*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

9 Ekim 2013 Çarşamba

ankara'nın yalnızca "istanbul'a dönüşünü değil..." devlet tiyatrosu'nu da seviniz....

Tarih ;  1 Ekim 2013...
Oyun ; Sarı Naciye...
Akün Sahnesi yine lebalep dolu...
Seyirci özlemiş aktörlerini, aktrislerini...
Oyuncular da...

Malum ; araya bir de ‘kavuşamama ihtimali’ girince, herkeste  maşukuna ulaşmış  mutlu bir  ifade...

Yaklaşık iki saat süren Sarı Naciye oyununda sahnenin üzerinde boşluk yok...Tempo, oyuncular, dansçılar, dekor yerli yerinde...

Birkaç yıldır  Fosforlu Cevriye’deki çok başarılı performansıyla öne çıkan Feray Darıcı başrolde yine...

Bu kez  töreye rağmen gönlünün sesini aklıyla dengelemeye çalışan Sarı Naciye rolünde Feray Darıcı...

Oyunun yazarı Recep Bilginer...
Bilginer gerçeğini merak edenler Recep Bilginer’in yazdıklarını ve  hakkında yazılanları kısa bir çabayla bulabilir...

Bilenler bilir ; oyun dediğiniz şey , tıpkı hayat gibi aslında dramadır...

Drama da çatışmanın üzerine oturur...

Hasılı kelam dramada  yakınlaşmalar olsa da; birinin ak dediğine diğeri kara diyecektir ki fikri / duygusal / bedeni çatışma ortaya çıksın...

Bu formülü uygulayan herkes drama yazabilir...
Yazılanı da oynayabilir...
Tabi kaşıkların metal yerine  ağaçlardan yapıldığı zamanı anlatan cümleyi unutmamak gerekir burada da ;
Herkes kaşık yapabilir ama sapını ortaya getiremez...”

Shakespeare’in de bütün oyunları çatışma üzerinedir ama insan karakterleri o kadar derin işlenir ki, hem olayın içine girersiniz hem de taraflardan biri olursunuz dakikalar ilerledikçe...

Taraflardan  biri  ol(a)madığınız  etkinliklerde,  ki buna oyunlar da dahildir yavan gelir bir çok şey size...

Bir de  çatışma ögesinin yazıda, oyunda, hayatta karşılık bulması için ortaya konulanın da  yaşanılan günün gerçekliğine denk düşmesi esastır...

Türkiye’nin  beşte dördünün kentlerde veya kentlerin çeperlerinde yaşadığı 2013’te, yayladan ovaya göçün kimde ne kadar karşılığı var iyi düşünmek gerekir...

Elbette , gerçekliği anlatmak ille de güncelle olmaz...
Elbette oyundaki  göç olgusu bir semboldür diyenler çıkabilir...
Oyunda, yayladan ovaya göçmek isteyenler yenilikçiler,  baba karakterinde simgeleşerek yaylada durmak isteyenler de muhafazakarlar  olarak tanımlanmış diyenler varsa onları da dinleyebiliriz...
Farkındayız bu sembollerin biz de...

Fakat  anlatmak istediğimiz daha başka bir şey...

Bir de bir soru olsun ;  Sarı Naciye’deki Feray Darıcı için...

Fosforlu Cevriye’deki rolünü bihakkın ve  başarıyla yerine getirirken Feray Darıcı,   oyunun da sağlam çatısı gereği  “ feleğin hem sillesini yemiş hem de çemberinden geçmiş ama bir o kadar da naif kalmış”  bir genç kadını canlandırıyordu...

Peki , Sarı Naciye (de) böyle bir karakter mi ?

Yoksa , arada kalsa da ayakları yere daha sağlam basan , daha da önemlisi oyuna gelme getirilme tehlikesini bile bile insandan ümit kesilmez diyerek gönlünün sesini dinleyerek bir adamın yanında durmayı seçen daha iradeli bir genç kadın mı ?

Eğer ikincisiyse,  Sarı Naciye  karakterine  bir önceki karakterin tortusuyla ses vermek,  can vermek ne kadar yeterli ve doğru  ?

Sarı Naciye,  muhtemelen bu yılın öne çıkan oyunlarından olacaktır...

Peki , yıllar sonra kaç  seyirci hatırlayacaktır  Sarı Naciye’yi...?
Belki de sorulması gereken temel soru bu...

**********
Tarih ;  2 Ekim 2013 ...
Yer ; Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesi...
Oyun ; Kösem Sultan...
Cüneyt Gökçer Sahnesi de   “lebale.”   dolu...
Yazar ; Turan Oflazoğlu...

Turan Oflazoğlu, tiyatro tarihimizde neredeyse her tiyatrocunun bir şekilde oyunlarına temas etmek zorunda kaldığı bir isim...

Belki de her dönemde oyunları en çok oynanan isimlerden biri...

Bu durumu bir başarı ya da başarısızlık ya da övgü veya eleştiri olarak değil de veri olarak paylaştığımızı bilerek yapın yorumunuzu...

Oflazoğlu’nun dramaturg tarafı yıllara dayanan tecrübede...
Çevirilerinin başarıları konusunda farklı fikirler olsa da, nihayetinde senelerini harflerin arasında geçirmiş biri ...

Turan Oflazoğlu , üçlemelerin sonuncusu olarak yazmış Kösem Sultan’ı...

Kösem Sultan, tarihin sosuna da ilgi duyanlar için bir anti karakter...

Kendisinde cismanileşen haliyle “gözü dönmüş bir iktidar müptelası” Kösem Sultan...Bu , öyle bir gözü dönmüşlük ki “padişah evlat katili” olmak yetmiyor üstüne “padişah torun katili” olmanın da hazzını(!)  yaşamak istiyor...

Ne için peki ;
iktidarı kaybetmemek ve her daim tek başına kullanmak için...

Oyunda yazar bu gerçeklik üzerine kuruyor dramayı...

Tarihte kabul görmüş ya da reddedilmiş ön kabulleri var tekstin…
        
Mesela;
Kötüler de kaybeder günün birinde...
İyiler de kötüler kadar hin olmak zorunda kalabilir...
İktidar paylaşılmaz, paylaşılırsa iktidar olmaz...
- feylosoflar feylesofu Özdemir Asaf; “yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz...” dizelerini, bu gerçeklikten yola çıkarak yazmış olsa gerek diye kötü bir espri yapmayalım şimdi...-

Her kötünün yanında daha kıt beyinli başka yardakçı kötüler de olmak zorundadır...
Halk her zaman günlük yaşar...gibi…

Bu örnekleri  çoğaltmak mümkün...

Kösem Sultan’ı tekst olarak bu kadar değerlendirerek sahneye geçersek...

Bir oyunda yönetmen ne yapar ?

Aslında bir teknik direktörün veya prodüktörün yaptığından farklı değildir yönetmenin yaptığı da…

Teknik direktörseniz size bir takım ve maç programı verirler, kadronuz bellidir...Transfer ya yapabilmişsinizdir ya da kulüp nakite sıkışıktır, feda zamanıdır (!)  falan filan...Elinizdeki imkanlarla sahaya çıkarsınız ve artık söz sporcularda ya da oyunculardadır...

Bir prodüktör de her zaman istediği veya önerdiği programı yapamaz...
Bazen önerilerini programlaştırır bazı durumlarda da yapılması istenilen programın prodüktörü olur...

Bir yönetmen de bir oyunu sahneye koymaya her zaman tek başına karar veremez...

Ancak tüm bu süreç bittiğinde hiçbir teknik direktör bu benim takımım değil demez…

Bir prodüktör ben bu programı önermemiştim ki cümlesini kurmaz…

Bir yönetmen de  ben bu oyunu elimin kenarıyla yönetirim artık düşüncesini aklına getirmez...

Herkes, son karar verildikten sonra , sorumluluk alanı netleştiğinde, itiraz noktalarını askıya alır ve  var gücüyle,  olanı daha yukarıya taşımaya çalışır...

Tüm bunlar büyük  bir bütünün unsurlarıdır ve bu mesleklerin aslında meslek değil de hayat biçimi olmasının tarifsiz güzelliği ve zorluğu da tam  buradadır...

Hem tarifsiz güzeldir hem de tarifsiz meşakkatlidir...
Çünkü ortaya bir ürün çıkacaktır...

O ürünün çıkma sürecinde  perde arkasında, mikrofon gerisinde , antrenman sahasında onlarca değişken üzerinde yüzlerce gerginlik ve güzellik yaşanabilir ama nihayetinde de ortaya çıkan ürün üzerinde herkes fikir serdedebilecektir...

Ağzımızı doldura doldura, klavyemizi şevkle tıkırdata tıkırdata söyleyelim ki ; Kösem Sultan’da yönetmen Murat Atak metnin bütün sınırlarını zorlayarak görsellik ve dinamizm olarak muhteşem bir iş çıkaran ekibin maestrosu...

Kösem Sultan ,  Ankara Devlet Tiyatrosu’nun son yıllarda ortaya çıkardığı en kalabalık kadrolu oyunların başında...

İki perde ve yedişer sahnelik oyunda göze batan  aksama yok...

Sahne kullanımı, derinlik, efektler, danslar, kılıç sahneleri ve tempo da dahil olmak üzere her şey çok başarılı...

Oyunda figürasyondakiler de dahil olmak üzere,  aksayan en küçük bir dişli yok...

Negatif manada göz çarpan tek bir isim yok...
Ancak pozitif manada göze çarpan güzellikler ne mutlu ki koca bir çuval...

Kostümler ve dekor harikulade...
Dramaturji kaya gibi...
Sahne kullanımı dolu dolu...
Geçişler hakiki işçilik ürünü...

Tempo metinden kaynaklandığı düşünülebilecek noktalar dışında daima yukarıda...

Müzikler , efektler ne geride ne de oyundan rol çalan biçimde...

Oyuncuların seçimine gelince ....

Özlem Ersönmez,  Kösem Sultan rolünde her zamanki gibi asla oynamadan oynayan bir büyük aktris...

Oyunda kısa denebilecek rollerine rağmen ışıl ışıl parlayan iki isim de,  Şeyhülislam Bahai rolünde Mehmet Gürkan ve  İngiliz Elçisi Selen Şenbay...

Mehmet Gürkan ve Selen Şenbay ikili diyaloglarda çok çok başarılı...
Tarifsiz başarılı….

Mithat Erdemli , Tolga Çiftçi , Eray Eserol her zamanki gibi,  yüksek oyunculuk çıtasıyla sahnedeler...

Sayıları az da olsa , oynamıyor gibi yapıp da oynayanlar da var tek tük ne yazık ki…Onların bu halleri bile oyunun çarklarını döndürürken sıkıntı yaratmıyor ama gönül onların da artık şu stanislavski ekolünü aşmalarını bekliyor...

Muhtemelen yönetmen Murat Atak da bunu çok umut edip uyarmıştır provalarda ama bazen yılların alışkanlıklarını kırmak çok zor olabiliyor...

Hasılı kelam ;
yalnızca görsel bir şölen için bile
Kösem Sultan seyircisini bekliyor...

Ya da şöyle söyleyelim ;
Seyirci,  Kösem Sultan’ı izleyebilmek için daha çok beklemek zorunda kalabilir çünkü Kösem Sultan’ın bu emekle uzun yıllar lebalep sahnelere oynayacağını görmek için kahin olmaya gerek yok...

Bir de ey okur ;
iki liraya kıy ve oyunun kitapçığını da al...
o iki lira gözüne çok görünmesin...

( murat örem / 3 ekim 2013 / ankara...)
       ( ilk kez   tiyatrodunyasi.com’da    yayınlanmıştır)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder