Yıllar
önce yazılmış bir yazı...
Gazete
sayfalarında unutulup gitmemesi gereken
bir yazı....
Rengin
Soysal imzalı...
Yazının
başlığı “Pembe Flamingolar...”
Aklının
birazında mantık ve duygu olan herkese dokunan bir yazı..
Rengin
Soysal her zamanki gibi sohbet edercesine aktardığı yazısına şu cümlelerle
başlamış;
"Kendini
iyi hissetmek” çoktan unutulmuş bir hal sanki, artık ‘mutluluğun’ peşinde
koşmaktan yorulmuş insanlar var etrafta.
Çocukluğumda
büyükannelerimiz “mutlu bir aile” dediklerinde, yeni evlenmiş bir çiftten
bahsederken birbirlerine “mesut muymuş?” diye sorduklarında, onlarla dalga
geçer, gülerdik.
Eski
Türk filmlerinin “Çok mesudum babacığım” repliği gibi mizah unsuruydu aramızda.
Sonra zaman geçti, gün geldi, baktık ki bir mutluluk edebiyatıdır almış başını
gidiyor. Kitaplar, ‘bilimsel’ araştırmalar, beden egzersizleri, hepsi bize
mutlaka mutlu olmamız gerektiğini ve nasıl mutlu olacağımızın yollarını anlatıp
duruyor.
Hissedilen
değil de öğrenilen bir duyguyla ne kadar imkân olursa buna... Mutsuz olmaktan,
acı çekmekten, yas tutmaktan hatta üzülmekten, öfkelenmekten, kırılmaktan,
sıkılmaktan korkar olduk. Mutluluk dışındaki bütün duygularımızdan utanıyoruz,
ayıp geliyor...
Kendimizi
suçlu hissediyoruz...
Bunu
bir hastalık sayıyoruz...
Oysa
koskoca bir sevinç ânıdır mutluluk.
Yüreği
hafifleten, ayakları yerden kesen, ruhu havalandıran.
Rengin
Soysal, yazının bundan sonrasında
eskilerin gençlere
‘mutluluk
dediğin sonsuz bir duygu değil , bir andır...
Birbirinizi, eşim beni her zaman mutlu etmiyor diye suçlamak yerine bunu
kabullenerek değerlendirin nasihatleri misali
şöyle devam etmiş anlattıklarına ;
Bahtiyar
bir hayatımız olabilir
ancak
mutluluk anlara mahsustur...
Bir
yanda mutluluğu ‘içinizde aramanızı’ öğütleyen öğretiler , öte yanda ille de
yapmanız gereken aktiviteleri öneren, gezip görmeniz gereken yerleri sıralayan
uzmanlar, gurular, eğitim belirleyicileri...
Sonuç:
Mutlu olup olmadığını sorgulamaktan bitap düşmüş, hayatın keyfini çıkartmak
için oradan oraya koşmaktan adeta tıknefes olmuş insancıklar.
Bir
bilsek,
mutluluk
aranarak bulunmaz,
mutlu olmak için çalışılmaz,
mutlu
olunur...
Ölümlü
olduğumuz bilgisi, iyi yaşamak, hayattan mümkün olan en yüksek hazzı almak,
yaşamın hakkını vermek arzularımızı
besleyip güçlendiriyor. Bu doğal.
İyi
yaşamak, iyi hissetmek olmaktan çıktı, bence sorun burada...
İstediğimiz
gibi yaşamak tatmin etmiyor,
başkalarının
özendiği şekilde yaşamazsak eksik yaşadık sanıyoruz.
O da
yetmiyor,
nasıl
da iyi yaşadığımızı
herkes
görsün istiyoruz.
İyi yaşamak
bunu göstermekle mümkün ve tamamen eşdeğer. Dışarıdan, bak şuraya gitti,
şunu giydi, şununla , gezdi, şunları yedi içti demezlerse yaşadıklarımız bir
anlam taşımıyor sanki...
İstediğimizi
zannettiğimiz şeyler bizim dileklerimiz, heveslerimiz, emellerimiz,
ihtiyaçlarımız değil. Elalemi kıskandıracak ne varsa yapıp ettiğimizde bile
içimizde yer eden o bunaltıdan kurtulamayışımız , kırgınlığımızı atamayışımız ,
doyum bulamayışımız, coşku duyamayışımız bundan...
Neyi
sevdiğini, ne istediğini, neyle huzur bulduğunu, nelerden hoşlandığını ,
kısacası ona kendini neyin iyi hissettirdiğini insan yalnızca kendisi
bulabilir..
Kimseye
içinde ara türünden nasihatleri hatırlatmasın bu, yanıltmasın. Sadece dışarının
etkilerinden muaf bir zihin , bir ruh en iyi cevabı verebilir, öyle
inanıyorum...
Her
zamankinden erken uyandım bir hafta boyunca. Ama mesele erken uyanmak değil,
uyandığında iyi hissetmek.
Hep
bildim, iyi hissetmenin herkesle yarış edercesine, bir şeyleri kanıtlamak istercesine
yaşamak olmadığını.
Bu
defa pembe flamingolar oldu işareti, onlar yetti iyi hissetmeme...
Rengin
Soysal imzalı ve yıllar önce yayınlanan Pembe
Flamingolar başlıklı yazıdan şu cümleleri bir kez daha hatırlatarak
nihayetlendirelim bu yazıyı;
Neyi
sevdiğini, ne istediğini, neyle huzur bulduğunu, nelerden hoşlandığını ,
kısacası ona kendini neyin iyi hissettirdiğini insan yalnızca kendisi
bulabilir.....
Bu
basit ama çok doğru tesbitten uzaklaştığımızda
hepimiz
için tehlike çanları çalıyor demektir...
Hayat
dediğimiz şey,
başkalarının
hakkımızda edeceği,
çok
mutlu,
çok
zengin,
evliliği şöyle güzel ,
çocukları
böyle akıllı,
şusu var, busu var,
şuraya
da gitti,
şöyle
de biridir
falan
filan.....
diye
uzatılabilecek cümleleri söyletmek ya da
duymak için yaşanacak kadar ucuz ve uzun
değildir....
Hayat
, katlanılması gereken günler ve insanlar da değildir...
Olmamalıdır....
Nasıl
çevirmişti dilimize o Fransızca şiiri
onlarca yıl önce ,
Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk,
Salih
Bozok’a yazdığı mektupta ;
"hayat
kısadır,
biraz
hayal, biraz aşk,
ve
sonra allahaısmarladık...
hayat
boştur,
biraz
ümit, biraz kin
ve
sonra allahaısmarladık..."
(
murat örem / 4 kasım 2013 / ankara...)
( başlık / la vide breve / hayat kısadır...)
( hayat kısa kuşlar uçuyor / cemal süreya...)
( başlık / la vide breve / hayat kısadır...)
( hayat kısa kuşlar uçuyor / cemal süreya...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder