“Artık
demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule
giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç
yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda
kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare
gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı
hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada
sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez
ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir
çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir
çok seneler geçti; dönen yok seferinden...”
Yukarıdaki
“Sessiz
Gemi” başlıklı şiir her zaman çok okunmuştur...
Okunacaktır
da...
Çünkü
hakiki bir şiirdir...
Hakiki
bir şairin, büyük şiiridir...
Tarih,
bundan 55 yıl önce 1 Kasım’ı gösterdiğinde ,
Türk şiirinin en güçlü damarlarından olan Yahya Kemal Beyatlı da ‘sessiz gemiye’ binmişti...
Şiir
ve edebiyatta Yahya Kemal denince, akla
gelen ilk isim her zaman Ahmet Haşim olmuştur...
Oysa
bilenler bilir , iki usta şair ,
iki
apayrı şiir yataklarıdır...
Ahmet
Haşim , gelenekle bağları koparmak isteyerek yeni şiire ulaşmaya çalışırken Yahya Kemal, geleneğe sırtını dönmeden modern
şiiri yazmanın yollarını aramış bunu da “kökü mazide olan atileriz” mısralarıyla
tanımlamıştır...
Yahya
Kemal hayat felsefesi, şiirleri ve görüşleriyle Türkiye’nin batılılaşma serüveninde kendine
ait bir yerde durur hala. Dönemin koşullarında Avrupa’yı görüp tanımış, kendi
ülkesinin tarihsel kültürünü de üst düzeyde solumuş biridir Yahya Kemal.
Alper
Beşe’nin çok yerindeki
saptamasıyla söylersek, klasik kültürden modern olana geçerken
mutlaka uğranması gereken büyük bir limandır Yahya Kemal Beyatlı...
Yahya
Kemal 2 Aralık 1884’te, o zaman Osmanlı toprakları olan Üsküp’te doğar. Peynir
dilimleri misali gün gün kaybedilen imparatorluk topraklarında yaşanan
büyülü geçmiş Yahya Kemal’i bütün ömrü
boyunca takip edecektir...
Yıllar
sonra Açık Deniz şiirinde imparatorluğun toprak kaybettiği
dönemleri Balkan şehirlerinde geçerken
çocukluğum / Her lâhza bir alev gibi hasretti,
duyduğum… diyerek anlatan Yahya Kemal belki de bütün bir ömür
eski günlerin ihtişamının hatırlanması hatta yeniden yaratılması
için yazmıştır...
Genç
yaşında gittiği Paris de, Yahya Kemal’in hayatında Üsküp ve İstanbul’la
birlikte çok önemli olur. Paris’te “saf şiir”in temsilcilerini yakından
tanıyan Yahya Kemal divan şiirini yığma, yapay bir şiir olarak tanımlayacaktır
ilerleyen yıllarda...
Bestelenerek
daha da unutulmaz olan şiirinde İstanbul
için şunları da yazar Yahya Kemal Beyatlı:
Sana
dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm
oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade
bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice
revnaklı şehirler görülür dünyâda,
Lakin
efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır
derim, en hoş ve uzun rü'yâda
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende
yatan.
Şiirleri
kadar hayatı da ilgi çeken Yahya Kemal,
şair ve diplomat olmasına rağmen, sağlığında
tek bir kitap bile yayımlamaz...
Fransız
şairleri gibi içkiyi, bohemliği ve rindliği
sever ve dostlarıyla, edebiyatın müziğin olduğu sofralarda yaşar bunu.
Yahya
Kemal’in yemek yeme biçimindeki
özensizlik de bir gölge gibi kendisini takip etmiştir...
Yahya
Kemal deyince akla gelen bir başka şey de ‘bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir’ yani
‘bir
olayın söylentisi gerçeğinden daha etkilidir, baskındır, kötüdür ’
misalince Ankara’yla ilgili söylediği öne sürülen cümledir…
Kuşaktan
kuşağa yayılan tevatüre göre bir gün Yahya Kemal’e Ankara’nın en çok nesini sevdiği sorulmuş ve o da şu cevabı
vermiştir; Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü seviyorum…
“Ölüm
âsûde bahar ülkesidir, bir rinde!”
diyen Yahya Kemal, cihana bir daha gelmek
hayal edilse bile, buna pek de aldırmadan yaşamak gerektiğini düşünür daha çok…
Yahya
Kemal , ölümünden sonra şiirlerinin toplandığı
Kendi Gök Kubbemiz kitabında
çöküşüne birebir şahit olduğu imparatorluğun yarattığı medeniyeti
adeta ebedî kılmak ister.
“Süleymaniye’de Bayram Sabahı”
şiirinde, Malazgirt’ten Mohaç’a
at koşturan askerler, Niğbolu’dan, Varna’dan sesler, Tunus’tan,
Cezayir’den
esintiler vardır.
Tıpkı
;
“Bin
atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik..
Ak
tolgalı Beylerbeyi haykırdı; ilerle
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle….
diye
başlayan Akıncılar şiirinde olduğu gibi…
Hayatı
boyunca hiç evlenmeyen ve evi olmayan Yahya Kemal, son yıllarını İstanbul
Gümüşsuyundaki tarihi Park Otel’de geçirir...
Hastalık
nedeniyle 1957’de ameliyat olmak için bir kez daha Paris’e gider. Bir yıl
sonra, 1 Kasım 1958’de, tedavi gördüğü Cerrahpaşa Hastanesi’nde
herkesi bir yerlerde bekleyen o sessiz
geminin yolcusudur artık Yahya Kemal Beyatlı da..
Yahya Kemal bugün bile
hakkıyla tanımlanan üzerinde kitaplar yazılan biri olmamıştır...Türkiye’nin ideolojik kamplaşma
hastalığından payına düşeni alan biridir Yahya Kemal de...
Şairlerini yazarlarını
edebiyatçılarını düşünce insanlarını yumurta misali tokuşturmak, benim durduğum
yer senin durduğun yeri döver, benim ideolojim senin ideolojinden baskındır
cümleleri kurmak değildir aslolan...
Dünyada da , ülkemizde
de iyi edebiyatçılar, yazarlar, şairler ve vasat edebiyatçılar vardır...
Yahya Kemal değil vasat
olmak, ustaların ustası bir şairdir....
Ölümünün 55. yıldönümünde Türk şiirinin en güçlü damarlarından olan Yahya Kemal Beyatlı’yı bu cümleler ve yazıyla anmak da bizim için onurdur....
Edebiyat ve düşünce rüzgarınız
daim,
pusulanız nitelikli
şiiriniz de hakiki ve
bol olsun...
( murat örem / 1 kasım 2013 /
ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder