Nazım Hikmet
bundan 52 yıl önce, 1961 yılının
kışındayken
sürgünde yazdığı “Otobiyografi” başlıklı şiirinin
bir yerinde şunu der ;
“kimi insan otların
kimi
insan balıkların çeşidini bilir...
ben ayrılıkların...
kimi
insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin....”
Bu şiirin ardından yalnızca 2 buçuk yıl daha yaşar Nazım Hikmet...
3 Haziran 63’te, altmışlı yaşların başındayken durur, yılları yolları her şeye inat aşmaya çalışan göğüs
kafesinin içindeki “hallaç” Nazım
Hikmet’in...
Yürek ve hallaç benzetmesini bir şiirinde Özdemir
Asaf yapmıştır İlhan İrem’in güzelim bestesinde de
hala yaşayan...
Otobiyografi
şiiri , Nazım Hikmet’in bir anlamda veda şiiridir..
Şiirinin
sonunda da şunu der ;
“...ve
daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kimbilir...”
Bülent Ortaçgil de ne güzel der 1972 tarihli güzelim
“yağmur”
şarkısının bir yerinde ;
“ her şey olur her şey büyür
her şey geçer
hayat kalır...
Aşağıdaki yazıyı da ; geçip giden bir hayattan kalanlar
niyetine
Kendi yaşanmışlıklarınızdan kalanlar niyetine de okuyun...
( murat örem / 25 ekim 2013 / ankara...)
************
1968
doğumlular; kardeşleri varsa; en çok 1972 yılını sever....
Yıl, 1972...
Aradan geçen 41
sene....
Yılın yine onuncu ayı....
Tarih 1 Ekim 1972...
Sporun bir çok dalında esamisi okunmayan
Türkiye’nin, milli boksörü Cemal
Kamacı’nın 63 buçuk kiloda Avrupa Şampiyonu
olmasının yarattığı çocuksu sevinç ve övünme dalgası....
5 Ekim 1972 ;
İstanbul’daki döküm fabrikasında greve çıkan 2500 işçi...
13 ekim 1972;
Dünya havacılık tarihinin unutamadığı kaza...
And Dağlarına düşen uçakta hayatta kalan 27 kişi
ve aylar geçtikten sonra kurtarılabilen
16 insan....Kazadan kurtulduğu halde sonraki günlerde çığ, açlık ve soğuk nedeniyle
ölenler...Sağ kalanların haftalarca ölen
diğer yolcuları yiyerek hayatta
kalma trajedisi...
22 Ekim 1972,
Türk Hava
Yolları'nın Sofya'ya kaçırılan Truva
uçağı... Bir gün sonra yolcuların serbest bırakılması...
23 Ekim 1972,
Zonguldak’taki kömür ocaklarında patlama, 20
ölü 76 yaralı...
1972 yılı deyince akla
gelen başka olaylar da var ;
Mesela, Mario Puzzo’nun unutulmaz romanı Baba’nın
yönetmen Coppola tarafından sinema tarihine kazandırılması...
1972 Almanya Münih Olimpiyatlarına
bulaşan kan terör şiddet ve rezillik...Öldürülen
İsrailli sporcular...
Aynı dönemde Türkiye’de de gittikçe yükselen siyasi şiddetin
sonucu Kızıldere’deki ölümler
ve 6
mayıs idamlarıyla iyice kendini ele
veren rövanşist kin....
7 Mayıs 1972’de yapılan olağanüstü kurultay
sonrasında, İsmet İnönü’nün koltuğuna oturarak Türk siyasetinde uzun yıllar
kalacak olan CHP’nin yeni genel
başkanı ; Bülent Ecevit...
Tarih 1972, Aylardan Ekim...
Anadolunun batısında kendi halinde tost ve ayranıyla yaşarken çook yıllar sonra adı bir trafik kazasıyla
zihinlere kazınacak olan on bin nüfuslu ilçe...
Ekonomik olarak orta halli,
kültürel olarak görenekli bir ev...
Geniş ailede de öğretmenliğin meslekten çok yaşam biçimine
döndüğü çekirdek evin öğretmen anne babası...
1970’lerin Türkiye’sinde insanların evinde ne var ne yoksa o
kadarıyla yetinen ve gücü de o kadarına yeten
üç kişilik aile...
Sinsi bir hastalığa çok genç yaşında yakayı kaptırmasına
rağmen uzun tedavi sonrasındaki mucizeyle ayağa eskisi gibi kalkan, yıllarca giymek zorunda olduğu
çelik korseden kurtulalı birkaç yıl
olmuş lise öğretmeni baba...
Hayatın bu kadar erken ve acımasız şekilde kendisine önce karanlık sonra da ışıklı yüzünü gösterdiğinden olsa gerek , kah çok anlayışlı, kah birden parlayıp saman alevi gibi sönen ama her sabah çocuklarına Yavrularım diye başlayan notları yazmayı unutmayan baba...
Aynı babanın sonraki yıllarda lisede otuz yılın
üstündeki öğretmenlik
günleri...Anlattığı derslerin ve mesleğinin
hakkını fazla fazla verdiği için öğrencileri tarafından çok sevilip sayılan ama bir o kadar da kendinden, sesinden ve yüzüne
yansıyan otoriteden tatlı tatlı çekinilen
biri...
Hem hakkıyla sorumlu bir baba ve eş, hem
hakiki bir öğretmen...
Çok genç yaşında öğretmen eşinin hastalığıyla sarsılan, ilk
çocuğuna anne olmanın tadını çıkaramayan,
tedavi için geldikleri Ankara’nın ve hayatın mecazen ve gerçekten buz gibi soğuk
yüzüyle aylarca yaşayan ilkokul
öğretmeni anne...
Leblebi yer gibi bildiği onlarca atasözü ve deyimi her zaman
çok yerinde kullanan, otuz - kırk kişilik sınıflardaki çocukların önce tek
tek annesi olup öğretmenleri
olduğunu sonrasında güle oynaya hatırlayan ve emekli olmasının üzerinden yıllar
geçtiği halde "acemilik günlerimde çocuklarıma
anlayışsız davrandıysam, Allahım beni affet derken , bugün bile hala
gözleri dolan öğretmen anne...
O anne ve öğretmen ki ;
bir yanı ne kadar
korkusuz ve gözü karaysa
öte yanı da o kadar ürkek
ve naif...
Hayatın güzünü de baharını da yaşarken ve ‘Allahım kötüye fırsat verme ‘
derken dahi ‘insan
varsa umut da var ‘ demeyi unutmayan...
Yıl 1972...
Günlerden 31 Ekim, Salı...
Misafirin beklenen
saatten önce pat diye gelivermesi gibi
anne karnındaki rahatı yedi ayda teperek paldır küldür doğan ve yalnızca bir buçuk kilo gelen kız
çocuğu...
Yüzü kaşık kadar görünen, el parmakları da zamanın İnhisar
kibritlerinden de ince olan ve
aylarca zeytin yağlarıyla, dualarla ovularak büyütülen yedi aylıkken doğmuş kız
çocuğu...
Bugün kırklı yaşların ortasına giden ve o zamanlar yalnızca 4 yaşında olan ağabeyin hastane ziyaretinden kalanlar ;
Mozaik taşları , demir karyolaları , cam sürahileri, çekmecelerinin içi paslanmış
komodinleri ve sus işareti yapan asık yüzlü hemşire fotoğraflarıyla zihinlere
nakşolan 1970’lerin herhangi bir hastane odası...
Doğum yapan anne...
Yeni doğan kardeşini görmeye gittiğini bile çok sonra idrak eden 4 yaşındaki ağabey...
Aynı ağabeyin yeni doğan kardeşine aldığını iddia ettiği ama yalnızca kendisinin oynadığı :)) cama yapışan vantuzlu oklar atan mavi plastik tabancanın hastane odasında çıkardığı ses, hala unutmadığı...
31 Ekim 1972’de yedi aylık doğan kız kardeşin uzakta da olsa,
yakına da gelse yarenliğiyle,
kardeşliğiyle kırk yıldır huzur bulan
ağabey...
1970’lerin Türkiyesi’nde bir öğretmen ailesi....
60'ların sonuna doğru yola önce iki kişi çıkan, sonra üç kişi olan , sonra yedi aylık insan güzeli bir kardeşle 31 Ekim 1972’de dört kişiye tamamlanan aile...
Sonra, aradan geçen günler, aylar, yıllar...
Sonra, ağabeyin aileye çok erken kattığı boyu boylarını geçen
iki yetişkin çocuk annesi ve çok eski zamanların ilk göz ağrısı olan sarı damarlı güzel kadın...
Sonra, 31 Ekim 1972’de doğan kız kardeşin eşi...
İki evlattan peş peşe gelen üç erkek torun....
İki kişiyle başlanan seferde, eksilmeyip çoğalan ve 9 kişiyle
yürünen ömür yolu ..
Sonra, 1972 yılının Ekim ayının 31’inde doğan yedi aylık
kız kardeşin bugünlerde 42. yaşın
kapısından içeri girmesi ....
Sonra, ‘ölü yatırım’ diye takılsa da
kardeşiyle her zaman övünen aksi ak saçlı ağabeyin gün bugün deyip anlattıkları,
yazdıkları...
Sonra....
eh, sonrası
iyilik güzellik işte...
daha ne olsun...
daha ne olsun...
Ayşın’a
şınşın sınşın şınşına
daha nice yaşlar olsun.....
(murat örem / 2013 / ankara....
fotoğraf / 2004 / ayşın,
umur, arda,alp / ankara)
nice güzel yıllara...
YanıtlaSilşükrü'cüm sen de evlatlarınla , ailenle nice yaşlar gör...
Silmurat örem....
Murat abiciğim çocukluğumu hatırlatın acısıyla tatlısıyla.. Ellerine sağlık
SilSevgili Filiz, ne diyor Edip Cansever " gökyüzü gibi şu çocukluk / hiçbir yere gitmiyor..." gitmesin de zaten...Çok sevgi çok selam....murat örem...
SilEline,diline,yüreğine,en önemlisi kafana sağlık öpüyoruz
YanıtlaSilAnnen-Baban
ne diyor şair mealen ;
Silİki şey var ancak ölünce unuturuz yüzünü
bir, yaşadığımız şehrin yüzü
iki, anne babamızın yüzü....
gönlünüzden , ellerinizden ve emeklerinizden öperek....
oğlunuz murat örem...
bugün tesadüfen bu yazınızı okudum bir de baktım ki kardeşinizin doğum günü..tanımadığınız bir insandan güzel dilekler almak varmış şansınıza ...güneşin pırıltılarının yüreğinizde eksilmediği bir yaş olsun...sevgilerimle ..Fulya Uzer Başgül
YanıtlaSilSayın Başgül ; iyi dileklerle dolu yorumunuz hepimiz için geçerli olsun...sizler de sevdiklerinizle, harfler yazılar ve duygularla nice yaşlar görün...nice güzel dilekler alın tanıdık tanımadıklarınızdan...yeni yazılarda ve yeni yorumlarınızda karşılaşmak umuduyla....
Silsevgi saygı ve merhabayla....
murat örem....
“kimi insan otların
YanıtlaSilkimi insan balıkların çeşidini bilir...
ben ayrılıkların...
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin....”
Şair biraz da benden bahsetmiş. 50 yılının 41 yılını gurbette geçiren beni.
Keşke ben de sizler gibi bir kardeşlik yaşayabilseydim.
Nice musmutlu yıllar sizinle olsun. Sevgiyle kalın.
namıkçım / sevgili dostum / kıymetli sbf 89 mezunları başkanım;
Silseni seviyorum....
ailenle evlatlarınla eşinle vakti saati gelince de damatlarınla
nice güzellikleri hep birlikte görelim biraderim..
varolasın...
murat....