*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

10 Ekim 2013 Perşembe

attila ilhan ; "kitaplar balıklardan akıllıdır" diyen selahi dedem attila ilhan'ın abisiydi / dedemin torunu olan ben de onun okuruydum..."


          istanbul’daki öğrencilik yıllarında
çok yürüdüm saatler boyunca ; 
taksim’den levent’e...
levent’ten şişli’ye...
şişli’den bayazıt’a...
aksaray’dan mecidiyeköy’e...
ortaköy’den tarabya’ya, sarıyer’e...
kadıköy’den küçükyalı’ya...

yeri geldikçe yazdığım  gibi
cebimde çok para varken de yürüdüm
“hiç para varken de” yürüdüm her yaşımda...

yürümenin en büyük terapi olduğunu düşündüm hep...

bugün bile,  50’lere giderken yaşım
amok koşucusu misali
severim , deli deli  huzurlu huzurlu
kendimle konuşa konuşa,
didişe didişe yürümeyi...

tembellikle hızla aldığım kiloları
aynı hızla vermemin
en güzel ilacıdır hala,  yürümek...

işte o yürüyüş günlerinde  çok görürdüm
attila İlhan’ı...
istanbul’da öğrenciyken...
divan Pastanesi’nin kah içinde kah dışındaki  masalarda...


          attila ilhan’ın
çok okudum şiirlerini,
gözlerimle,
sesimle,
zihnimle...

büyüyüp yaş alırken
büyümeyi geçip yaşlanırken
attila ilhan , hep oldu zihnimde...
daima oldu...

şiirleriyle,
yayıncı tarafıyla,
polemikleriyle,
emekleriyle,
aykırı duruşuyla,
mavi dergisiyle,
köy enstitüleri eleştirileriyle  
daima oldu...


kah  "çokbidemode"  buldum onu,
kah  "çokbiçalışkanarı"
kah  "çokbiukalakaptan"

yıllar yıllar önce bir gün laf arasında
“kitaplar balıklardan akıllıdır” diyen selahi dedemle
her zamanki gibi sohbetin dibine vururken
baba tarafından köklerimizin olduğu
balıkesir balya ilçesi günlerini anlattı nur içinde yatası selahi dedem...

“ben  yetişkin bir genç adamken
kaymakamlıkta da zaman zaman görev icabı bulunurken
attila ilhan’ın babası da balya’da kaymakamdı.
attila ufak bir çocuktu ama  büyük büyük bakardı
ben de ona takılır severdim... ”
cümlesini kurdu...

durur muyum ?
bitmeyen sorularımı sıraladım ardarda...
anlattı aklında kalanlarını...

- merak edenlere bir gün balıkesir balya’yı da anlatma sözüm olsun...
balya, türkiyenin 100 yıl önceden elektrikle tanışan ilk kasabasıydı...
bistrolarında cafe crem içilen kasabasıydı...
şimdi boynu bükük , viran  bir köy gibi duruyor...
fransızların vakti zamanında kurşun çıkardıkları madenlere
 döktüğü onbinlerce ton asitle
 gün gün fiziken ve ruhen  ölüyor balya....-

o zamanlar
selahi dedem de
attila ilhan da
yaşıyordu...

şimdi yaşayan benim...

attila ilhan’ın
çok okudum şiirlerini,
gözlerimle,
sesimle,
zihnimle...

hala bir çok şiirinin
bambaşka olduğunu düşünürüm...
ve hala bir çok söylediğine de  itirazım bakidir...

amma ;
başkadır attila ilhan...
hakikaten başkadır...

aşağıdaki yazıyı bu bilgiler ışığında okuyunuz...

attila ilhan şiirlerinde
tarifsiz bir pastoral zenginlik olduğunu hiç unutmadan,
en kasvetli zamanlarınızda bile
mesela şu aşağıdaki dizeler misali
bambaşka bir ışığa yürüyeceğinizi bile bile
attila ilhan şiirleri okuyunuz...

“..ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil....”

( murat örem / 10 ekim 2013 / ankara...)

                                                               ******************

attila ilhan ;
nam-ı diğer, kaptan....

Attila İlhan ya da  nam-ı diğer  Kaptan....

Genç yaşında edindiği bilgisi, deneyimi ve bugünlerde kullanıldığı manasıyla ayağa düşen haliyle değil de hakiki karizmasıyla  ilerleyen yıllarda da kendini çoğaltmayı bildi ve her dönemde belli çevreler için bir önder, bir usta,  mezen olmayı başardı Attila İlhan...

Attila İlhan yalnızca şair değil, romancı, denemeci, senarist, çok iyi bir hatip ve fıkra yazarıydı da…

Attila İlhan, 1925 yılında İzmir  Menemen’de dünyaya gelir. Lise  birinci sınıftayken yazdığı mektuba o zaman Türkiye’de yasaklı olan Nazım Hikmet’in şiirlerini de eklediği için 1941 yılında, henüz 16 yaşındayken  tutuklanır.

Üç hafta boyunca, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün kullandığı  zamanın meşhur Sansaryan Han’ında gözaltında tutulur. Sansaryan Han, 1940’ların ilk yarısında Vedat Türkali, Ahmet Arif gibi kendini solda tanımlayanların , 1940’ların ikinci yarısında da  Nihal Atsız, Alparslan Türkeş gibi sağ cenahtaki insanların büyük acılar çektiği ve  Türkiye tarihinin sembol (!) binalarından biri olarak,  bugün bile hatırlanır....

Attila İlhan, Nazım Hikmet şiirini mektubunda kullandığı için iki ay hapis yatar. Hapisten çıktığında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, hiçbir okula kayıt yaptıramayacağına ilişkin bir belge verilir kendisine.

Fakat savaşta Rusya’nın ya da o dönemdeki ismiyle Sovyetler Birliği’nin Almanya’yı etkisiz hale getirmesiyle değişen dengelerin(!)  de  sonucu olarak tekrar eğitim hakkını kazanır  ve İstanbul’da özel bir liseye kaydolur....

Kaderin ve hayatın cilvesine bakın ki, bu okulun son sınıfında  edebiyat dersine giren öğretmeni   Sansaryan Han’a atılan ve devlet görevine son verilen ünlü isim  Nihal Atsız’dır.

Hangi görüşten olursa olsun, aydınlarına iyi davranmama geleneğinin sonucu olarak, herkesin payına düşen acıyı yaşadığı çoğu insanın yaşadığı  günlerin , tipik bir rastlantısıdır sanki bu durum....

Attila İlhan, lisenin son sınıfında okurken, o güne kadar ülkenin  tek partisi olan CHP’nin düzenlediği şiir yarışmasında, Cebbar Oğlu Mehemmet şiiriyle ikincilik ödülünü alır. Birinciliği Cahit Sıtkı Tarancı, üçüncülüğü Fazıl Hüsnü Dağlarca almıştır yarışmada. Tanınmış iki şairin arasında, genç bir isim olarak dikkat çekmiştir  şiir yazmaya daha ilkokul yıllarında başlamış olan Attila İlhan....  

Attila İlhan’ın ilk şiiri, 1941’de Yeni Edebiyat dergisinde yayımlanmıştır. Daha sonra takma adlarla, özellikle sol ağırlıklı yayınlarda şiirlerini yayımlasa da Attila İlhan adını  o dönemde hala sınırlı bir çevre bilmektedir...

 Liseyi bitiren Attila İlhan  İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenimine başlar.  Öğrenciyken, 1948 yılında ilk kitabı Duvar’ı, annesinden aldığı sınırlı parayla yayımlar....

 Yarışmada ikinci olan şiiri Cebbar Oğlu Mehemmed de Duvar kitabında yer almıştır. Kitap , bir yandan Nazım Hikmet bir yandan da halk şiiri etkisinde   yazılmıştır... İkinci  Dünya Savaşı’nın bunaltıcı atmosferi, işçi sınıfının göz ardı edilen hakları ve  fakirlik konuları vardır Duvar kitabındaki şiirlerde  ama aşk da vardır...

Attila İlhan, 1959 yılında kitabının yeni baskısına yazdığı önsözde şöyle anlatır o günleri ve o günlerin doğurduğu şiirlerini:

Duvar’daki şiirler, belki harbi etiyle kemiğiyle yaşamamış; ama gazete, radyo, sinema yoluyla bir yandan; fırında kaybolan ekmek, seferber edilen ordu, pasif korunma ve karartmalar yoluyla öbür yandan; onun sertliğini ve hainliğini ‘etinde duymuş’ bir harp delikanlısının şiirleri. Şair o karanlık günlerde, elbette hürriyetin, hakkın ve demokrasinin şarkılarını söylemeye savaşacaktır.
Söylemiş işte.
Söylemeye çalışmış, hiç olmazsa.

Attila İlhan’ın, kendi yazdıkları şiirler dışındakileri yeterli bulmama, milli görmeme yaklaşımı sanki daha ilk gençlik yıllarında  tohumlarını atmış gibidir...

çokbiukaladır attila ilhan...
içini hakkıyla doldura doldura
çokbiukaladır...
hem de
her zaman....

Attila İlhan, şiir yayımladığı ilk dönemlerde de sonrasında da , etkisi çığ gibi büyüyen Garip şiirini, “basit , yavan, kenar mahalle ağzı” olarak tanımlamış  Garipçileri okuyup izleyenleri de ağır biçimde eleştirmiştir.

Burada da aykırıdır...
İlerleyen yıllarda aynı tepkiyi İkinci Yeni’cilere de verecektir...

Özellikle Duvar kitabı döneminde yazdığı şiirlerin, bir ucuyla Köroğlu, Dadaloğlu, Kul Mustafa, bir ucuyla Dertli, Gevheri, Bayburtlu Zihni, bir ucundan da Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal’a bağlandığını vurgular Attila İlhan.

Bu çabasının arkasında , Garipçilerin “snobça tekerlemeciliğine karşı”  yerli, yeni ve halka ait bir dili  bulma niyeti vardır.  Üzerinden onlarca yıl geçmiş tartışmaya bu kadar değinirken Garip şiiri de  türk edebiyatında hakiki bir markadır diye itiraz şerhimizi gönülden koyalım  ve daha fazlası edebiyat tarihçilerinin ve başka yazıların  işi diyerek devam edelim...

Attila İlhan, yirmili yaşlarındayken Paris’e gider...
Avrupa, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen arkasından hummalı bir toparlanma süreci içindedir. Bu yolculuğun bir amacı da tutuklu şair Nazım Hikmet’e özgürlük isteyen harekete destek aramaktır .

İlk seyahatinden sonra  iki kez daha gidip toplam altı yıl yaşadığı Paris’te, kendi deyimiyle sola yakın kavramları yeniden öğrenir Attila İlhan.

Türkiye’ye döndüğünde, gençleri etrafında toplamasını bilir.

Özellikle 60’lı yıllarda moda olan, şairlerin şiirlerini kendi sesiyle okuduğu edebiyat matinelerinin vazgeçilmez isimlerindendir artık . Popülerliği  bununla da sınırlı  kalmaz Attila İlhan’ın. Her gün düzenli olarak gittiği zamanın Baylan Pastanesi, genç edebiyatseverler tarafından adeta bir okul gibi görülür. Attila İlhan’ın ağzından çıkan her sözü büyülü kabul eden ve kendilerine Baylancılar diyen bir grup oluşur bu dönemde...

Bu tür yapılanmalar Attila İlhan’ı daima mutlu etmiştir dersek abartmış olmayız...

Attila İlhan, 1950’li yıllarda Mavi dergisinde yazdığı yazılar ve Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı ve Ben Sana Mecburum kitaplarında topladığı şiirlerle etki alanını güçlendirerek  kemikleştirir.

Ahmet Arif, Enver Gökçe, Ömer Faruk Toprak gibi 1940 kuşağı toplumcularının etkisi altında ama daha çok  simge ve sembole yönelik bir şiir ortaya koymaya çalışır.

Kendisi hiç kabul etmese de, sanki 1940’ların Garip’i ve 1960’ların İkinci Yeni’si arasında  köprü işlevi görür bu yıllardaki çalışmaları...

 Attila İlhan’ın ve Mavi dergisinin etrafında toplanan genç şairler,  Maviciler adıyla anılsa da bu şiirlerde belli bir söz birliği  bulunduğu söylenemez.  Mavi hareketinde gelişen Ahmet Oktay ve Yılmaz Gruda gibi şairler de sonradan İkinci Yeni içinde yer alır gibi olmuş, farklı kulvarlarda yürümüştür.

Attila İlhan, yukarıda yazdığımızı yinelersek Garipçiler gibi İkinci Yeni’ye ve şairlerine de savaş ilan ederek , bu şiirin de yozlaşmış ve köksüz olduğunu dile getirmiştir  her fırsatta....

Sever didişmeyi,  Attila İlhan...

Attila İlhan, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı ve Ben Sana Mecburum adlı kitaplarını tek bir kitap olarak gördüğünü söyler. Ekonomik ve ticari kaygılarla üç ayrı ciltte toplanan şiirler tek bir kitaba aittir sanki..

Attila İlhan’ın toplumculuğunda kişi, insan , birey tek başına çok önemli bir figürdür ve tarihin akışına etki edebilir.

Ayrıca insan sadece toplumdaki rolüyle değil, kendi başına da bir değerdir Attila İlhan şiirinde.

Acı çeken, aşık olan, sevinen, macera peşinde koşan insanı görürüz hemen her şiirinde. İlerleyen yıllarda şairin lakabı haline gelen Kaptan şiirinde ;

saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
 çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
 bir sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
 gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
 anla ki ölümle hayat arasındaki zaman gibi mesudum

dizeleriyle anlatır insanın bir yandan diğer yana hızla akışını Attila İlhan.

Son derece bireyci, son derece kendine dönük hatta “bencil” olduğu bile söylenebilir bu dizelerin sahibinin...

Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum üçlüsü, şiirde yerliliği savunan bir şair olan Attila İlhan  için batılı biçimlere fazla yaslanan türdedir ne gariptir ki.

Fransa’da geçen günler ve  Fransız şiiri ağır basmıştır sanki. Şiirlerin dilsel yapısında da düzyazıya kayan bir hareketlilik vardır.

Alpay tarafından da seslendirilen Üçüncü Şahsın Şiiri’nde şu dizeler vardır....

gözlerin gözlerime değince
felaketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım

Attila İlhan’ın şiir dili, özellikle lirizme eğilimi olanlar tarafından bir kusur gibi görülse de, onun şiir dünyasına aşina olanlar, bu tavrın bilinçli olduğunu dile getirir.

Dünya gerçeği ve eyleme dayalı  dünya görüşünü benimseyen şair için, içerik kadar biçim de önemlidir..

Üstelik bunu  slogan üretmek, marş yazmak gibi
 sıradanlığa düşmeden yapabilmiş ender şairlerdendir
 Attila İlhan...

Bu sayededir ki, toplumcu şiir içinde sıradanlaşmadan kalabilen, her kuşağa  öncülük edebilen bir isim olma özelliğini hep korumuştur Attila İlhan....

Attila İlhan, 1962’de yayımladığı Bela Çiçeği ile yeni bir şiir alanına yönelir. Belâ Çiçeği, bir yanıyla Sisler Bulvarı’na uzanır. O çizginin son ve olgun ürünlerini sergiler. Diğer yanıyla da bir sonraki dönem şiirlerine hazırlık yapar. Bu hazırlığı Attila İlhan Klasik Türk şiirinin havasını yeni ve toplumsal bir içerikle bağdaştırarak verebilme”nin hazırlığı olarak dile getirir.

Asım Bezirci, bu kitap hakkında yazdığı bir yazıda görüşlerini şöyle dile getirir:
Attila İlhan’ın şiiri hem çeşitli hem de belirli yönleri olan bir şiirdir. Şairin durumuna ve ilgilerine göre bu yönlerden bazen biri öne geçer, bazen öbürü, fakat hiçbiri bütünüyle silinmez.”

Attila İlhan,  Divan Şiiri’ne de çok hakim bir isimdir.
Sultan-i Yegah isimli şiir de Attila İlhan imzalıdır.

Şarkı olan şiiri büyük bir başarıyla seslendiren Nur Yoldaş‘tır ama beste de, sonraları tamamen münzevi bir hayatı seçen Ergüder Yoldaş’a aittir.

Attila İlhan, düzyazı şiir denemelerine de giriştiği Bela Çiçeği’nden altı yıl sonra Yasak Sevişmeki yayımlar. Bu kitap, kendisinden sonra gelecek Tutuklunun Günlüğünün de habercisidir....

1973 yılında başkent Ankara’ya taşınır Kaptan....
Ankara’nın ve Türkiye’nin en köklü yayınevlerinden biri olarak hala yaşayan  Bilgi Yayınevi’nde genç isimlere yol gösteren bir ağabey ve yöneticidir artık. Tutuklunun Günlüğü Ankara’da yayımlanan ilk şiir kitabıdır İlhan’ın ama şiirler  İzmir’de yazılmıştır.

Her kitabın sonunda ayrı bir bölüm olarak sunulan meraklısı için notlar elbette bu kitapta da vardır. Toplumcu içeriğin çok ağır bastığı  Tutuklunun Günlüğü kitabıyla  Attila İlhan , 1974 yılında Türk Dil Kurumu Şiir Ödülünü alır .

Attila İlhan gelenekten faydalanarak yeni bir yere  ulaşma çabalarını  ödülü aldıktan sonra yaptığı konuşmada şöyle dile getirir;

Şiirimiz yoksuldur, işin acısı bu yoksulluk duygusal değil, entelektüel bir yoksulluktur. Çağdaşlaşma zorunluluğunun batılılaşma diye anlaşılması yanılgısı, ozanı klasik şiir varlığından uzaklaşma yoluna sürüklemiş; batı şiirinden çeviryi  yeni Türk şiiri sanılmak dramına varılmıştır”

Değerli okur ,
herhangi bir konuda Attila İlhan’ın saptamalarına itirazınız olabilir,
tümüyle hak da verebilirsiniz
ancak Attila İlhan, hangi konuda ne söylerse söylesin
 içini doldurmayı mutlaka çok iyi başarmıştır....

Kişilik olarak aykırı ve farklı  yerde durmaktan da beslendiği söylenebilir ama tüm bunlar onun çok başarılı  yanını zayıflatmaz.

Türkiye’de çok uzun yıllar boyunca ve hala,   siyasi kamplaşma nedeni olan Köy Enstitüleri’nin kapatılmaları konusunda da, kendini solda tanımlayanların neredeyse hemen hepsinden çok ayrı düşerek, 
Köy Enstitüleri, özünde köylüyü köyde bırakmayı ve sanayileşmeyi ertelemeyi amaçlayan ve iyiniyetli olmayan  bir siyasi projedir ...
fikrini , yıllar önce dile getiren de yine aynı Attila İlhan’dır...

Divan şiirini yadsıyan aydınlara, batıyı  tartışmasız üstün   görenlere, halk şiirini  “eşkıya edebiyatı” diye tanımlayanlara da karşı durur Attila İlhan.

Şairin  12 Mart 1971 ve sonrasının  zor ve baskıcı günlerini  okuyana da hissettirdiği, Mahur şiirinin bir bölümünü aşağıda  okurken,  farklı bestelerini de internet üzerinden ufak bir çabayla dinleyebilirsiniz...

Nur Yoldaş da Ahmet Kaya da hakkını vermiştir bu şiirin...

şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mâhur beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mahur beste çalar müjgân’la ben ağlaşırız

Tam burada parantez açarak yazalım ki farklı isimler tarafından bestelenen ve söylenen Attila İlhan şiirlerinin yeniden fark edilmesindeki önemli dönemeçlerden biri de 1980 darbesinden birkaç yıl sonra öne çıkan  Ahmet Kaya’yla olmuştur...

Dönemine göre , protest , özgün , tepkisel müzik adlarını alan akımın unutulmaz ismi olan  Ahmet Kaya, art arda çıkardığı albümlerde çok fazla  Attila İlhan şiirini bestelemiş ve yeniden yeniden hatırlatıp sevdirmiştir....

Attila İlhan’ın şiirlerinin yanında romanları da  yayımlanır...Deneysel metinlere yer verdiği öykü kitabının ismi de Yengecin Kıskacı’dır. Bu arada özellikle Anılar ve Acılar serisi olarak yayımladığı, Hangi Sol, Hangi Batı,, Hangi Seks, Hangi Atatürk, Hangi Laiklik gibi kitaplarla ele aldığı kavramlara özgün bir bakış getirir.

Malraux ve Aragon’dan çevirileri bulunan Attila İlhan’ın şiirden sonra en fazla önem verdiği alan sinema ve daha sonra da televizyondur.

Tiyatroyu çağını tamamlamış bir sanat olarak görür Attila İlhan...
Burada da sever , ters köşede durmayı...

İlki 1959 yılında Lütfi Akad tarafından çekilen Yalnızlar Rıhtımı filminde yönetmenden hiç memnun kalmaz.  1979’da TRT için  bir televizyon filmi senaryosu yazar... 1980’lerde , televizyonun günlük hayata tümüyle girmesiyle  televizyon dizileri yazmaya devam eder.

Başrolünde, kayınbiraderi Sadri Alışık’ın devleştiği Kartallar Yüksek Uçar  Türk sinemasının birçok yıldızını barındıran Yıldızlar Gece Büyür  ve Necla Nazır’ın  unutulmaz oyunculuğuyla hatırlanan Yarın Artık Bugündür dizilerinin senaryolarında hep aynı isim vardır; Attila İlhan...

Hatırlatalım ki Attila İlhan’ın bir dönem evli kaldığı Biket İlhan ve kardeşi Çolpan İlhan da bu dünyaya yakın isimlerdir...

Attila İlhan televizyonda , 1980’lerden ölümüne kadar, neredeyse kesintisiz olarak kültür ve politika üzerine konuştuğu  programlar hazırlar. Başında kasketi, boynunda atkısı, elinde küçük kağıtlara yazdığı notlarıyla, izleyicinin yakından tanıdığı biri olur.

Attila İlhan’la Zaman İçinde Yolculuk programı da çok uzun yıllar boyunca TRT’de yayınlanır. Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşe yazılarında öne çıkan farklı  imla işaretleri ve farklı fikirleriyle benzemezliğini göstermeye devam eder.  

Daha önce de değindiğimiz gibi
60’ların edebiyat matinelerinden
2000’lerin televizyon ekranlarına kadar
hep tanınan, söyleyecek sözü olan
ve sözü dinlenen biri olmuştur  
Attila İlhan ya da namı diğer Kaptan...

Yaşamının son yıllarında daha çok siyasal görüşleriyle öne çıkıp  Türkiye’nin ideolojik kamplaşmasındaki yerini yeniden belirlese de , şiirde ulaştığı farklı  noktayı tekrara düşerek tehlikeye  atsa da,  Attila İlhan Türk edebiyatı için üzerinde uzun uzun durulacak çok önemli bir karakter ve  fenomendir.

Ömrünün son yıllarında kendisi ve şiirlerini magazinleştirdiği söylenebilir Attila İlhan’ın ama arkasında bıraktığı eserler içinden zamana direneceklerin sayısı hiç de az değildir. 

Bundan 8 yıl önce
11 Ekim 2005 tarihinde öldüğünde
80 yaşındadır..
 geride onlarca kitap,
 yüzlerce dosya ve şiir bırakır
Attila İlhan...

Fırtınalı, bohem , üretken ve hakkıyla  aykırı bir ismi ve çok büyük bir şairi anarken, münevver ve entelektüel  Attila İlhan’ın hayatına ve eserlerine de değinmeye çalıştık...

Kusur arayanlar için söyleyelim ki bu çabanın eksiksiz olmayacağını da biliyoruz....
Onlara da hatırlatalım ki daha iyisini daha emek verilmişini yazıp söylesinler biz de can-ı gönülden paylaşalım...

Ne diyordu Mızıkacı Çocuk  isimli güzelim şiirinde Attila İlhan ;

“Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk,
Gece trenlerine binme kaybolursun,
Sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun.”

( murat örem / 2010/2013/ ankara...
alper beşe’nin değerli katkılarıyla....) 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder