“
Bana verilen denizci dersleri dolayısıyla lâf sırası bulamayan Kasım Efendi,
ustamın bana boyuna denizden bahsettiğini, gidip babama fitlemiş. Bir akşam eve
dönünce, babamın bir karış surat astığını gördüm.
Yutkundu.
Yutkundu: Seni mektebe vereceğim, dedi. Dünya gözüme zindan kesildi. Üç dört
gün sonra topal hocanın mahalle mektebine gidecektim. Dükkâna gittim son gündü.
Ustam selâm verdikten sonra: Mektebe giderken ara sıra dükkâna uğra! dedi.
O
gün de her gün gibi akşam oldu. Kasım Efendi ile Nusret Ağa ayrıldılar. Ustamla
yalnız kaldık. Ustam bana vermekte olduğu son dersin tamamen tadına varabilmek
için beni, biraz ötemizde sokak köşesinde Muğlalı aşçı Yaşar'a, bir şişe rakı
ve mezelik izmarit balığı almak üzere gönderdi. Aşçı Yaşar; Bizimle beraber
dünyanın böylesinde yaşıyorlar, yazık zavallıcıklara diyerek irili ufaklı, kör
topal elli altmış kadar kedi ve köpek beslediği için, dükkâna güç belâ girdim.
Dükkânının
bana göre asıl cazibesi, kurutulup yaldızlanmış ve tavana asılmış, açık kanatlı
bir kırlangıç balığı idi. Yaşar kısa ve şişmandı, yağlı yüzü pırıl pırıl
yanardı. Soluk benizli çocuğu, zerzevatı soyar, ateş yakmak, pişirmek ve
bulaşık yıkamakta babasına yardım ederdi. İşte o çocuk -yani Hamdi- bana
izmaritlerin en kocamanlarını seçti. Rakıyı ve bir gazete parçasının üzerinde
de izmaritleri dükkâna getirdim. Ustam şişenin kıçına avuç içiyle vurup tapayı
attırdı. Karşı karşıya oturduk. Kadehi doldurdu. İçti. Sonra Bak şimdi sanki
geçmişle gelecek karşı karşıya oturuyoruz
dedi. Başı bir müddet önüne düştü. Sonra kaldırıp: Seren altı makaraları
nasıl donatılır? diye sordu. Ben,
Çımaları filadur, kasalı tek sapandan, iki makara hamailinin iki
tarafına konulur. Seren üzerinden filadura bağı ile bağlanır diye bir solukta cevap verdim. Halil usta
(şaaak) diye avucunu dizine vurdu. Aç ağzını yum gözünü dedi. Mezeliğinden bir
kızarmış izmarit verdi....
Bu
cümleler iflah olmaz deniz sevgisi,
girdiği her ortamdaki MERHABA seslenmesi ve dramatik
hayatından mutluluk ve insanlık iksirini çıkarmayı başarmasıyla zihinlerde yer etmiş edebiyatçımıza ait…
Yazının
başındaki ustayla çırağın sohbetli hikayesi şöyle devam ediyor edebiyatçımızın kaleminden...
Fakat
(ustam) bütün gayretine rağmen
neşelenemiyordu. Bir yorgunluğu argınlığı vardı. Birkaç kadeh daha içti. Sonra
bana; Meselâ gemi orsa alabanda edecek,
ne gibi emirler verilir, ve o emirler verilince neler yapılır? Sırasıyla söyle
bakalım dedi. O manevranın bir kayıkta
yapıldığını görmek sevincinden ben de, ustam da mahrumduk. Fakat onu sözle
haykıra haykıra anlatmanın sevinci vardı ya.
Dudaklarımı
ıslattım ve hemen, anlatmağa başladım. Alestaaa tira mola! deyince hepimiz,
ayni denizciler - Hepimiz deyince onların arasına kendimi de kattığım için göğsüm
gururla kabardı- yerlerimize koşar ve hazır ol vaziyetinde alesta dururuz.
Laçka skuta orsaalabanda! denince flok skutalarını ve trinket skutalarını
koyveririz. Dümenci de dümeni orsa alabandaya basar. Maestra yelkeninin rüzgârı
boşanır. Yelken gök gürültüsü gibi gürleyerek yapraklanır. Kaptan "mola
kontra, issa punya!" emrini verir. Punyaları basar, papfingo burinalarını
mola eder, maestra prassiyasını alesta ederiz.
O zaman rüzgâr geminin başından gelmeğe başlar.
Ben
bunları sırasıyla söylerken ustamın yorgunluğu gideriliyor, gözleri vahşi bir
tasdik ateşiyle yanmağa başlıyordu. Mola
burina grandi tira mola maestra! diye bağırılınca ve biz de söylenenleri
yapınca geminin başı rüzgârdan açılmağa başlar.İşte o zaman burinaları mola
trinket yelkenini tumba ederiz. Bazılarımız prova serenlerini prassiya tokaya
alır. Dümenci dümen yekesini onkaşa getirir. "Aganta skuta flok!"
denince flok skutalarını çeker, kasarız. Artık bütün yelkenler rüzgârla
dolmuştur.
İşte
o zaman, son emir, yani "Aganta burina burinata!" kumandası verilir.
Kayık şarıl şarıl rüzgârın gözüne işler. Ben bunu söyleyince elinde kadeh
beklemekte olan Halil usta, kadehi parlattı. Bana: -Son olarak verilen
kumandayı bağıra bağıra tekrar et! dedi.
Ben de ciğerlerimi doldurarak olanca sesimle Aganta burina burinata! diye
haykırdım. O zaman, pek eski bir denizcilik âleminden hız alan ustam, sanki,
beni şanlı bir deniz istikbaline fırlatmak istiyormuş gibi, dağları
temellerinden sarsan bir dinamit infilâkı şiddetiyle: Aganta burina burinata! diye gürledi.
Papuççular
ve eskiciler sanki birbirine "Aman arkadaşlar durup dinlenmeyelim, çünkü
açlık, dağ başında tenha yolcuyu kovalayan bir kurt gibi peşimize düşmüş
bulunuyor. İşte bundan dolayı, biz de koşarcasına ha bire çalışalım ki, açlık
ensemizde yetişip bizi helak edemesin" diyerek birbirini çabuk olmağa
kışkırtıyorlarmış gibi, işlerinin üzerine abanmış acele acele takır tukur çekiç
sallarken "Aganta burina burinata!" diye kâinata meydan okuyan
nidamızı duyunca, işlerinin üzerinden doğruldular. Birdenbire çekiç takırtıları
sustu. Hattâ hâlis muhlis bir kara adamı olan aşçı Yaşar bile, sesini kapıp
koyuverdi ve eskicilerle beraber "Aganta!" diye nârayı bastı.
Neşenin
seslerimize, seslerimizin neşeye verdiği sonsuz hürriyete, muhayyilem hız aldı.
Eski püskü karanlık dükkân, "Yallah!" diye sanki yerinden kopup
havalandı; Bilmiyorduk neden; hepimiz bir kurtuluş hazzı ve hızı duyduk.
Şaka
değil, "Aganta burina burinata" nidası gönülden kopuyordu.
Paylaştığımız
alıntının yeni satırlarını okudukça Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı,
Balıkçıyı,
Halikarnas
Balıkçısı’nı hatırlayanların sayısının arttığını ummak
istiyoruz...
Çok şey mi istiyoruz ???
İlk
basım tarihi 1945 yılı olan Aganta
Burina Burinata isimli romanında her zaman olduğu gibi karşı
konulmaz deniz sevgisinin etrafında
anlatıyor Cevat Şakir Kabaağaçlı bütün olan biteni..
Aganta
Burina Burinata, teknik bir denizci
terimidir ama anlamının özü bizce şudur: Şimdi artık her şeyi geride bırakarak denizlere açılma ve kendini denize , suya
teslim etme zamanı...
Çoğunluk
için deniz yalnızca tatili, güneşi ve dinlenmeyi hatırlatsa da, Halikarnas Balıkçısı için çok
daha başka şey olmuştur her zaman...
Deniz,
tarih ve mitoloji , hayatın , yaşama sevincinin ta kendisidir Cevat
Şakir için...
İşte,
Aganta Burina Burinata eserinde roman kahramanlarına farklı roller biçerken
yine de denizin ve deniz sevgisinin
galip gelmesi de bu yüzdendir....
Türk
edebiyatında deniz , denizci ve deniz sevgisi denince akla gelen ilk isim olan,
bugün şehir irisi azmanlığıyla tabiliğinden ve güzelliğinden çok şey kaybeden Bodrum
ilçesinin tanınmasındaki emekleri tarifsiz olan ve Bodrum’un tarihi adı olan Halikarnasos’a atıf
yaparak Halikarnas Balıkçısı
ismiyle bilinip sevilen Cevat Şakir
Kabaağaçlı bambaşka bir isimdi…
Cevat
Şakir Kabaağaçlı’yı okurları ve
Türkiye Halikarnas Balıkçısı veya
yalnızca Balıkçı olarak tanıyıp sevdi...Cevat Şakir anlattıklarında ve hayatında hep tabiatı, denizi, ve deniz insanını öne çıkardı. Çünkü O,
tarihten gelen ismiyle Halikarnasos’un, bugünkü adıyla da Bodrum’un adeta
tarihimizdeki kaşifi ve tabi ki Egenin
Akdenizin , anadolunun coşkulu ve delişmen çocuğuydu.
Girdiği
hiç bir insan grubundan
kocaman
bir MERHABA’yı esirgemeyen
Halikarnas
Balıkçısı’ydı.....
Cevat
Şakir, 1886 yılında babası tarihçi, yazar ve vezir Mehmet Şakir Paşa’nın
görevi dolayısıyla bulunduğu Girit'te
doğar...Cevat Şakir’in doğum yeri ve doğum tarihi konusunda birbirine yakın olsa da farklı
bilgilere rastlamak mümkündür.
Cevat
Şakir , Şakirpaşa olarak tanınan köklü bir ailenin üyesidir ve amcası da Sultan
Abdülhamit'in sadrazamlarından Cevat Şakir Paşa'dır. 1890 yılında Girit’te
doğan Halikarnas Balıkçısı’nın ömrü büyük çalkantılar ve rastlantılarla
örülmüştür adeta....
Babasının
görevi dolayısıyla çocukluğunun bir bölümünü Atina’da geçiren Cevat Şakir,
yaşadığı günlerin hatta bugünün koşullarıyla kıyaslandığında bile, çok iyi diye
tanımlanacak bir eğitim alır...
İngiltere’nin
dünyadaki marka eğitim kurumlarının
başında gelen Oxford Üniversitesi’nde, Yakın Çağlar Tarihi öğrenimi gören Cevat Şakir bu yıllarda aldığı eğitimin
de katkısıyla bir çok dilde yazılar yazıp çeviriler yapacaktır...
Gençlik
yıllarında, çok acıtıcı olaylar sonucu
babasını öldürmek suçlamasıyla karşılaşır ve hapis yatar Cevat
Şakir....
Elli
yılın üzerindeki yazarlık hayatı boyunca gazeteciliğin de bir çok kademesinde
görev yapan Sadun Tanju, İş Bankası Yayınları’nca ilk baskısı 2000 yılında
yapılan Eski Dostlar isimli anı kitabında Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya
akıcı üslubuyla uzun bir yer ayırmıştır..
Cevat
Şakir’i anlatmaya şöyle başlar Sadun Tanju:
Oxford’da
Yakın Çağlar Tarihi okumuş, birkaç dil bilen , yakışıklı genç bir Osmanlı
aydını günün birinde Yunan trajedyalarına
benzer bir facianın kurbanı olur. Babasını öldürür. Öldürülen Şakir
Paşa, sarayın gözde ailelerinden birine mensuptur. Roma Ateşemiliterliği’nde,
Atina Elçiliği’nde bulunmuş, Girit’te Resmo Kumandanlığı yapmış, Askeri Teftiş
Komisyonu üyesiyken Ferikliğe yükselmiştir…Osmanlı ve İslam tarihi üzerine
önemli bir eserin de sahibidir. Dil bilir , tiyatro eserleri yazar, müzikten
anlar, dünya umuru görmüş son devir Osmanlı aydın tipinin mümtaz bir
örneğidir... Ağabeyi Cevat Paşa sadrazamlığa kadar yükselmiş , Osmanlı askeri
tarihi üzerine önemli bir eseri bulunan, Girit Kumandanlığı ve Şam’daki Beşinci
Ordu Müşirliği’nde devlete büyük hizmetleri dokunmuş, beş dili rahatça konuşan
ve köşkündeki büyük kütüphanesiyle ünlü bir son devir Osmanlı devlet
adamıdır... Cevat Şakir böyle bir aileden geliyor ve kader alnına henüz yirmi
altı yaşındayken baba katili damgasını vuruyor...Edebiyatımızın Halikarnas
Balıkçısı’nın doğuşu da diyebiliriz bu faciaya. O , fatal geceden sonra
Halikarnas Balıkçısı tam altmış yıl daha yaşacaktır ve hikayeleri, romanları,
hele hele Anadolu uygarlıklarını bizim geçmişimizin temelleri kılan tarih
çalışmalarıyla , kültürümüzün parlak bir yıldızı haline gelecektir...Seksen
yedi yaşına kadar insan sevgisini, yaşama sevincini Anadolu zenginliğini şen
şakrak anlata anlata bitiremeyen Halikarnas Balıkçısı sadece o fatal gece
hakkında kimseye bir şey söylemez. Bütün o birinci dünya savaşı yıllarını ve
kurtuluş savaşı günlerini içeride geçirerek kendi iç dünyasının dehlizlerinde
dolaşır. Serbest bırakılıp mütareke İstanbul’una döndüğünde iç hesaplaşması
hala bitmiş değildir. Alnında baba katili damgası taşıdığı için ailesinin
yanına da dönemez.
Üsküdar’da
İhsaniye’de harap bir eve sığınır...
Sadun
Tanju’nun kaleminden paylaştığımız bu bölüm, Cevat Şakir’in gençliğinin ilk
yıllarında nasıl büyük bir manevi yükün altında ezildiğini çok net olarak
anlatıyor...
Dönemin
önde gelen ailesinin, rahat koşullarda yetişen ve denize, deniz yaşamına aşık
olan oğlu önce denizci olmak istediği
halde zorunlu olarak çok farklı bir alanda İngiltere’de eğitim hayatı yaşamış
arkasından da şaşırtıcı ve üzücü olaylar sonucunda baba katili damgasını
yemiştir...
Sağlık
sorunları nedeniyle birkaç yıl süren hapis hayatından sonra , yaşadıkları
bununla da sınırlı kalmayacaktır Cevat
Şakir’in...
Bu
büyük ve tanımsız badirenin sonrasında huzuru önce bir gruba, topluluğa ait olmakta arayan Cevat Şakir, suçlayıcı,
ezici ve mahkum edici bakışlardan kendini kurtaramaz. Aradığının bu olmadığına
karar verir...
Düzenli bir işte çalışarak kendini ve yaşadıklarını
unutmak ister...Resme dair yeteneği , ilgisi ve bilgisi bulunan Cevat Şakir , tezhibi
ve altın ezme işlerini öğrenir
ustalardan...Resim yapmaya, grafik çizmeye yatkın olduğu için gazete ve
dergilerde ressam olarak iş bulur...Ancak tam kendince bir hayatı düzene
oturttuğunu düşündüğü anda da bu kez yazdığı bir yazı her şeyi allak bullak
etmeye yetecektir Cevat Şakir’in...
Dönem
büyük acıların, savaşların, çabaların arkasından bin bir emekle kurulan
cumhuriyetin ilk günleridir...
Yönetim,
en küçük bir eleştiriye bile duyarlıdır.
1925
yılında
“İdama
Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler ?”
başlıklı bir yazı yayınlar Cevat Şakir
Kabaağaçlı....
Yazıda,
Birinci Dünya Savaşı yıllarında cepheden cepheye giderken trenden atlayarak
ailelerini görmek için kaçan ve bir süre
sonra tekrar geri dönen
askerlerin idamına giden olayları
anlatmıştır Cevat Şakir....
Yazının
öncelikli amacı,
savaşın
acımasızlığını
ve barışın
nasıl büyük bir nimet olduğunu
öne
çıkarmaktır...
Ancak
İstiklal
Mahkemeleri
yazıyı
böyle yorumlamaz...
Yazının
yayınlandığı derginin yayıncısı Zekeriya Sertel’le birlikte dönemin
İstiklal Mahkemesi’nde yargılanır(!) Cevat Şakir...
İstiklal
Mahkemesi’nde yapılan yargılamada en kötü sonuca hazırlamaya çalışır kendini
Cevat Şakir....Dönemin olağanüstü koşullarında İstiklal Mahkemeleri’nin
kararları da şaşırtıcı ve çok ağır olabilmektedir....
Mahkeme
başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkum edilmek istenen Cevat Şakir, bir
diğer üye Kılıç Ali nin önerisiyle adeta bir mucize sonucu yalnızca üç yıllık
kalebentlikle Bodrum'a sürülür.
Ömür
boyu hapis hatta idam kararını bile aklına getiren Cevat Şakir , mahkeme
başkanının “üç yıllık sürgün cezası “ kararını duyunca sevinçten kulaklarına
inanamaz....
İşte,
baba katili damgasından sonra Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın hayatındaki ikinci
büyük travma da üç yıllık sürgün kararıyla atlatılacak ve bu acı olay
Türkiye’ye ilerleyen yıllarda yeni güzellikleri ve en başta da Bodrum ilçesinin
farkına varılmasını kazandıracaktır
şaşırtıcı biçimde....
Cevat
Şakir, “ Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler ?”
başlıklı yazısının sonunda yargılanmış ve
istiklal mahkemesince suçlu
bulunarak zamanın küçük, köhne ve çok tenha bir yeri olan Bodrum’da üç yıl
boyunca kalebentliğe mahkum olmuş ve buna
da tarifsiz sevinmiştir...
“
İyi ki üç yıllık sürgüne mahkum
edildi de dünya ve Türkiye hem
edebiyatçı Cevat Şakir’i , hem de tarihteki adıyla Halikarnasos’u , bugünkü adıyla da Bodrum’u tanıdı....”
demek bugünden bakınca çok bencilce mi yoksa çok iyimser bir yaklaşım mı olur kararı
sen ver sevgili okur…
1925
yılının Bodrum’unun tabiatına, denizine, kuş uçmaz kervan geçmez güzelliğine,
insanına, börtü böceğine deyim
yerindeyse ’vurulur’ Cevat Şakir...
İngiltere’de
Yakın Çağlar Tarihi bölümündeki öğrencilik günlerinin birikimiyle Bodrum’un
tarihteki adının Halikarnasos olduğunu bilir Cevat Şakir...
Kalebentlik
günlerinde, bütün bilgisiyle , gücüyle
ve adeta kutsal bir çabayla Bodrum’u
yeni ağaç fideleri, bitki örtüsü ve çiçeklerle donatmaya çalışırken, bir
taraftan da çok uzak ülkelerdeki
dostlarıyla mektuplaşarak yeni yeni fideler, tohumlar, bitkiler
getirtir ve bunları Bodrum’un boş bulduğu her yerine ama her yerine ekip dikmeye çalışır Cevat Şakir...
Merhabasını,
insanlardan olduğu kadar, kuşlardan , böceklerden, otlardan, fidelerden,
taşlardan bile esirgemeyen bir yanı vardır...
Cevat
Şakir Kabaağaçlı’yla ilgili anılarda da şu benzer cümlelere rastlamak
mümkündür;
“
Balıkçı, bir dağın yamacında dinlenmek için oturduğunda bile , elleriyle
toprağı eşeler ve cebinden çıkardığı tohumları açtığı küçük çukurlara
doldururdu, bu tohumlar, fideler, o görmese de, biz görmesek de bir gün
büyüyecekti....”
Bütün
bu çabaların sonucunda bir çok şeyi başarır Cevat Şakir Kabaağaçlı... O güne
dek Bodrum diye bir ilçenin varlığından
bile haberdar olmayanlar bu çabalarla öğrenir yavaş yavaş Akdenizi,
Egeyi....
Bugün
, beachclub’ların , tavernaların, gazinoların ortasında Bodrum’a her fırsatta
yolunu düşürenlerin kaçı Balıkçıyı hatırlar diye sormayın ?
Tıpkı
anadolunun bir başka diyarı olan Manisa’da yaşamış ve Manisa Tarzanı efsanesi sıfatı
gerçek isminin önüne geçmiş Ahmet Bedevi gibi, kendine dair bir şey beklemeden
vurgundur tabiata Balıkçı da...
Bir
de denize, sulara, fırtınalara elbette...
Bodrum
günlerinde ömrü boyunca hiç bırakmadığı
okuma ve yazmalarına devam eden Cevat
Şakir’in yazılarının sonunda ölümüne dek
taşıyacağı ve kısa bir süre sonra isminin bile önüne geçecek olan şu iki kelime göze çarpar;
HALİKARNAS
BALIKÇISI…
Tüm
bu çabaların, koşturmaların arasında denizin, mavi yolculukların ve insan gibi
insan olmaklığın yolunu açmayı da ihmal etmez Balıkçı.... Anadoluyu, insanları,
ağaçları , tabiatı deniziyle birlikte
tekrar tekrar keşfedip aşık olan Cevat Şakir, hayranlık ve sevda duygularını
yazıya döküp okurlarıyla paylaşır yıllar
içinde ;
Ege Kıyılarından , Merhaba Akdeniz , Yaşasın Deniz , Gülen Ada ,
Gençlik Denizlerinde , Parmak Damgası ,
Dalgıçlar , Aganta Burina Burinata ,
Ötelerin Çocukları , Uluç Reis ,
Turgut Reis, Deniz
Gurbetçileri roman
ve öykü kitaplarından bazılarının adlarıdır Halikarnas Balıkçısı’nın ....
Cevat
Şakir’in kendi yaşamındaki travmalara da “şöylelemesine” değindiği anı kitabı da
Mavi Sürgün adını
taşır.....
Cevat
Şakir Kabaağaçlı ya da nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı denince hemen akla
gelen iki isim daha vardır; Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu...
Yazıları ve fikirleriyle döneminin aydınlarını da etkilemiş olan Cevat Şakir ve arkadaşları günümüze kadar gelen ve
artık maalesef başka bir şey olan Mavi Yolculuk efsanesini de hayata
geçirmişlerdir yıllar yıllar önce...
Yalnızca
denizden yapılan mavi yolculuklarda amaç tabiatın , denizin ve insan olmanın
tadını çıkarırken bir anlamda dünyadan kopmak mavi ve yeşille kucaklaşmaktır...Bırakalım
kara yolculuklarını, denizlerde, yerden binlerce metre yükseklerde bile
haberlerden , telefon seslerinden kaçmanın mümkün olmadığı günümüzde mümkün
olmasa da , Balıkçı ve arkadaşlarının o
gün için yalnızca gazete ve radyodan uzaklaşmaları dünyadan kopmalarına
yetmiştir.....
Haftalarca
denizde kalınan ilk mavi yolculuklarda temel gıda maddeleri , tütün , alkol ve su dışında yanlarına bir şey
almayanların durumunu, bugün lüks içinde yapılan mavi yolculuklarla kesinlikle
karıştırmamak gerek...
O
dönemde yapılan mavi yolculukların bir başka özelliği de geziye katılanların
genellikle sanat ve düşünce dünyasındaki bir avuç güpgüzel insan olmasıdır...
Bu
yolculukların geziye katılan hemen herkesin yaratıcılığını arttıran bir yanı
olmuştur... Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir mavi yolculukta 1974 yılında çizdiği
balıklı kaya bugün bile durmaktadır....
Bedri
Rahmi Eyüboğlu,
Hey
benim
Boydan
boya cömert denizlerle çevrili
Güzel
memleketim
Bu
yaz tenha denizlerinde yıkandım
İnsan
eli değmemiş ormanlar gibi vahşi
Dağ
başında unutulmuş küçük kundaklar gibi yetim
dizelerini
de ihtimaldir ki yine bir mavi yolculuk zamanı ya da sonrasında söylemiş
olmalıdır, Halikarnas Balıkçısı’nı da mutlaka hatırlayarak....
Anadolu
Efsaneleri, Anadolu Tanrıları , Hey Koca Yurt
Cevat Şakir Kabağaçlı’nın deneme kitaplarından bazılarının
adlarıdır...Çocuklara yönelik kitapları da olan Cevat Şakir, İngilizce kitaplar
da yazmış ve onlarca kitabın dilimize tercümesini yapar...
Bir
hatırlatma olarak söyleyelim ki, üç yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum'da
tamamladıktan sonra ortamın yumuşamasıyla kalan cezasını İstanbul'da tamamlamıştır Cevat Şakir ama
sonrasında Bodrum’dan uzak
kalamayacaktır...
Neredeyse
yarım asır önce idam bile edilebilme ihtimaliyle İstiklal Mahkemesinde
yargılanan Cevat Şakir Kabaağaçlı 1971 yılında Devlet Kültür Armağanı’nı
aldığında da seksenli yaşlarındadır artık..
Halikarnas
Balıkçısı’nın yaşamındaki coşku ve abartı yazdıklarına da yansımıştır. Cevat
Şakir Kabaağaçlı’nın “Edebi
yönden kaleminin çok güçlü olmadığını”
söyleyen eleştirmenlere hak vermemek mümkün değil ancak o eleştirileri yapanlara şu yanıtı vermek de
bizim için bir borç;
“İnsana
,doğaya, denize ve denizle bütün bir
ömür boyunca bıçak sırtı bir dostluk ve düşmanlığı yaşayan balıkçıların
hayatlarına vurgun bir insan gibi önce
coşkusunu rehber edinmiştir yazdıklarında Halikarnas Balıkçısı, aklı,
kalemi ve edebi üslubu yerine…”
Aganta
Burina Burinata
isimli romanında Kalafat Ahmet
Usta’ya şunları söyletir Halikarnas
Balıkçısı;
“
İhmal edilen küçük bir çivi fena havada kayığın batmasına, içindekilerin
boğulmasına sebep olur.
Deniz
bu !
Kara değil ki aldırmayasın.
Ölenlerin
günahı boynuna kalır.
Deniz
sağlam ve temiz iş ister.”
Halikarnas
Balıkçısı, denizi ve deniz insanını öylesine idealize eder ki, zaman zaman
karada yaşayan insanları en hafif deyimle
ihmal etmekte bile sakınca görmez. ...
Azra
Erhat balıkçının büyük bir hareket ve
coşku içinde geçen yaşamında bambaşka ve çok özel bir yer tutar. Balıkçı’yla Sabahattin Eyüboğlu arasında her daim gizli bir rekabetin
yaşandığı iddia edilmiştir...
Yine
bu iddiaları, elçiye zeval olmaz misali
aktarırsak , aradaki rekabet çoğu zaman
Azra Erhat’a daha yakın olmak
için yapılmıştır ama hiçbir zaman sıradanlaşmadan, bayağılaşmadan....
Dolu dolu yaşanan günlerin, ayların, yılların
içine neler sığdırmaz ki Halikarnas
Balıkçısı. Yaşamının son yıllarında ülkesinin fahri turist elçisi olurken bir
yandan da rehberlik yapmaya devam eder. Balıkçı, kağıda kaleme aşina
olanlar gibi, içtenliği hesap kitaba
yeğleyen bütün insanlar gibi para pul işlerinden anlamayarak şiddetli geçim
sıkıntısı çekerken bile asla bundan gocunup yakınmaz.
Hayatının
tümünde binlerce fide dikerken, kitaplar yazarken, Bodrum’a, Ege’ye, Akdeniz’e
sevdalanırken ‘dünyalık yapmak’, bir punduna getirip hakettiğinin çok altında
bedellerle arsalar ve evler almak ve sonra bunları aldığının on katı, yüz katı
fiyatlarla satmak hiç aklına
gelmemiştir Cevat Şakir Kabaağaç’lının....
Hoş,
aklına gelmişse de yüreğine sözü geçmemiştir…
Oysa
, Bodrum’u Bodrum yapan isimlerin en önde gelenidir Cevat Şakir...
Halikarnas
Balıkçısı’na yönelik önemli eleştirilerden biri de daha çok ideolojiktir ve
çağı anlamaktan çok uzaktır...
Dünyadaki
bütün medeniyetlerin bir şekilde iç içe geçerek birbirinin devamı olduğunu
düşünen ve bunu tüm yazılarında yansıtan Balıkçı’yı Anadolu ve Türk
medeniyetini gölgede bıraktığını düşündükleri için belirli gruplar benimseyip
sevememiştir hiçbir zaman...
Oysa
balıkçı bütün bu medeniyetlerin toplamıdır …
Değerli
edebiyatçımız Selim İleri bir
gazetenin kitap ekinde Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, Anadolu Efsaneleri isimli
kitabının kapağından yola çıkarak O şimdi Yine Halikarnas Balıkçısı
isimli bir yazı yazar ve özetleyerek
aktarırsak kılıç gibi keskin cümlelerle anlamak isteyenlere şunları der;
“Belli
aydın bilgiçliği, Halikarnas Balıkçısı'nı, olumlu olumsuz okumuş geçinirken,
onun Anadolu'da birbirini bütünleyen tarihsel kesitlere gönül verişinden
habersizdir.
O
tehlikeli, yarım aydın için, Cevat Şakir, Homeros'un, destanların, Troya
savaşının, İon dünyasının yazarıdır. Olumlu karşılayanlar, bu toprağa ait
uygarlıkta, antikiteye yöneldiği için Balıkçı'yı benimserler.
Olumsuz
karşılayanlarsa, onun ince, duyarlı, coşkun kaleminden bize armağan sayfaları
tarihimizin düşmanı sanırlar.
Kırk
yıllık yazarlık çabamda, Halikarnas Balıkçısı gibi büyük bir şairden pek bir
şey, hiçbir şey anlaşılamadığını
yakalayarak utanç duydum. Bu anlamayıştan artık iğreniyorum..Nereden başlayayım
diyor Balıkçı, Anadolu'nun 'düzenli bir anlatışa hiç gelmeyen' uçşuz bucaksız
öyküsüne değinecekken. Anadolu Efsaneleri, İlyada'nın izini sürmekten gurur
duyar. Hektor'a kafa yormuş Fatih Sultan Mehmed'i ilk kez bu eserle öğrendim,
bu eserden öğrendim. Doğu'yu ve Batı'yı birleştirmek istemiş Fatih...
Haritamızın
her çizgisinde, toprakta, nehirde, dağda, gölde, derede, akarsuda bin yıllara
açılıp gitmiş Halikarnas Balıkçısı muhafazakârlarımıza hiçbir zaman dost
görünemedi.
Kimdi
muhafazakârlar, kimdi Cevat Şakir?
Bunun
irdelenmesi gerekiyor.
Kimin
edebiyatı Anadolu'yu daha çok seviyor?
Bunun
irdelenmesi gerekiyor.
Onun
eşsiz sayfalarıyla alay etmeye yeltenenler, bin yıldır esen yeli, çatlayan dalgayı,
uğultuyu, kuşun kanat çırpmasını işitemeyenler...
Onun
eserinde, şakırdayan et nalları, Meryem ve İsa, Osmanlı, Ege'de yitik mermer
heykeller, tanrılar, tanrıçalar, Hazret-i Peygamber!
Balıkçı
için hepsi hepsi hepsi çok değerliydi.
Şimdi
herkesten çok ona ihtiyacımız var!
Bundan
40 yıl önce , 1973 yılının güzünde, Ekim ayının ilk yarısındaki bir günde, İzmir’deki, o coşkulu selamını anlatan Merhaba Apartmanı’nda 87
yaşındayken aramızdan ayrılır Halikarnas Balıkçısı.
Vasiyeti
üzerine Bodrum’una tekrar kavuşarak verilir toprağa...
Ardında
bir koca yaşamın adandığı güzel ve çok çok çok anlamlı şeyler bırakır Cevat
Şakir, bakıp görmeyi bilenlere.
Bir
zamanlar Bodrum’da Halikarnas Balıkçısı’nın yaşadığını dahası Bodrum denen
ilçeyi Türkiye’ye ve dünyaya tanıttığını bilmeyenler ,
Bodrum
Kalesi’ni ‘taş yığını’,
şehrin
sokaklarında her şeye inat yaşamaya çalışan ve belki de bir kısmını balıkçının
diktiği ağaçları ‘ arabalarını park
etmelerine engel olan odun yığınları’
olarak görenler de varsa hala aramızda,
onlara
da Balıkçı’nın dediği gibi diyelim yine de : MERHABA....
Asıl
adı Musa
Cevat Şakir olan daha sonra Kabaağaçlı soyadını alan, yazılarında Karaağaçlıgil soyadını, Hüseyin Kenan, Musa
Cevat, imzalarını da dönem dönem kullanan Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı ,
Balıkçıyı, Halikarnas Balıkçısı’nı andık bu yazıda sevgi ve saygıyla...
Damıtılmış
rüzgarların
ve
denizden gelen karayellerin
naif
ve çok çalışkan,
aykırı
ama inanılmaz derecede sorumlu çocuğu
Cevat
Şakir Kabaağaçlı’nın,
Halikarnas
Balıkçısı’nın anısı önünde saygıyla…
(
murat örem / 15 ekim 2013 / ankara…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder