la
ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne
eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda
sıralı sırasız
o mahur beste çalar müjgân’la
ben ağlaşırız
Tam burada parantez açarak yazalım ki farklı
isimler tarafından bestelenen ve söylenen Attila İlhan şiirlerinin yeniden fark
edilmesindeki önemli dönemeçlerden biri de 1980 darbesinden birkaç yıl sonra öne
çıkan Ahmet Kaya’yla olmuştur...
Dönemine göre , protest , özgün , tepkisel müzik
adlarını alan akımın unutulmaz ismi olan Ahmet
Kaya, art arda çıkardığı albümlerde çok fazla Attila İlhan şiirini bestelemiş ve yeniden
yeniden hatırlatıp sevdirmiştir....
Attila
İlhan’ın şiirlerinin yanında romanları da yayımlanır...Deneysel metinlere yer verdiği
öykü kitabının ismi de Yengecin Kıskacı’dır. Bu arada özellikle
Anılar
ve Acılar serisi olarak yayımladığı, Hangi Sol, Hangi Batı,, Hangi
Seks, Hangi Atatürk, Hangi Laiklik gibi kitaplarla ele aldığı
kavramlara özgün bir bakış getirir.
Malraux ve Aragon’dan çevirileri bulunan Attila
İlhan’ın şiirden sonra en fazla önem verdiği alan sinema ve daha sonra da
televizyondur.
Tiyatroyu çağını tamamlamış bir sanat olarak görür Attila İlhan...
Burada da sever , ters köşede durmayı...
İlki
1959 yılında Lütfi Akad tarafından çekilen Yalnızlar Rıhtımı
filminde yönetmenden hiç memnun kalmaz. 1979’da
TRT için bir televizyon filmi senaryosu
yazar... 1980’lerde , televizyonun günlük hayata tümüyle girmesiyle televizyon dizileri yazmaya devam eder.
Başrolünde,
kayınbiraderi Sadri Alışık’ın devleştiği Kartallar Yüksek Uçar Türk sinemasının birçok yıldızını barındıran Yıldızlar
Gece Büyür ve Necla
Nazır’ın unutulmaz oyunculuğuyla
hatırlanan Yarın Artık Bugündür dizilerinin senaryolarında hep aynı isim
vardır; Attila İlhan...
Hatırlatalım
ki Attila İlhan’ın bir dönem evli kaldığı Biket İlhan ve kardeşi Çolpan
İlhan da bu dünyaya yakın isimlerdir...
Attila İlhan televizyonda
, 1980’lerden ölümüne kadar, neredeyse kesintisiz olarak kültür ve politika
üzerine konuştuğu programlar hazırlar. Başında
kasketi, boynunda atkısı, elinde küçük kağıtlara yazdığı notlarıyla,
izleyicinin yakından tanıdığı biri olur.
Attila İlhan’la Zaman İçinde Yolculuk programı da
çok uzun yıllar boyunca TRT’de yayınlanır. Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşe
yazılarında öne çıkan farklı imla işaretleri ve farklı fikirleriyle
benzemezliğini göstermeye devam eder.
Daha önce de
değindiğimiz gibi
60’ların edebiyat
matinelerinden
2000’lerin televizyon
ekranlarına kadar
hep tanınan, söyleyecek
sözü olan
ve sözü dinlenen biri
olmuştur
Attila İlhan ya da namı
diğer Kaptan...
Yaşamının son yıllarında daha
çok siyasal görüşleriyle öne çıkıp Türkiye’nin ideolojik kamplaşmasındaki yerini
yeniden belirlese de , şiirde ulaştığı farklı noktayı tekrara düşerek tehlikeye atsa da, Attila İlhan Türk edebiyatı için üzerinde
uzun uzun durulacak çok önemli bir karakter ve fenomendir.
Ömrünün son yıllarında kendisi
ve şiirlerini magazinleştirdiği söylenebilir Attila İlhan’ın ama arkasında
bıraktığı eserler içinden zamana direneceklerin sayısı hiç de az değildir.
Bundan 8 yıl önce
11 Ekim 2005 tarihinde
öldüğünde
80 yaşındadır..
geride onlarca kitap,
yüzlerce dosya ve şiir bırakır
Attila İlhan...
Fırtınalı, bohem ,
üretken ve hakkıyla aykırı bir ismi ve
çok büyük bir şairi anarken, münevver ve entelektüel Attila İlhan’ın hayatına ve eserlerine de değinmeye
çalıştık...
Kusur arayanlar için
söyleyelim ki bu çabanın eksiksiz olmayacağını da biliyoruz....
Onlara da hatırlatalım ki
daha
iyisini daha emek verilmişini yazıp söylesinler biz de can-ı gönülden
paylaşalım...
Ne diyordu Mızıkacı
Çocuk isimli güzelim şiirinde
Attila İlhan ;
“Boynuna o yeşil fuları
sarma çocuk,
Gece trenlerine binme
kaybolursun,
Sokaklarda mızıka çalma
çocuk, vurulursun.”
( murat örem /
2010/2013/ ankara...
alper beşe’nin değerli
katkılarıyla....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder