Orhan Veli Kanık....
Yaşasaydı 13 nisan’da 99 yaşında olacaktı...
Yaşamadığı iyi oldu...
Bir insan 99 yaşına kadar yaşamamalı...
Ama bir Orhan Veli 36 yaşında da ölmemeli...(ydi..)
Tabi bir de şu var ;
kim diyebilir “ Orhan Veli öldü ”
diye...
Tabi bir de şu da var ;
şairlerini ediplerini unutan bir
millet
neyi kıymete değer bulur acaba ?
arsa fiyatlarını mı ...
crossover modellerini mi...
maaş artışlarını mı...
5 + 1 ev fiyatlarını mı...
Bundan 7 ay önceki blog
yazısında kurduğumuz cümlelerdi yukarıdakiler...
Şimdi Orhan Veli Kanık’la
ilgili çok daha uzun cümleleri paylaşma zamanı....
Buyrunuz o zaman ....
( murat örem / 13 kasım
2013 / ankara...)
*********
orhan veli kanık ; türk
şiirinin unutulmaz ilkokul öğretmeni....
Türk Şiirinin daha
yaşarken marka olan ismiydi Orhan
Veli Kanık...
Garip Şiir Akımı’nın da tartışmasız biçimde lokomotifi...
Sondan başlarsak ;
Orhan Veli Kanık 10
Kasım 1950’de Ankara’da çok talihsiz bir kazada
çukura düştü…Bu olaydan dört gün sonra İstanbul’da bir arkadaşının evinde yemek
yerken rahatsızlandı ve 14
Kasım 1950’de yalnızca 36 yaşındayken öldü...
Öldüğünde, cebinden 23 kuruş ve diş fırçasına sarılmış kağıttaki
yarım kalan son şiiri çıktı....
Bir daha hiç şiir
yazamadı Orhan Veli…
“Eski bir
sevdadan” kurtulamadı...
“İnsan nasıl koşar
aynalara bir cana hasret” diyemedi....
O Orhan Veli ki Melih
Cevdet Anday ve Oktay
Rifat’la birlikte Türk Şiiri’nde bambaşka bir kulvar açmış,
bütün eleştirilere rağmen kararlılıkla yürüyerek Garip Şiiri’ni armağan
etmişti…
İkinci Dünya Savaşı
yıllarının öne çıkan şairlerindendi… 1930’ların ikinci yarısından başlayarak bütün dünyayı kuşatan savaş rüzgarına inat üslubunca şöyle yazmıştı;
“Harbe giden sarı saçlı
çocuk
yine böyle güzel dön
kirpiklerinde tuz
dudaklarında deniz
kokusu….”
Bir başka şiirinde de Hitler’e seslenmişti ;
“Hitler amca
Bir gün de bize buyur
Kahkülünle,
bıyıklarınla…
Anneme göstereyim.
Karşılık olarak ben de
sana
Mutfaktaki dolaptan aşırıp
Tereyağı veririm
Askerlerine yedirirsin…”
1940’lar öncesi ve sonrasıyla ülkemizde de teyakkuzla geçen , yazıp çizip düşünen herkesin birbirine kuşkuyla baktığı,
karartma gecelerinin kasvetli savaş
yıllarıydı...
Bu dönemde , Nazım Hikmet’in , A.Kadir’in
toplumcu ve farklı olan aynı zamanda da daima
sakıncalı görülen şiirlerinin
yanı sıra, geleneksel şiire beklenmedik sertlikte tepki
Garip Şiiri’nden gelmişti…
Garip akımının lokomotifi
de
“Neler yapmadık
şu vatan için
Kimimiz öldük
kimimiz nutuk söyledik ”
diyen, Orhan Veli’ydi…
1914 yılında dünyaya gelen Orhan Veli
İstanbul’da başladığı ilköğrenimi Ankara’da bitirir. Eğitimine, Gazi Lisesi’nde devam eder…Burada daha sonra
Garip kitabını birlikte yayımlayacağı Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’la tanışır…
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girer ve öğrenimini tamamlamadan Ankara’ya
döner. Bir süre PTT Genel Müdürlüğü’nde ve Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosunda
çalışır.
1947 yılında istifa
ederek , hayatının son üç yılını, yazarlık,
yayımcılık ve çevirmenlik yaparak geçirecektir Orhan Veli. Tercüme Bürosundaki istifasında Milli Eğitim
Bakanlığı’ndan alınan Hasan Ali Yücel’in yerine Reşat
Şemsettin Sirer’in oldu bittiyle getirilmesinin büyük payı vardır.
Orhan Veli istifa
gerekçesinde Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki değişimle birlikte antidemokratik
hava estiğini dile getirmiştir…
Sanılanın aksine, Orhan
Veli kabuğuna çekilen, her şeyi hafifseyen bir isim hiçbir zaman olmamıştır.
Toplumcu ve tepkici
yanını şiirlerinde vurucu cümlelerle göstermese de bir çok toplumsal olayda
aktif yer almıştır…Nazım Hikmet’in mahkumiyetinin kaldırılması yönünde çaba
harcayan isimlerin en başında Orhan Veli Kanık da vardır…
Orhan Veli’nin şiir
serüveni de yanlış bilinenin aksine Garip’le sınırlı değildir. Orhan
Veli, 36 yıllık yaşamında şiire baş köşeyi ayıran, şiirini durmadan yenileyen
bir şairdir.
Yahya Kemal’de aruz ölçüsüyle başlayıp, Cahit
Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas, Ahmet Kutsi Tecer’de hece ölçüsüyle
devam eden ve duyguların coşkuyla dile
getirilmesi olarak tanımlanan lirik şiirle başlar yazmaya Orhan
Veli de...
İlk şiirlerinden
itibaren, aruza ve hece ölçüsüne hakim
olduğu, Türkçe’nin inceliklerini ustaca kullanabildiği ortadadır. Aynı yıllarda
yaptığı şiir çevirilerinde de bu tarza yatkınlığını gösterir.
Ebabil şiiri, Orhan Veli’nin ilk döneminin güçlü
örneklerindendir...
Alıp içinde sesler uçuşan bu aksamdan
Hafızamı bir deniz kıyısına çeken
yol,
Aydınlık rüyaların peşine düşen gondol
Aydınlık rüyaların peşine düşen gondol
Mavi bir denizde yüzer gibi yanan şamdan.
Ebabil şiiri , 1930’ların sonunda Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın, Ziya Osman Saba’nın,
Ahmet Muhip Dıranas’ın tarzı
kadar Necip Fazıl’ın mistik dünyasına da yakındır…
İlerleyen yıllarda bu şiir dili Orhan Veli’ye yapay
gelmeye başlar.
1941 yılında kendisine asıl ünü getiren kitabı
yayımlar.
Garip adlı kitap Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat imzalarıyla
yayımlanır.
Ortak kitabın başında yer alan ve Orhan Veli
tarafından kaleme alınmış önsöz Garip
manifestosu olarak edebiyat tarihine geçecektir….
Önsöz, şiirin nasıl olması gerektiği hakkında yeni
görüşlerin ortaya koyulduğu ama daha çok da
mevcut şiir anlayışının keskin , alaycı ve sert dille
eleştirildiği yazıdır.
Şiirde ahenk, kafiye, kapalı anlatım, sözcüklerin müzikal değeri
gibi kavramlara deyim yerindeyse savaş
açmıştır Orhan Veli.
“Bir şiirde eğer
takdir edilmesi gereken bir ahenk varsa, onu sağlayan ne ölçü ne de kafiyedir.
Ahenk, ölçü ve
kafiye dışında da, hatta onlara rağmen mevcuttur.
Zaten şiir için ahenk lüzumsuz, hatta
zararlıdır”
der kitabın önsözünde Orhan Veli ve nazım dilini ‘acayip’
olarak niteler.
Bu acayiplikleri (!) ve
eskiyi savunanlar Garip şiirini de ‘konuşma diline benzemiş’
diye reddederler yılların önyargısıyla. Oysa Garip şiirinin yapmak istediği
tastamam budur ;
şiiri konuşma dili
içinde üretilir ve yaşanır hale
getirmek…
Orhan Veli’nin en sert
eleştirisi şairanelik kavramınadır.
Mısracı şiir anlayışının,
bütünün güzelliğini örttüğünü ve buna
şairanelik adı verildiğini belirtir…
Modern şiir içinde en
fazla tartışılan anlamın şiirdeki yeri konusunda
da Orhan Veli’nin tavrı kesindir ve şöyle der;
“Şiiri şiir yapan,
sadece, edasındaki hususiyettir; o da mânaya aittir.
Şiir bütün hususiyeti
edasında olan bir söz sanatıdır.
Yani tamamıyla mânadan
ibarettir..”
Edebiyat tarihine aşina
olanlar, Orhan Veli’nin bu ifadelerde
doğrudan doğruya Ahmet Haşim’i hedef aldığını tahmin edebilir. Orhan Veli bu
ifadeyle, Ahmet Haşim’in, “Şairin lisanı "nesir" gibi
anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz
arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisandır” saptamasına da cevap vermektedir.
Orhan Veli’nin
“Bir de rakı şişesinde
balık olsam”
satırı,
Ahmet Haşim’in “Göllerde
bu dem bir kamış olsam” dizesine
adeta naziredir, nanik
işaretidir…
Şairliği kadar gözlem ve
düzyazılarıyla da öne çıkmış Cemal Süreya, 1967 yılında yazdığı
bir yazıya “Orhan Veli’nin Yanlışı” başlığını atar. “Orhan Veli’nin kavgası,
edebiyatımızın en büyük kavgasıdır; buna inanıyorum. Bu kavganın yurdumuzdaki
bütün şiir köklerini büyük büyük
ırgalayan bir işlevi oldu. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi.
Şiire kasket giydirdi, sivilleştirdi onu. diye başlar yazıya Cemal Süreya ve daha sonra tereddütlerini sıralamaya
başlar …
Orhan Veli, yeni şiiri
anlatmak yerine daha çok eski şiirin ne olmadığı noktasında takılıp kalmıştır
Cemal Süreya’ya göre. Bu durum yetenekli
bir şair için büyük bir kısıtlamadır. Garip kitabının önsözünde “Ben,
sanatlarda tedahüle, bugünkü
dille söylersek , geçişkenliğe taraftar değilim” demiştir ve şunları söylemiştir Orhan Veli: “Şiiri şiir, resmi resim,
musikiyi musiki olarak kabul etmeli. Her sanatın kendine ait hususiyetleri,
kendine ait ifade vasıtaları var. Şiirde musiki, musikide resim, resimde
edebiyat bu güçlüğü yenemeyen insanların başvurdukları birer hileden başka bir
şey değil. Ayrıca bu sanatlar, öteki sanatların içine girince hakikî
değerlerinden de bir çok şeyler kaybediyorlar.
Orhan Veli’nin bu yaklaşımını şiirde gemileri
yakmak olarak değerlendiren
Cemal Süreya yazdıklarına şöyle
nokta koyar ;
“Orhan Veli’nin edebiyat hayatımızda hiçbir şairinkine benzemeyen
bir kaderi oldu. Yeni şiirimizin, işlev olarak kurucusu olan bu adam, kuramını yazılarıyla değil, başka iki şeyle
yaptı: hayatıyla ve şiiriyle.
Orhan Veli genellikle yoksulluk ve kanaatkarlık
içinde geçen hayatından yola çıkarak yazdığı şiirlerinden birine ‘Bedava’ ismini verir…
Yıllar sonra Özdemir Erdoğan ve Cem
Karaca bu şiirden unutulmaz iki ayrı beste çıkaracaktır....
“Bedava yaşıyoruz bedava ,
Hava bedava, bulut
bedava
Dere tepe bedava,
yağmur çamur bedava
Otomobillerin dışı,
sinemaların kapısı
Camekanlar bedava…
Peynir ekmek değil ama acı su bedava
Kelle fiyatına
hürriyet, esirlik bedava
Bedava yaşıyoruz
bedava…”
Orhan Veli’nin,
içinde yaşadığı dünyanın kasvetine rağmen yaşama sevinci
dolu şiirleri, bu şiirlerde kullandığı yalın dil, o yıllarda şiire başlayan geç
şairleri fazlasıyla etkiler. Herhangi bir sanat kaygısı duymadan, yalnızca
toplumda gördüğü sorunları anlatmaya koyulur arkadan gelen genç şairler.
Şiir dünyasındaki
dengenin bozuluşu, özellikle 1950’lerin sonunda büyük bir reddiyeye yol
açar.
Yalınlıkla
tekdüzeliği birbirinden ayıramayan
eski kuşakların tahtı gümbür gümbür ,
kütür kütür sallanmaktadır.
Açılacak yoldan yakın bir gelecekte de İkinci
Yeni kuşağı gelecektir…
Orhan
Veli’nin şiiri üzerinde konuşurken en
çok dikkati çeken nokta, şiirin
kendisindeki ve dilindeki yalınlığın çok
baskın olmasıdır.
Süleyman Efendi’nin nasırından duyduğu acıyı ve ölümünü anlatan Orhan Veli’dir…
“Bekliyorum öyle
bir havada gel ki
vazgeçmek mümkün
olmasın”
diyen Orhan Veli’dir.
“Gün olur alır
başımı giderim” diye
tavır koyan ,
“bilmezler yalnız
yaşamayanlar nasıl korku verir sessizlik insana” dizelerini etinde hissederek
yazan , “uyandım baktım ki bir sabah güneş vurmuş içime”
diye umutla seslenen de Orhan
Veli’dir…
Bir
şiirinde Montör Sabri’yi şöyle anlatır Orhan Veli;
Montör Sabri ile
Daima geceleyin
Ve daima sokakta
Ve daima sarhoş konuşuruz.
O her seferinde,
"Eve geç kaldım" diyor.
Ve her seferinde
Kolumda iki okka ekmek.
Orhan Veli’de toplum, insanlar, hayatın çelişkileri
ve geçim sıkıntısı Garip kitabından
sonraki dönemde daha fazla öne
çıkar. 1945’te Garip’i kendi şiirleriyle genişleterek tekrar yayımladıktan
sonra aynı yıl Vazgeçemediğim’i, ertesi yıl Destan Gibi’yi
yayımlar Orhan Veli...
Yenisi ve Karşı kitaplarıysa 1947 ve 1949 tarihlerine aittir.
1945 yılından itibaren yayımlamaya başladığı Yaprak dergisiyle birlikte ve yine kendi üslubunca
toplumcu temaları çok daha öne çıkardığı görülür.
“Ne atom bombası
Ne
Londra konferansı
Bir
elinde cımbız
Bir
elinde ayna
Umurunda
mı dünya”
şiiriyle
ufku olmayan insanları üç
beş dizede tokat gibi eleştirir.
Sözün ve yazının başına
dönersek ;
Orhan Veli 1950 yılında, 36
yaşındayken Ankara’da belediyenin açtığı bir çukura düşünerek yaralanır. Bu
kazadan dört gün sonra, İstanbul’da bir arkadaşının evinde beyin kanaması
geçirerek hayata veda eder.
Öldüğünde cebinden 23 kuruş çıkar…
Bir de diş fırcasına sardığı kağıttaki ve Aşk
Resm-i Geçidi adlı yarım kalmış
şiiri…
Şiirlerini yazarken heceleri saymamıştır Orhan Veli,
kalıpları tutuyor mu diye dönüp dönüp bakmamıştır dizelere..
Montör Sabri’yi, Kedileri, Kapalıçarşı’yı, Dalgacı Mahmut’u,
İşsizliği, Süleyman Efendi’yi , Sicilyalı Balıkçı’yı, Pazar Akşamları’nı
ve kılıksız olmayı, İstanbul’u ve orada yaşamaya çalışırken
‘tutunacak dal arayan bir garip Orhan Veli’yi ’ anlatmıştır…
“ Yedi yıl önce söylediğim sözleri, yedi yıl sonra aynen düşünüp
harfi harfine söyleyeceksem ben bu yedi yılı niye yaşadım ? “
deme cesaretini göstermiştir...
İçinden geldiği gibi, hesapsız, içten pazarlıksız yaşamıştır.
Tıpkı şiiri gibi...
Büyüklüğü ve unutulmazlığı en çok da bu yalınlığındadır...
Bir şiirindeki Dalgacı Mahmut gibi 36 yıla bir çok yeniliği
hatta hınzırlığı sığdırarak absürd bir olayla ölür Orhan Veli Kanık…
Şiirinde ,
“ İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.”
diyen adam,
“Ne yardan geçerim ne serden
Ne denizlerden ne gökyüzünden ama ...
Bırakmıyor son gördüğüm
Bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş diyorum ,
zavallı şairin görüp göreceği“
dizelerini yazan adam yoktur artık…
Ölümünden sonra Yaprak Dergisi son kez Son Yaprak adıyla yayınlanır….
Birlikte yola çıktıkları Melih Cevdet ve Oktay Rifat,
Orhan Veli’den çok daha uzun yaşarlar ve ilerleyen yıllarda
kendilerine yeni mecralar bularak şiir ve düşünce tarihimizdeki yerlerini
hakkıyla alırlar…
Bugün , Ankara Devlet Tiyatrosunun Ulus’taki tarihi binasına gidenlerin
kimbilir kaçı bilir , Orhan Veli’nin bu tarihi binada ömrünün önemli dönemini
geçirip çeviriler yaptığını.....
Ey okur ;
Bazen çok bunaldığınızda; evinizde, okulunuzda, iş yerinizde
ve duvarları üzerinize gelen başka yerlerde, yüzünüzü pencereye çevirip
şu dünyadaki konukluğu yalnızca 36 yıl sürmüş olan Orhan Veli’nin
o güzelim kısacık şiirini hatırlayın.
Mutlaka ama mutlaka içinizin ışıdığını yaşarsınız...
“Pencere en iyisi pencere
uçan kuşları görürsün hiç olmazsa
dört duvarı göreceğine…”
Nasıl en başarılı bilim
adamlarının, sanatçıların, politikacıların
bile eğitim hayatındaki ilk harcı ilkokul öğretmeni koyarsa , yeni şiirin
ilk harcını koyanlardan olduğu için büyük bir vefayla ‘Türk şiirinin ilkokul öğretmeni ‘
benzetmesi yapılabilir Orhan Veli Kanık için...
Türkçe yaşadıkça Orhan
Veli’nin şiiri de hem tekrar tekrar okunacak hem de kuşaktan kuşağa aktarılarak
okunup söylenmeye devam edecektir...
Türk şiirine yepyeni ve garip pencereler açmış Orhan Veli Kanık’ı
ölümünün 63. yıldönümünde saygıyla saygıyla saygıyla anarak....
( murat örem / 13 kasım 2013 / ankara....)
ŞİİR / ORHAN VELİ KANIK
MÜZİK / CEM KARACA
36 yıl yaşasa da yüzlerce yıl yaşayacak eserler bırakan büyük, çok büyük bir şair. Her zaman okunacak, her zaman hatırlanacak. Ruhu şadolsun.
YanıtlaSilKıymetli dostum senin de ellerine, yüreğine sağlık.