Tarih
; 1 Ekim 2013...
Oyun
; Sarı
Naciye...
Akün
Sahnesi yine lebalep dolu...
Seyirci
özlemiş aktörlerini, aktrislerini...
Oyuncular
da...
Malum
; araya bir de ‘kavuşamama ihtimali’ girince, herkeste maşukuna ulaşmış mutlu bir ifade...
Yaklaşık
iki saat süren Sarı Naciye oyununda sahnenin üzerinde boşluk yok...Tempo,
oyuncular, dansçılar, dekor yerli yerinde...
Birkaç
yıldır Fosforlu Cevriye’deki çok
başarılı performansıyla öne çıkan Feray Darıcı başrolde yine...
Bu
kez töreye rağmen gönlünün sesini aklıyla
dengelemeye çalışan Sarı Naciye rolünde Feray Darıcı...
Oyunun
yazarı Recep Bilginer...
Bilginer
gerçeğini merak edenler Recep Bilginer’in yazdıklarını ve hakkında yazılanları kısa bir çabayla
bulabilir...
Bilenler
bilir ; oyun dediğiniz şey , tıpkı hayat gibi aslında dramadır...
Drama
da çatışmanın üzerine oturur...
Hasılı
kelam dramada yakınlaşmalar olsa da;
birinin ak dediğine diğeri kara diyecektir ki fikri / duygusal / bedeni çatışma
ortaya çıksın...
Bu
formülü uygulayan herkes drama yazabilir...
Yazılanı
da oynayabilir...
Tabi
kaşıkların metal yerine ağaçlardan yapıldığı
zamanı anlatan cümleyi unutmamak gerekir burada da ;
“Herkes
kaşık yapabilir ama sapını ortaya getiremez...”
Shakespeare’in
de bütün oyunları çatışma üzerinedir ama insan karakterleri o kadar derin
işlenir ki, hem olayın içine girersiniz hem de taraflardan biri olursunuz
dakikalar ilerledikçe...
Taraflardan
biri ol(a)madığınız etkinliklerde, ki buna oyunlar da dahildir yavan gelir bir
çok şey size...
Bir
de çatışma ögesinin yazıda, oyunda,
hayatta karşılık bulması için ortaya konulanın da yaşanılan günün gerçekliğine denk düşmesi
esastır...
Türkiye’nin
beşte dördünün kentlerde veya
kentlerin çeperlerinde yaşadığı 2013’te, yayladan ovaya göçün kimde ne kadar
karşılığı var iyi düşünmek gerekir...
Elbette
, gerçekliği anlatmak ille de güncelle olmaz...
Elbette
oyundaki
göç olgusu bir semboldür diyenler
çıkabilir...
Oyunda,
yayladan ovaya göçmek isteyenler yenilikçiler, baba karakterinde simgeleşerek yaylada durmak
isteyenler de muhafazakarlar olarak
tanımlanmış diyenler varsa onları da dinleyebiliriz...
Farkındayız
bu sembollerin biz de...
Fakat
anlatmak istediğimiz daha başka bir
şey...
Bir
de bir soru olsun ; Sarı Naciye’deki
Feray Darıcı için...
Fosforlu
Cevriye’deki rolünü bihakkın ve başarıyla
yerine getirirken Feray Darıcı, oyunun
da sağlam çatısı gereği “
feleğin hem sillesini yemiş hem de çemberinden geçmiş ama bir o kadar da naif
kalmış” bir genç kadını
canlandırıyordu...
Peki
, Sarı Naciye (de) böyle bir karakter mi ?
Yoksa
, arada kalsa da ayakları yere daha sağlam basan , daha da önemlisi oyuna gelme
getirilme tehlikesini bile bile insandan ümit kesilmez diyerek
gönlünün sesini dinleyerek bir adamın yanında durmayı seçen daha iradeli bir
genç kadın mı ?
Eğer
ikincisiyse, Sarı Naciye karakterine bir önceki karakterin tortusuyla ses vermek, can vermek ne kadar yeterli ve doğru ?
Sarı
Naciye, muhtemelen bu yılın öne çıkan
oyunlarından olacaktır...
Peki
, yıllar sonra kaç seyirci hatırlayacaktır
Sarı Naciye’yi...?
Belki
de sorulması gereken temel soru bu...
**********
Tarih
; 2 Ekim 2013 ...
Yer
;
Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesi...
Oyun
; Kösem
Sultan...
Cüneyt
Gökçer Sahnesi de “lebale.” dolu...
Yazar
; Turan
Oflazoğlu...
Turan
Oflazoğlu, tiyatro tarihimizde neredeyse her tiyatrocunun bir şekilde
oyunlarına temas etmek zorunda kaldığı bir isim...
Belki
de her dönemde oyunları en çok oynanan isimlerden biri...
Bu
durumu bir başarı ya da başarısızlık ya da övgü veya eleştiri olarak değil de
veri olarak paylaştığımızı bilerek yapın yorumunuzu...
Oflazoğlu’nun
dramaturg tarafı yıllara dayanan tecrübede...
Çevirilerinin
başarıları konusunda farklı fikirler olsa da, nihayetinde senelerini harflerin
arasında geçirmiş biri ...
Turan
Oflazoğlu , üçlemelerin sonuncusu olarak yazmış Kösem Sultan’ı...
Kösem
Sultan, tarihin sosuna da ilgi duyanlar için bir anti karakter...
Kendisinde
cismanileşen haliyle “gözü dönmüş bir iktidar müptelası”
Kösem Sultan...Bu , öyle bir gözü dönmüşlük ki “padişah evlat katili”
olmak yetmiyor üstüne “padişah torun katili” olmanın da
hazzını(!) yaşamak istiyor...
Ne
için peki ;
iktidarı
kaybetmemek ve her daim tek başına kullanmak için...
Oyunda
yazar bu gerçeklik üzerine kuruyor dramayı...
Tarihte
kabul görmüş ya da reddedilmiş ön kabulleri var tekstin…
Mesela;
Kötüler
de kaybeder günün birinde...
İyiler
de kötüler kadar hin olmak zorunda kalabilir...
İktidar
paylaşılmaz, paylaşılırsa iktidar olmaz...
-
feylosoflar feylesofu Özdemir Asaf; “yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa
yalnızlık olmaz...” dizelerini, bu gerçeklikten yola çıkarak yazmış olsa gerek
diye kötü bir espri yapmayalım şimdi...-
Her
kötünün yanında daha kıt beyinli başka yardakçı kötüler de olmak zorundadır...
Halk
her zaman günlük yaşar...gibi…
Bu
örnekleri çoğaltmak mümkün...
Kösem
Sultan’ı tekst olarak bu kadar değerlendirerek sahneye geçersek...
Bir
oyunda yönetmen ne yapar ?
Aslında
bir teknik
direktörün veya prodüktörün yaptığından farklı
değildir yönetmenin yaptığı da…
Teknik
direktörseniz size bir takım ve maç programı verirler, kadronuz
bellidir...Transfer ya yapabilmişsinizdir ya da kulüp nakite sıkışıktır, feda
zamanıdır (!) falan
filan...Elinizdeki imkanlarla sahaya çıkarsınız ve artık söz sporcularda ya da
oyunculardadır...
Bir
prodüktör de her zaman istediği veya önerdiği programı yapamaz...
Bazen
önerilerini programlaştırır bazı durumlarda da yapılması istenilen programın prodüktörü
olur...
Bir
yönetmen de bir oyunu sahneye koymaya her zaman tek başına karar veremez...
Ancak
tüm bu süreç bittiğinde hiçbir teknik direktör bu benim takımım değil
demez…
Bir
prodüktör ben bu programı önermemiştim ki cümlesini kurmaz…
Bir
yönetmen de ben bu oyunu elimin kenarıyla
yönetirim artık düşüncesini aklına getirmez...
Herkes,
son karar verildikten sonra , sorumluluk alanı netleştiğinde, itiraz
noktalarını askıya alır ve var gücüyle, olanı daha yukarıya taşımaya çalışır...
Tüm
bunlar büyük bir bütünün unsurlarıdır ve
bu mesleklerin aslında meslek değil de hayat biçimi olmasının tarifsiz
güzelliği ve zorluğu da tam buradadır...
Hem
tarifsiz güzeldir hem de tarifsiz meşakkatlidir...
Çünkü
ortaya bir ürün çıkacaktır...
O
ürünün çıkma sürecinde perde
arkasında, mikrofon gerisinde , antrenman sahasında onlarca değişken
üzerinde yüzlerce gerginlik ve güzellik yaşanabilir ama nihayetinde de ortaya
çıkan ürün üzerinde herkes fikir serdedebilecektir...
Ağzımızı
doldura doldura, klavyemizi şevkle tıkırdata tıkırdata söyleyelim ki ; Kösem
Sultan’da yönetmen Murat Atak metnin bütün sınırlarını zorlayarak görsellik ve dinamizm
olarak muhteşem bir iş çıkaran ekibin maestrosu...
Kösem
Sultan , Ankara Devlet Tiyatrosu’nun
son yıllarda ortaya çıkardığı en kalabalık kadrolu oyunların başında...
İki
perde ve yedişer sahnelik oyunda göze batan aksama yok...
Sahne
kullanımı, derinlik, efektler, danslar, kılıç sahneleri ve tempo da dahil olmak
üzere her şey çok başarılı...
Oyunda
figürasyondakiler de dahil olmak üzere, aksayan en küçük bir dişli yok...
Negatif
manada göz çarpan tek bir isim yok...
Ancak
pozitif manada göze çarpan güzellikler ne mutlu ki koca bir çuval...
Kostümler
ve dekor harikulade...
Dramaturji
kaya gibi...
Sahne
kullanımı dolu dolu...
Geçişler
hakiki işçilik ürünü...
Tempo
metinden kaynaklandığı düşünülebilecek noktalar dışında daima yukarıda...
Müzikler
, efektler ne geride ne de oyundan rol çalan biçimde...
Oyuncuların
seçimine gelince ....
Özlem
Ersönmez, Kösem Sultan rolünde her zamanki gibi asla oynamadan
oynayan bir büyük aktris...
Oyunda
kısa denebilecek rollerine rağmen ışıl ışıl parlayan iki isim de, Şeyhülislam Bahai rolünde Mehmet Gürkan ve İngiliz Elçisi Selen Şenbay...
Mehmet
Gürkan ve Selen Şenbay ikili diyaloglarda çok çok başarılı...
Tarifsiz
başarılı….
Mithat
Erdemli , Tolga Çiftçi , Eray Eserol her zamanki gibi,
yüksek oyunculuk çıtasıyla sahnedeler...
Sayıları
az da olsa , oynamıyor gibi yapıp da oynayanlar da var tek tük ne yazık ki…Onların
bu halleri bile oyunun çarklarını döndürürken sıkıntı yaratmıyor ama gönül
onların da artık şu stanislavski ekolünü aşmalarını bekliyor...
Muhtemelen
yönetmen Murat Atak da bunu çok umut edip uyarmıştır provalarda ama bazen
yılların alışkanlıklarını kırmak çok zor olabiliyor...
Hasılı
kelam ;
yalnızca
görsel bir şölen için bile
Kösem
Sultan seyircisini bekliyor...
Ya
da şöyle söyleyelim ;
Seyirci,
Kösem Sultan’ı izleyebilmek için daha
çok beklemek zorunda kalabilir çünkü Kösem Sultan’ın bu emekle uzun yıllar
lebalep sahnelere oynayacağını görmek için kahin olmaya gerek yok...
Bir
de ey okur ;
iki
liraya kıy ve oyunun kitapçığını da al...
o
iki lira gözüne çok görünmesin...
(
murat örem / 3 ekim 2013 / ankara...)
( ilk kez tiyatrodunyasi.com’da yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder