Üç yıl önce 28
Kasım 2010’da ajanslara düşen
haber hayatında tek bir kez bile o tarihi binanın içinden geçen insanların çoğunun yüreğini
cız ettirdi...
İstanbul’un, Türkiye'nin hatta dünyanın en kendine
özgü yapılarından olan, içi dışıyla ayrı bir güzelliğin nişanesi Haydarpaşa
Garı bir kez daha çıtır çıtır, çatır çatır yanıyordu çünkü...
Yalıtım işi yapılırken olanlar olmuş (!) alevler sarmıştı ortalığı... Çatıdaki ağır
tahribatı saymazsak bir süre sonra
alevler kontrol altına alındı ve tarihi bina tümüyle yanmaktan kurtuldu...
Haydarpaşa Garı’nın ilk
çilesi değildi bu...
Daha on yıllıkken 1917
yılındaki büyük sabotajın dışında 1979 yılının
yine Kasım ayında yaşanan tanker
faciasında da bütün vitrayları, pencereleri
tuzla buz olmuştu Haydarpaşa Garının...
Tanıyanların, İstanbul’un
ulaşım tarihinin ayaklı bilgi hazinesi diye tanımladığı İbrahim Akın Kurtoğlu;
İstanbul’u Temelinden Sarsan Gece ; 15 Kasım 1979
başlıklı, tarihe not düşen yazısının farklı yerlerinde,
34 yıl yaşanmış o hadiseyi şöyle anlatıyor...
“İstanbul’da 15 Kasım gecesi sabaha karşı, derin uykularımızdan adeta
evin duvarlarını zangırdatacak kadar şiddetli bir patlamayla uyandık.(...)
Türkiye’nin içinde bulunduğu o buhranlı dönemin klâsik ve kanıksanmış terör
patlamalarından biri zannedildi.
(...)Ama o geceki patlama öylesine şiddetliydi ki, yataklarımızdan
fırlamamızla birlikte camlara koşmamız bir oldu. (..) Camları açıp dışarı
bakmamızla birlikte, hâlâ gözlerimin önüne gelen o eşi bulunmaz görüntüyle
karşı karşıya kaldık.(..) Gök resmen alev alev yanıyordu!!!
(..) Patlamanın şiddetiyle havalanan on binlerce kuş, daha seher vakti
gelmeden hareketlenmişlerdi ve oradan oraya boş boş uçup daireler çiziyorlar,
hiçbir yere konmuyorlardı.(..)
Camlardan dışarıya bakarken, birden ikinci ve ilkini aratmayacak şiddette
bir patlama daha oldu. Havada çok çok kuvvetli bir flaş yandı ve söndü
sanki!...
Evin bütün camları macunlarına kadar zangırdadı!... On saniye öncesine
kadar karşılıklı pencerelerden birbirlerine muallâktaki bu ilginç olay hakkında
yorumlar yapan mahalle sâkinlerinden hiçbirinin kafası görünmez oldu birden
camlarda... Herkes içeriye kaçtı korku ve endişeyle...
Yeniden ışıklar söndürüldü...
Radyonun sabah ajansı ilk haber olarak şunu geçti:
“İstanbul Haydarpaşa
açıklarında yabancı uyruklu iki yük gemisinin çarpışıp infilâk ettiği, olayla
ilgili detaylı bir haber alınamadığı, çok miktarda ölü ve yaralı
olabileceğinden endişe edildiği...”
Sabaha karşı yaşanan kaza
öylesine şiddetliydi ki çarpışmanın ardından Haydarpaşa Garı’nın
tarihî değerdeki rengârenk vitrayları dahil özellikle anadolu yakasındaki
yüzlerce evin camları tuzla buz olmuş, denize binlerce ton petrol sızmış,
çarpışmanın ilk anında tankerlerdeki mürettebattan onlarca can kaybı yaşanmış ve yangın için için alev alev olmak üzere neredeyse bir aydan fazla sürmüştü...
Yangın söndükten sonra da
çarpışan tankerlerin kalıntıları boğazın anadolu yakası açıklarında senelerce
durmuş, taa 1990 lara kadar yolu bir şekilde İstanbul’a düşenlere o
günleri hatırlatmaya devam etmişti...
Ben mesela 1985’teki
üniversite öğrenciliğim için gittiğim İstanbul’da denizin içindeki ölmüş
balinalara benzeyen pastan sararmış ve kararmış tanker cesetlerini
gören şanslı (!) kuşaktan
olmuştum...
34 yıl önce yaşanan bu
facia da dahil olmak üzere olayın öncesindeki ve sonrasındaki yıllarda
özellikle İstanbul boğazında kazalar hep oldu...
Yazının başında da
değindiğimiz gibi araya yakın zamanda yaşanan Haydarpaşa Garı restorasyonu
sırasında çıkan yangın bile
sıkıştı...(!)
Hatırlayanlar çıkacaktır,
bir çok Yeşilçam filminde
Haydarpaşa Garının hiç olmazsa merdivenleri yansımıştır kameradan...
Bir yerden bir yerlere
gidip gelen insanların yüzündeki bin bir halin tanığıdır Haydarpaşa Garının duvarları, vitrayları,
merdivenleri, lokantası, tren rayları...
Yönetmen Halit
Refiğ’in 1965 tarihli unutulmaz ‘Gurbet Kuşları’ filmindeki Bakırcıoğlu
Ailesi de Haydarpaşa Garı’nda
trenden inerek vasıl olmuştur taşı toprağı altın (!) İstanbul’a...
O kadar çok filmde yer
almıştır ki Haydarpaşa Garı...
O filmlerde
İstanbul’a zengin olmak için
anadoludan gelen yoksul insanlar Seni Yeneceğim İstanbul nutukları
atmış fakat filmlerin sonunda Haydarpaşa
Garının merdivenlerini perişan ve
yenilmiş biçimde çıkarken görüntülenmişlerdir ....
Nazım Hikmet de ;
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde
güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek...
diyerek başlar
Memleketimden İnsan Manzaraları isimli uzun şiirine....
İstanbul'un Anadolu ve
Orta Doğu'ya açılan karakteristik kapısı
olarak da tanımlanan Haydarpaşa gar binası 2.Abdülhamit
döneminde açıldığında yıl 1906’dır.
Selimiye Kışlası'nın yapımında büyük emeği geçen padişah 3.Selim’in paşalarından
Haydar Paşa’nın adı verilen bina bir asırdan fazladır Haydar Paşa adıyla anılmakta....
Bir milletin tarihini,
kültürünü hakikaten yaşatmak
isterseniz, sözler , kelimeler ,
yazılar , görüntüler, belgeseller, menkibeler
olmazsa olmazdır ama tüm bunlar yetmez....
İnsanların ve
milletlerin günlük tarihine de özen
göstermeniz gerekir....
Bazı yapılar , alanlar hem
kimselerin mülkü değildir
hem de herkesin
mülküdür, zenginliğidir çünkü...
Oralarda anılar
yaşanmışlıklar umutlar sevdalar vardır...
Hayatın kendisi
vardır...
O yüzden İstanbul’u da,
Haydarpaşa garını da , dağları tepeleri de rant hesabı yapmadan , sahiplenmeden
sevebilmeyi bilmek gerekir...
Kuşaktan kuşağa
aktarabilmek gerekir...
İnsan yalnızca bir
başka insana
“durdum baktım arkandan
sen giderken..” demez...
Ellerinden kayıp giden
binalar da
Anlayanlar için büyük yıkımdır...
Eksilmektir...
Azalmaktır...
Belleksiz kalmaktır...
Belleksiz kalan toplum
da
her kötülüğe
her istismara açıktır...
(
murat örem / 21 kasım 2013 / ankara...)
( fotoğraf / listelist.com...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder