*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

4 Kasım 2013 Pazartesi

* la vide breve....


Yıllar önce yazılmış bir yazı...
Gazete sayfalarında unutulup gitmemesi gereken  bir yazı....
Rengin Soysal    imzalı...
Yazının başlığı “Pembe Flamingolar...”

Aklının birazında mantık ve duygu olan herkese dokunan bir yazı..

Rengin Soysal her zamanki gibi sohbet edercesine aktardığı yazısına şu cümlelerle başlamış;

"Kendini iyi hissetmek” çoktan unutulmuş bir hal sanki, artık ‘mutluluğun’ peşinde koşmaktan yorulmuş insanlar var etrafta.

Çocukluğumda büyükannelerimiz “mutlu bir aile” dediklerinde, yeni evlenmiş bir çiftten bahsederken birbirlerine “mesut muymuş?” diye sorduklarında, onlarla dalga geçer, gülerdik.

Eski Türk filmlerinin “Çok mesudum babacığım” repliği gibi mizah unsuruydu aramızda. Sonra zaman geçti, gün geldi, baktık ki bir mutluluk edebiyatıdır almış başını gidiyor. Kitaplar, ‘bilimsel’ araştırmalar, beden egzersizleri, hepsi bize mutlaka mutlu olmamız gerektiğini ve nasıl mutlu olacağımızın yollarını anlatıp duruyor.

Hissedilen değil de öğrenilen bir duyguyla ne kadar imkân olursa buna... Mutsuz olmaktan, acı çekmekten, yas tutmaktan hatta üzülmekten, öfkelenmekten, kırılmaktan, sıkılmaktan korkar olduk. Mutluluk dışındaki bütün duygularımızdan utanıyoruz, ayıp geliyor...

Kendimizi suçlu hissediyoruz...
Bunu bir hastalık sayıyoruz...
Oysa koskoca bir sevinç ânıdır mutluluk.
Yüreği hafifleten, ayakları yerden kesen, ruhu havalandıran.

Rengin Soysal,  yazının bundan sonrasında eskilerin gençlere 
‘mutluluk dediğin sonsuz bir duygu değil , bir andır...
Birbirinizi,  eşim beni her zaman  mutlu etmiyor diye suçlamak yerine bunu kabullenerek değerlendirin nasihatleri  misali  şöyle devam etmiş anlattıklarına ;

Bahtiyar bir hayatımız olabilir
ancak mutluluk anlara mahsustur...

Bir yanda mutluluğu ‘içinizde aramanızı’ öğütleyen öğretiler , öte yanda ille de yapmanız gereken aktiviteleri öneren, gezip görmeniz gereken yerleri sıralayan uzmanlar, gurular, eğitim belirleyicileri...

Sonuç: Mutlu olup olmadığını sorgulamaktan bitap düşmüş, hayatın keyfini çıkartmak için oradan oraya koşmaktan adeta tıknefes olmuş insancıklar.

Bir bilsek,
mutluluk aranarak bulunmaz,
 mutlu olmak için çalışılmaz,
mutlu olunur...

Ölümlü olduğumuz bilgisi, iyi yaşamak, hayattan mümkün olan en yüksek hazzı almak, yaşamın  hakkını vermek arzularımızı besleyip güçlendiriyor. Bu doğal.

İyi yaşamak, iyi hissetmek olmaktan çıktı, bence sorun burada...
İstediğimiz gibi yaşamak tatmin etmiyor,
başkalarının özendiği şekilde yaşamazsak eksik yaşadık sanıyoruz.

 O da yetmiyor,
nasıl da iyi yaşadığımızı
herkes görsün istiyoruz.

 İyi yaşamak  bunu göstermekle mümkün ve tamamen eşdeğer. Dışarıdan, bak şuraya gitti, şunu giydi, şununla , gezdi, şunları yedi içti demezlerse yaşadıklarımız bir anlam taşımıyor sanki...

İstediğimizi zannettiğimiz şeyler bizim dileklerimiz, heveslerimiz, emellerimiz, ihtiyaçlarımız değil. Elalemi kıskandıracak ne varsa yapıp ettiğimizde bile içimizde yer eden o bunaltıdan kurtulamayışımız , kırgınlığımızı atamayışımız , doyum bulamayışımız, coşku duyamayışımız bundan...

Neyi sevdiğini, ne istediğini, neyle huzur bulduğunu, nelerden hoşlandığını , kısacası ona kendini neyin iyi hissettirdiğini insan yalnızca kendisi bulabilir..

Kimseye içinde ara türünden nasihatleri hatırlatmasın bu, yanıltmasın. Sadece dışarının etkilerinden muaf bir zihin , bir ruh en iyi cevabı verebilir, öyle inanıyorum...

Her zamankinden erken uyandım bir hafta boyunca. Ama mesele erken uyanmak değil, uyandığında iyi hissetmek.

Hep bildim, iyi hissetmenin herkesle yarış edercesine, bir şeyleri kanıtlamak istercesine yaşamak olmadığını.

Bu defa pembe flamingolar oldu işareti, onlar yetti iyi hissetmeme...

Rengin Soysal imzalı ve yıllar  önce yayınlanan Pembe Flamingolar başlıklı yazıdan şu cümleleri bir kez daha hatırlatarak nihayetlendirelim bu yazıyı;

Neyi sevdiğini, ne istediğini, neyle huzur bulduğunu, nelerden hoşlandığını , kısacası ona kendini neyin iyi hissettirdiğini insan yalnızca kendisi bulabilir..... 

Bu basit ama çok doğru tesbitten uzaklaştığımızda
hepimiz için tehlike çanları çalıyor demektir...

Hayat dediğimiz şey,
başkalarının hakkımızda edeceği,

çok mutlu,
çok zengin,
 evliliği şöyle güzel ,
çocukları böyle akıllı,
 şusu var, busu var,
şuraya da gitti,
şöyle de biridir
falan filan.....
diye uzatılabilecek  cümleleri söyletmek ya da duymak için yaşanacak kadar ucuz  ve uzun değildir....

Hayat , katlanılması gereken günler ve insanlar da değildir...
Olmamalıdır....

Nasıl çevirmişti dilimize o  Fransızca şiiri onlarca yıl  önce , 
Türkiye Cumhuriyetinin  kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 
Salih Bozok’a yazdığı mektupta ;

"hayat kısadır,
biraz hayal, biraz aşk,
ve sonra allahaısmarladık...

hayat boştur,
biraz ümit, biraz kin
ve sonra allahaısmarladık..."

( murat örem / 4 kasım 2013 / ankara...) 
( başlık / la vide breve / hayat kısadır...) 
( hayat kısa kuşlar uçuyor / cemal süreya...)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder