Attila İlhan’ın çok
yerinde tanımıyla söylersek ;
Yarım Kalmış Türkü dür Sevgi Soysal...
22 kasım 1976’da öldüğünde
yalnızca 40 yaşındadır...
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Ankara’daki Selanik
Caddesi ile Yenişehir semtinde geçiren Sevgi Soysal için Ankara, beraber
büyüdüğü çocukluk arkadaşı’dır...
Erdal Doğan,
Sevgi Soysal; Yaşasaydı Aşık
Olurdum
isimli kitabının bir yerinde
şunları yazar ;
“Sevgi Soysal,
başkenti
anlattıkça hayatını,
hayatını
anlattıkça
başkentin
kırılma noktalarını görecek,
Türk
edebiyatında
bu
bozkır şehrine farklı bir sayfa açacaktır.
Onun
çocukluk yılları
bir
anlamda
başkent
Ankara’nın da
çocukluk
yılları sayılır…
Sevgi
Soysal’ın çok erken yaşta kaybettiği annesiyle arasında farklı bir ilişki hatta
rekabet vardır...Gariptir ki , 37 yaşında kanserden ölen annesinden yalnızca üç
yıl fazla yaşayarak 40 yaşında annesi
gibi kanserden ölecektir Sevgi Soysal da...
TRT
Ankara Radyosunun koridorlarına da sesi, varlığı ve emekleri
sinen Sevgi Soysal “Arkası Yarın” ve “Çocuk
Bahçesi” programları için edebiyat uyarlamaları da yapmıştır ...
Yaşadığı sürece toplumla, siyasî otoriteyle , edebiyat dünyasıyla hatta hatta
kendisiyle savaşmaktan usanmayan Sevgi Soysal için 1975 sonbaharında açılan
cephe çok daha sinsidir ;
Kanser...
Yurtdışı dahil yaklaşık bir yıllık tedavi
çabalarından sonra Sevgi Soysal ölümünden bir gün önce İstanbul’a getirilir....
Annesi gibi genç ölmekten korkan ve yakın çevresine
sık sık
“Benim annem
37 yaşında kanserden öldü,
ben de kırkıma gelmeden
öleceğim.”
diyen Sevgi Soysal,
22 Kasım 1976’da öldüğünde 40 yaşındadır....
Kardeşi Duygu Aykal da kanserden öldüğünde yıl 1988'dir ve Duygu Aykal 45 yaşındadır...
Aradan yıllar geçecek Sevgi Soysal'ın bir başka kardeşi mimar Kaya Yenen de 2004 yılı temmuzunda hızlı tren kazasında kaybedecektir hayatını....
Kardeşi Duygu Aykal da kanserden öldüğünde yıl 1988'dir ve Duygu Aykal 45 yaşındadır...
Aradan yıllar geçecek Sevgi Soysal'ın bir başka kardeşi mimar Kaya Yenen de 2004 yılı temmuzunda hızlı tren kazasında kaybedecektir hayatını....
Aşağıda okuyacağınız uzun yazı
Hacettepe Üniversitesi Öğretim
Üyesi Sibel Hatipoğlu’nun da
çok değerli katkılarıyla 2010 yılında hazırlanmıştır....
Ölümünün 37. yılında “yarım kalan türkü” Sevgi Soysal’ı saygıyla hatırlayarak ve
anarak....
( murat örem / 18 kasım 2013 /
ankara...)
**********
sevgi soysal ;
“yarım kalan türkü....”
Sevgi Soysal , tanık
olduğu olayları, buhranlı yılları, toplumsal değişmeyi ve hızlı değişimin
ortasında kadın olmayı, insan
gerçeğini de hiç unutmadan anlatmış bir usta kalemdir...
Başkent Ankara’yı fazla fazla anlatan yazarların başında gelmiştir...
Murat Belge Sevgi Soysal’ın ölümünün hemen ardından 1976
tarihli yazısında şunları der;
“ Her yazdığı, bir öncekinden
çözülmemiş kalanı çözüyor, ama aynı zamanda, kendine ve edebiyatımıza, yeni,
henüz çözülmemiş sorular soruyor.
Mükemmeli amaçlayacak kadar
cesurdu, çünkü Sevgi, imgelemenin, bugün için bilinemeyene doğru uzanan
uçlarını, yapay ‘edebî’ çözümlemelere bağlamıyordu.
Bu nedenle kendi içinde
dehşetli tutarlı olduğu ve sürekli geliştiği halde, açık bir çizgiydi Sevgi
Soysal’ın çizgisi...
Bu çizgi dosdoğru hayatın içine
akıyordu…
Sevgi Soysal’ın başarısı,
cesaretinden, dürüstlüğünden ve zekasından ileri geliyordu.”
1936 İstanbul Bakırköy
doğumlu Sevgi Soysal, altı çocuklu Mithat ve Aliye Yenen çiftinin
üçüncü çocuğudur. 1924 yılında Türkiye ile Yunanistan arasındaki mübadele / karşılıklı nüfus değişimi
sonucu ailesiyle beraber İstanbul’a gelen
Selanik kökenli baba Mithat Yenen, İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten
sonra eğitim için Almanya’ya giderek Mimarî ve Şehircilik Bölümü’nde eğitim
görür...Mithat Yenen öğrenciliği sırasında tanıştığı ve sonradan Aliye adını alarak Türk vatandaşlığına
geçen Alman Anneliese Rupp ile
evlenir. Sıkıntılı günlerin ardından Mithat Yenen’in okulu biter ama bu kez de
II. Dünya Savaşı’nın ve Hitler’in ayak sesleri duyulur... Almanya yaklaşan
savaşa hazırlık yaparken hızla silahlanır... Mithat ve Aliye Yenen 1935 yılında
Almanya’dan önce İstanbul’a gelir....Mithat Yenen’in Şehircilik
Uzmanı olarak atanmasıyla Sevgi Soysal ve ailesi için Ankara yılları başlar
.
Sevgi
Soysal’ın kişiliğinin ve yazarlığının
biçimlenmesinde anne babası çok etkili
olur. Baba Mithat Yenen’in öne çıkan yanlarından biri de alaycı, sarkastik ve ironik tarafıdır.
Mithat
Bey, sakarlığı sebebiyle “Sipsi” diye takıldığı kızı Sevgi’yi
de sarakaya alır yaşadığı dönemde...
Sevgi
Soysal’ın annesiyle arasındaki farklı
bağ zaman içinde öne çıkar...Babasından bile kıskandığı annesine daima
kendisini beğendirip kanıtlamaya
hatta yarışıp galip gelmeye çabalar
çocuk ve genç Sevgi.... Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabında
anlattığı gibi, her gün yapılacak işler konusunda öz disiplin kazanmasında
Alman geleneğinden gelen annesinin büyük
payı vardır...
Öğrenime
Ankara’da başlayan Sevgi Soysal, liseye de dönemin güçlü okulu Ankara
Kız Lisesi’nde devam eder. Soysal’ın alaycı ve muzip yanı
öğrenciliğinde de başına dertler açar ve okuldan kısa süreli uzaklaştırmalar
yaşar.
Hayat
sanki tehlikelerin farkına varmak istemediği,
sınırların
habire zorlandığı bir oyundur Sevgi
Soysal için
daha o yıllardan..
Yüksek
öğrenimine Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki arkeoloji bölümünde devam eder Sevgi
Soysal.
Varoluşçuluk
ve avantgarde
tartışmalarının öne çıktığı üniversite
dönemi, Sevgi Soysal’ın öykücülüğünün kuramsal alt yapısını da hazırlar bir
anlamda...
Sevgi
Soysal üniversitede İngiliz Filolojisi Bölümünde okuyan ve arkeolojiden de
dersler alan Özdemir Nutku ile tanışır. Tiyatro teorisi denince Türkiye’nin
akla gelen ilk isimlerinden olan Profesör Özdemir Nutku, o dönemde şiir yazan,
çeviriler yapan, verdiği piyano konserleriyle dikkat çeken biridir.
Sevgi
Soysal, Özdemir Nutku ile adım attığı edebiyat ve sanat çevresi içinde Orhan
Duru, Ferit Edgü, Demir Özlü, Erdal Öz ve Ahmet Oktay gibi pek çok isimle arkadaşlık kurar...
Sevgi
ile Özdemir bir çok Ankaralının içini titreten
ve artık yerinde yeller esen Piknik’te buluşurlar...Kızılay’daki
Tuna Caddesi’nin girişinde bulunan Piknik ayakta bira içilen masaları,
şarküteri büfesi, camlı vitrin terasıyla Ankara’nın efsane yerlerindendir...
Özdemir
Nutku 24, Sevgi Soysal 19 yaşındayken evlenme kararı alırlar. Bu karar ailelerinin tepkisiyle
karşılaşır...Evlenmelerinden bir yıl sonra Özdemir Nutku’ya burs verilince
Almanya’ya giderler. Üniversiteyi yarıda
bırakan Sevgi Soysal, Özdemir Nutku ile beraber Almanya’da bir süre tiyatro
derslerini takip ederse de yaşadığı zor hamilelik nedeniyle Türkiye’ye dönmek zorunda kalır..
Çocukları
olduğunda daha büyük bir zorluğa göğüs germeleri gerekecektir çünkü Korkut
adını verdikleri çocukları otistiktir....
Türkiye’ye
dönüşte Alman Büyükelçiliği’nde
çalışmaya başlayan Sevgi Soysal Özdemir
Nutku’nun 1961’de Erdal Öz ve Ümit Serdaroğlu ile çıkardığı Değişim dergisine yazılar yazar.
Özdemir Nutku daha çok Attila İlhan’la özdeşleşen Son
Mavi adlı derginin yöneticiliğini yapmıştır. Sevgi Soysal bu dergiyi
uzaktan izlemekle yetinmiş, yazar kadrosuna dahil olmayı düşünmemiştir ama Değişim dergisiyle yazmaya başlar....
Sevgi Soysal’ın
Değişim’le başlayan çıkışını Dost,
Yelken, Ataç, Yeditepe dergilerinde yayımladığı yazıları ve çevirileri
takip eder. Max Frisch’in Andorra
ve Franz Kafka’nın Mezar
Bekçisi adlı oyunları Soysal’ın bu dönemde çevirdiği
eserlerdendir...
Sevgi Soysal 1962
yılında ilk öykü kitabı Tutkulu Perçem i yazar... Yalnızlık,
bunalım, sıkıntı, yabancılaşma ve kaçış gibi marazi duygulanmaları içeren Tutkulu Perçem’de Jean-Paul Sartre, Albert Camus ve Simone de
Beauvoir gibi yazarların da
başını çektiği ve dünyayı kasıp kavuran varoluşçu-nihilist etkiler ağır
basmıştır.
Sevgi Soysal’a ilk
eleştiri, baba Mithat Yenen’den gelir ve “ ishal olmuş gibi yazıyor” der kızı
için ....İlk öykü kitabına, edebiyat dünyası da mesafeli yaklaşır. Atilla
Özkırımlı ve Selim İleri gibi isimler daha olumlu ifadeler kullansalar
da öyküleme
noktasında eksikler bulmuşlardır....
Selim İleri 1977
tarihli yazısında bu eksikliği şöyle dile getirir:
“Tutkulu
Perçem, gerçekte, bir dil ustalığını, çağrışım zenginliklerini, ‘saçma’ya varan bakış açısını içerir. Kişi
benliğini sorguya çekmektedir. Benlik, kişiyi yenip öne çıkmak istedikçe dilin
gücüyle çağrışımların yaratacağı gülmece, onu alt eder; benlik, hiçlikle
eşdeğerdedir böylelikle.(…) Tutkulu Perçem öyküleme sorununa pek eğilmemiş bir
yapıttır. Hatta anlatma, çoğu yerde yazarın duygulanmalarıyla ezilir, ufalanır
...
Sevgi
Soysal hakkında Bir Sevgi’nin Öyküsü adlı kitabı yazan Mümtaz İdil gibi isimler de
Tutkulu Perçem’e öyküleme sorunundan çok feminist açıdan
yaklaşmışlar ve Tutkulu Perçem’deki hikâyeleri kısmen
feminist yaklaşımla ele alınan ezik kadın tipinin dünyaya bir başkaldırısı
olarak nitelendirmişlerdir...
Tutkulu Perçem’le
yazarlığa yürüyen Sevgi Soysal’ı iş ve özel hayatında da vedalar ve yeni başlangıçlar
beklemektedir..
Adalet Ağaoğlu, Mahir Canova,
Kartal Tibet, Üner İlsever ve Çetin Köroğlu gibi
önemli isimlerin kurucusu olduğu Ankara’nın ilk özel tiyatrosu Meydan
Sahnesi’nde Haldun Dormen’in sahneye koyduğu Zafer Madalyası adlı
eserle oyunculuk dünyasına adım atan Sevgi Soysal, Başar Sabuncu adlı genç tiyatro
yazarı ve oyuncusuyla beraber rol alır...
Eşi Özdemir Nutku ile
1964 yılında şiddetli geçimsizlik nedeniyle ayrılan Sevgi Soysal, ikinci evliliğini aynı sahneyi
paylaştığı dönemde kendisinden yaşça küçük olan ve yıllar sonra Türk sineması
ve tiyatrosunun en verimli yönetmenlerinden biri olarak öne çıkacak Başar
Sabuncu ile yapacaktır.
öykülerindeki kadınlar gibi hep
sevgi arayan,
sevilmeyi bekleyen Sevgi
Soysal’ın
ikinci evliliği de uzun
sürmez....
1964 yılında TRT
Merkez Program Daire Başkanlığına getirilen Turgut Özakman’ın
teklifiyle TRT’de program sorumlusu olarak çalışmaya başlar Sevgi Soysal...
Bugün bile bir çok
kuşağın anılarında çok anlamlı yere sahip olan “Arkası Yarın” ve “Çocuk
Bahçesi” programları için edebiyattan uyarlamalar yapar Sevgi Soysal...
“Venüslü Kadınlar” adlı
oyunu da bu dönemin meyvesidir. 1968’de Sevgi Sabuncu imzasıyla çıkar
okurun karşısına...Kitabın adı Tante
Rosa dır ve Rosa Teyze
anlamına gelir...
14
hikâyeden oluşan, teyzesi, anneannesi hatta kendisini anlatan bu kitap Sevgi Soysal’ın annesi Aliye Yenen’in
çevirisi ve Selçuk Demirel’in çizimleriyle Almanya’da yayımlandığı gibi, yıllar
sonra Işıl Özgentürk’ün senaristliği ve yönetmenliğiyle “Seni Seviyorum Tante Rosa” adlı
filme de konu olacaktır.
Sevgi
Soysal, Mümtaz İdil’in kitabında da yer alan Adnan Binyazar ile yaptığı bir konuşmada bu kitabı niçin
yazdığını ve kendisi için ne anlama geldiğini şöyle ifade etmiştir :
“O büyük
annemden başlayıp bende biten çizgidir… Ama ben Tante Rosa’yı bana miras kalan
birkaç duyguyu, düşünceyi yaygınlaştırmak için yazmadım. Bütün bunları
unutmuşum. Bu anılardan korku, utanma ve övünmelerden yıllar sonra, kendimi çok
beceriksiz, varlığımı anlamsız, hiçbir şeyi gerçekleştirememiş bulduğum bir
anda Tante Rosa’yı yazmaya başladım”
Sevgi Soysal’ın
TRT yıllarında kaleme aldığı bir
diğer eseri de Yürümek adını
taşır... 1970 yılında yayımlanan ve “TRT Roman Ödülleri”
yarışmasında Fakir Baykurt, Tarık
Buğra, Abbas Sayar ve Oğuz Atay’la birlikte Başarı Ödülü’nü paylaşan Yürümek eseri de Tante Rosa gibi Sevgi Soysal’ın
yaşamından ve çevresinden izler taşır.
Romanın baş kişileri, Sevgi Soysal’ın TRT’den yakın arkadaşı olan ve Reşat Nuri Güntekin’in kızı Elâ
Gültekin’le, Elâ’nın tiyatro
yapan nişanlısı Mehmet Keskinoğlu’dur.
Sevgi Soysal romanına dahil ettiği yakın arkadaşları Elâ ve Mehmet’in
isimlerini değiştirmek gerekliliğini bile duymamıştır ve bu durum yeni
kırgınlıkların habercisidir. Sevgi Soysal bu yazdıklarında da yine kendini
anlatmaktadır...
Sevgi
Soysal’ın yakın arkadaşı olan Adalet
Ağaoğlu bu gerçeği Damla
Damla Günler kitabında şöyle yazar :
“Sevgi’nin
TRT yarışmasına gönderdiği Yürümek romanını çok sevdim. İlk romanı. Yazarı
tanımak bazen çok iyi, bazen çok kötü. Tanıyınca, kitabı okurken: ‘Aa, bence
burada Başar’ı yazmış!’ diyebiliyorsun. Baş kişisinin adı Elâ. İşimiz
dolaysıyla yakın arkadaşımız Elâ Güntekin’in adını kullanmış, ama ben durmadan:
‘Hadi canım Sevgi, bu adın arkasına ne kadar saklansan nafile, kendini
anlatıyorsun işte’ deyip durdum ...
Yürümek kitabının ilk
baskısının kapağında Sevgi Soysal’ın
gözlüklü fotoğrafını gören Selim İleri de “Romanın kahramanı Elâ mı, yoksa
Sevgi mi?” diye muzipçe sormaktan kendisini alamaz....
Yürümek romanının içeriği de büyük tartışmalara sebep olur.
Sevgi Soysal, o güne dek sadece üstü kapalı biçimlerde kaleme alınan cinsellik
gerçeğine alışılmamış bir üslup ve
ustalıkla yaklaşarak odak noktasına oturtmuştur.
Gülten Akın, 1977 tarihli yazısında bu
tavrı şöyle değerlendirir:
“Türk
romanında sanırım ilk kez bu denli gözü peklikle işlendi bu konu. Gözü peklik
bilimsel bir tavırla besleniyordu. İçtenlikli ve dürüsttü yazar. Çeşitli
çevrelerin, kişilerin cinsel anlayışını, tavırlarını sergiliyordu ....
Toplumun önce içten içe
sonrasında da açık açık kaynamaya başladığı 1970’lerin çalkantılı zamanlarında
yayınlanan Yürümek romanı bu dönemde bir
de yargılanma süreci yaşar....Sevgi Soysal hakkında kamu davası açılır ama suçlamalar
düşer....
İlk roman denemesi
etrafındaki yıpratıcı tartışmalar, hapislik günleri derken ikinci eşi Başar
Sabuncu’dan da ayrılır Sevgi Soysal...
Bir röportaj için gittiği Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde üçüncü
eşi olacak Prof. Dr. Mümtaz Soysal ile tanışır... Adalet Ağaoğlu’na göre
Sevgi Soysal ilk tanışmalarından itibaren Mümtaz Soysal’dan etkilenmiştir ancak
siyasi olaylar ve hapislik günleri nedeniyle evlilik birkaç yıl sonraya
sarkmıştır...
Tutukluluk dönemi
sonrası TRT de çalışma şansı kalmaz Sevgi Soysal’ın... Haldun Simavi ve Altan
Öymen’in girişimleriyle kurulan ANKA Haber Ajansı ile tanışır.
Kızılay’daki tarihi gökdelen binasında bulunan ANKA, 12 Mart 1971
sonrasında kamu kuruluşlarında çalışma
şansını kaybeden isimlerin bir araya
geldiği adres olmuştur. Soysal’ın ANKA’da çalıştığı dönemde Mümtaz Soysal
tutukludur ve Sevgi, Mümtaz Soysal’ı
ziyarete gitmektedir. Sonrasında Mümtaz Soysal dışarı çıkarken bu kez Sevgi
ikinci kez Yıldırım Bölge’de tutukluk günleri yaşayacaktır...
Bütün yaşananlara
rağmen Sevgi Soysal, Mümtaz Soysal ile
1971’de Mamak Cezaevi’ndeyken
evlenir. Mümtaz Soysal’la
evlenerek teyzesi Rosa’nın makûs
talihini kırdığını düşünen Sevgi Soysal için hiç değilse duygu
dünyasındaki vedalar ve ayrılıklar ömrünün sonuna dek bitmiştir.
Hapislik hayatı özel
yaşamındaki yeni başlangıçları ve evliliğini engelleyemediği gibi yeni eserler
kaleme almasını da önleyemez Sevgi Soysal’ın.... 1973 yılında yayımlanan ikinci
romanı Yenişehir’de bir Öğle Vakti
ve hapislik anılarını topladığı Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu adlı
eserleri bu zor döneminin eserleridir
Sevgi Soysal’ın....
Sevgi Soysal’ın ikinci romanı olan Yenişehir’de Bir Öğle Vakti de diğer
eserleri gibi yaşanmışlığa dayanır ve ailesinden, kendinden, çevresinden izler taşır.... Romandaki baskın
kişilerden biri olan Selanikli İzzeddin Efendi’nin oğlu Necip
Bey Sevgi Soysal’ın babasından yola çıkarak çizdiği bir tiptir. Romanın
kilit noktalarından biri olan ve o dönem Ankara’sının seçkin insanlarının
yaşadığı Yenişehir semtinde Sevgi Soysal’ın
çocukluğu ve genç kızlığı geçmiştir. Yine romandaki Piknik adlı mekân dönemin
meşhur uğrak yerlerinden biri olarak uzun yıllar Sevgi Soysal ve arkadaşlarını
ağırlamıştır.
Romanda olaylar zinciri
insanların farkında bile olmadığı bir kavak ağacının sallanmasıyla başlar ve
farklı farklı hayatlara misafir olunarak ağacın yıkıldığı ana kadar sürer.
Kavak ağacıyla maskelenen simgesel anlatımın altında vurgulanan asıl mesele
uyum sorunudur.
Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, içerik
ve anlatım açısından başarılı bulunurken roman tekniği açısından zayıf olarak
tanımlanır...Türk Edebiyat Tarihi’nin en çalışkan isimlerinden ve artık
aramızda olmayan Fethi Naci, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ni küçük burjuvaziyi
anlatan başarılı bir roman olarak gördüğünü belirttikten sonra ”Sevgi Soysal için asıl olan ‘roman
yazmak’ değil, söylemek istediklerini okurlara iletmek: Arkadaş, Ankara’da işte
bunlar, bunlar, bunlar yaşıyor; işte bunlar, bunlar, bunlar oluyor! Aç gözünü
de gör! Romanın başarısı da buradan geliyor, başarısızlığı da.” demiştir...
Sevgi Soysal, 1975’te
son romanı Şafak’ı yayınlar... Şafak,
sürgün günlerinin ve baskıcı, işkenceli, acılı , savrulmalı 12 Mart Muhtırası döneminin
romanıdır. 12 Mart’ın yaşattıkları, bireyler ve toplum üzerinde bıraktığı
yıkıcı etkiler Şafak gibi pek çok romana konu olmuş ve bu romanlar, edebiyat
dünyasında “12 Mart romanları” sınıflandırmasıyla tanımlanmıştır...
1976
yılında Sevgi Soysal’ın son öykü
kitabı olan Barış Adlı Bir Çocuk
yayımlanır. Soysal, Şafak gibi Barış Adlı Bir Çocuk’ta da yazarlığını başka
ufuklara taşır. Öykülerinde teknik açıdan dikkatsiz ve özensiz olmakla
eleştirilen Sevgi Soysal, son öykü
kitabıyla bu eleştirilerin de kısmen önünü kesmiştir...
Ancak
eleştiriler tam anlamıyla bitmez. Attilâ
İlhan’ın da aralarında bulunduğu bazı isimler ‘yazdıkları arasında uçurumlar var’ diye tanımlar Sevgi Soysal’ı...
Sevgi
Soysal arkadaşı Attilâ İlhan’a yazdığı bir mektupta eleştirilere her zamanki öz
güveniyle muhataplarını da inceden inceye alaya alarak cevap verir ve şunu der:
Bana
sorarsan ben ilk günden beri yazdıklarımda, hiç de öylesi uçurumlar bulamıyorum
bir türlü. Eh elbet kimse saymıyor yerinde, hayatta üç koca değiştirip, kanser
de olabildiğime göre, Kızılay anıtı gibi, düşündüklerimi hep aynı taşa yontacak
değilim ya ...
Sevgi
Soysal hayatının son dönemlerine doğru Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde yazmaya
başlar. Bu yazıları ölümünden sonra Bakmak
adlı kitapta bir araya getirilecektir.
Sevgi
Soysal
1973 yılından itibaren kadınların
olduğu hemen her eylemde gazeteci ya da konuşmacı olarak yer alır... Attilâ
İlhan, Sevgi Soysal’ı
“Heyecanla yapılmış zorunlu solculuk
hareketlerini desteklemeye çalışıyorsun. Bunların bir kısmı provokasyon
hareketleri, yeni bir darbe hazırlanıyor, bunun tertipleri, dikkatli ol” diye uyarmak ihtiyacı duymuştur.
Bu uyarılar 12 Eylül 1980’de gerçeğe
dönüşecektir...
Yasakların
ve baskıların sınırlarını zorlamak ve kendince tavırlar geliştirmek Sevgi Soysal’ın çocukluktan itibaren seçtiği bir yoldur... Sevgi Soysal üzerine
tez hazırlayan Sefa
Yüce’nin, Sevgi Soysal’ın arkadaşı Varlık
Özmenek’le yaptığı görüşmede , yaşanmış bir olay öne çıkar. Varlık Özmenek’in anlattığına göre
12 Mart döneminde kırmızı ışıkta geçtiği için Sevgi Soysal’a para cezası
kesilince Soysal, cebinden 50 lira çıkararak cezayı öder. O dönemde kırmızı
ışıkta geçmenin cezası 5 liradır. Görevli
paranın üstünü geri vermek ister. Sevgi Soysal ise daha önce yedi kere
daha kırmızı ışık ihlali yaptığını söyleyerek paranın üstünü almaz...
Sevgi
Soysal, siyasi koşturmacının yanında yazmaya, üretmeye ve sürekli kendisini
yenileyerek başka başka kulvarlarda şansını denemeye devam eder .
Koreografisini kardeşi Duygu Aykal’ın
yaptığı Oluşum balesi de bu
denemelerden biridir. Toplumla, siyasî güçlerle, edebiyat dünyasıyla hatta
kendisiyle savaşmaktan usanmayan Sevgi Soysal için 1975 sonbaharında yeni bir
karşı cephe daha açılmıştır ve alışılmış
olandan daha da ısrarlıdır :
Kanser.
Meme
kisti için yatırıldığı hastaneden bir memesi
alınmış olarak taburcu edilmesi zorlu yolun başlangıcıdır Sevgi Soysal
için.
Sevgi
kanserdir ve tedavi için de geç kalınmıştır. 1976 yılında bir ameliyat daha
geçiren Sevgi Soysal, ardından eşi Mümtaz Soysal’la beraber Londra’ya gider.
Hastalığı
hızla ilerlemektedir ancak Sevgi Soysal, Londra’da bulunduğu sırada da yazmaya
devam ederek Hoş Geldin Ölüm demektedir artık.
Yakın
dostu Attilâ İlhan, Sevgi Soysal’ın bu günlerde verdiği savaşı ve kendi ölümünü
bile nasıl planladığını Zeynep Aliye’ye
verdiği bir röportajda şöyle anlatır:
“Hastalıkla karşılaştığı zaman gösterdiği
cesaret inanılmaz. Kanser olduğu kesinleştikten sonraki gün sanıyorum geldi.
‘Attilâ gel, ölümümü örgütleyelim’ dedi. Oturduk, önünde kalan zaman içinde
neler yapabileceğini tasarladık. Ve onları yapabilmek için büyük bir gayretle
çalıştı. Hoş Geldin Ölüm’ü yazmaya başladı. Bir hayli de yazdı. Sonra ne
yazacaktı, nasıl bitirecekti bilmiyorum. Kanser gibi önemli bir hastalığın uç
vermesinden sonra her insanın davranış biçimi değişiyor. Sevgi’de zalim bir
hiciv, mizah durumu çıktı ortaya. Sonra Londra. Oradan bana mektup yazıyordu. İngilizce
öğrenmeye çalıştığını, Londra’yı dolaştığını falan anlatıyordu. Yani çok sıkı
durdu, ayakta öldü diyebilirim. O tarafı bir harikaydı. Mesela sürekli ölüme
dair espriler yapıyordu. Espriler çok acıydı, hepsinde de zalim bir neşe vardı…
Benim hissim, türküsünün yarım kaldığıdır...
Sevgi
Soysal’ın, Attilâ İlhan’a yazdıkları da ölüm karşısındaki duruşu hakkında fikir
verecek düzeyededir...Şunları demiştir Sefa Yüce’nin tezinde de yer aldığı
haliyle Sevgi Soysal , Attila İlhan’a yazdıklarında:
“Ankara’da
neredeyse gerçekleşecek olan cenaze törenimden bir an önce sıyırayım derken,
yanıma ala ala beş kitap almıştım. İki ciltlik ‘Sosyalist Düşünce Tarihi’,
Wilhelm Reich’in ‘Dinle Küçük Adam’ı, Yakup Kadri’nin ‘Politikada 45 Yıl’ı, bir
de senin ‘Hangi Batı’n .
Bu sonuncusunun yanımda
oluşunun önemli bir yararı var; şimdi bu mektubu yazarken resmini karşıma
koydum. Böylece, Ankara’daki candan sohbetlerimizin havasına girerim ha!
Londra’daki, Mümtaz’ın eski öğrencileri de, İngiliz usulü cenaze törenine heveslendilerse
de, hevesleri kursaklarında kaldı. Havaalanında beni sedye ile bekler bir
hâlleri vardı çünkü ...
Sevgi
Soysal için Londra’da da yapılacak bir şey kalmayınca ölümünden bir gün önce
İstanbul’a getirilir.... Hep annesi gibi genç ölmekten korkan ve yakın
çevresine sık sık “Benim annem 37
yaşında kanserden öldü, ben de kırkıma gelmeden öleceğim.” diyen
Sevgi Soysal, 22 Kasım 1976’da, henüz
kırk yaşındayken , Attila İlhan’ın deyimiyle
dudaklarında yarım kalan türküsüyle geride kalanlara hoşçakalın der....
Şu
cümleler de Sevgi Soysal’dan okurlarına kalır ;
"eğer
ölüm varsa, daha güzel bir hayatın, daha uygar insanların, daha insanca
kuracakları bir hayatın gerçeği için vardır. yoksa ölüm, insanlar arasındaki
kavgayı, bir insan ömrü içinde aşamadıkları sevgisizliği, çirkinliği daha kötü
bir dünyaya aktarmak için değildir."
( sibel hatipoğlu’nun çok
değerli katkılarıyla...)
(
murat örem / 2010-2013 / ankara )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder