dün sokaklardaydım…
biz daha 20’li
yaşlarımızdayken sokak
diye
dergi yayınlanırdı…
muhteşemdi…
zamanı gelince kapandı
gitti…
yakın geçmişte cumhuriyet gazetesi tekrar ek olarak
vermek istedi sokak dergisini…bir süre devam ettiler…belki iyiniyetli bir
çabaydı…ama bazı gerçeklerde aynı nehirde iki kere yıkanılmayacağını hayat
yeniden söyledi…
çünkü ne dünya eski dünyaydı…
ne türkiye eski türkiye…
bakalım memleketteki bakkal dükkanlarıyla
yarışa yarışa sayıları 1600’lere
ulaşan iletişim fakülteleri
öğrencilerinden kim tez konusu
yapacak bu dergiyi günün birinde…
dün sokaklardaydım…
kışkırtıcı bir haziran
güneşi vardı ankara’da…
3 haziran’dı…
ne diyordu nazım hikmet , “bugün beni güneşe çıkardılar…”
ben de kendimi güneşe
çıkarmıştım dün…
uzun ve dik bir yokuşu adım adım indiğimde ayaklarım bir kitapçıya götürdü beni…jehan barbur’un çok iyi bir iş çıkararak kotardığı baba öyküler kitabını aldım önce…kitabın adı sizi yanıltmasın...kamuoyunun da kısmen iyi kısmen çok iyi tanıdığı 20'ye yakın ismin babalarıyla yürüdükleri ömür köprüsünden geriye kalanlar var...
o kadar hüzünlü ki...
o kadar yalın ki...
o kadar doğal ki...
o kadar , o kadar ki...
o kadar olur...!!!
insanı yeniden tanımak istiyorsanız bu kitabı mutlaka alın…
yirmi lirayı verirken
eliniz titremesin…
43. ayakkabıyı almazsınız olur biter...
kimse kınamaz sizi….
sonra bir başka
kitapçıya girdim…
nazlı eray kalabalığın içinde eline bir kitap almış ayaküstü okuyordu…tunalı’da zamanında çok karşılaşıp selamlaştığımız için gideyim yanına “bıkmadınız mı okumaktan yazmaktan…bıkmadınız mı kutuplar ülkesinde bikini satmaktan…” diyerek takılayım dedim…sonra vazgeçtim…
kitap okuyan insan bir ibadetin içindedir çünkü…
ve kitap okuyanı rahatsız
etmek de günahtır bana göre…
namaz kılanın önünden
saygısızca yürüyüp gitmek kadar günahtır…
70 yaşındaki annem müjgan hocanımdan büyüktür nazlı eray…
bir yaş da olsa
büyüktür…
annem de nazlı eray da hala ülkesi için dünya için dertlenirken….
kimilerinin bu
vurdumduymazlığı delirtiyor beni…
elli yaşıma geldim hala
delirtiyor…
on yaşımdayken de
delirtirdi…
bir iki tur daha
atarken kitapçının içinde orada gördüm onu yine…
emre aygen’i…
gazeteciydi emre aygen…
muhtemelen hala
gazetecidir…
-
gazetecilik , yayıncılık, öğretmenlik….hakkıyla yapayım derseniz mezarda bile
devam eder…prof mustafa inan kanser
tedavisi görürken elin yabancı memleketlerinde koluna bir serum bağlar
hemşire…beş saat sonra
serum bitecek gelip çıkarırım der mustafa inan'ın eşi jale inan'a…ama mustafa inandır karşısındaki…damlaları hemen mustafa hoca da hesaplar….serum torbasının hacmine böler ve hemşire hanım bu serum
iki buçuk saate kalmadan bitecek beş saat değil…der…pis pis bakar hemşire…bana işimi öğretmeyin der ve çeker
gider…ve serum gerçekten de iki buçuk saat dolmadan biter gider !!!! bu hesabı yaptığında son gecelerindedir mustafa inan hoca...-
1989’daki romanya olaylarında bir gözünü kaybetmişti emre aygen…
günlerce yazılıp
çizilmişti…
sonra unutuldu gitti…
ve emre aygen de gözleriyle,
aklıyla, yalnızlığıyla başbaşa kaldı…
ayaküstü konuştuk hemen
emre
aygen’le de…anılarından söz etti…çok genç yaşta kenarda
beklemekten / bırakılmaktan kaynaklanan bir duyguyla habire anlattı…ama dolu dolu anlattı...zaman ve mekanda en ufak bir sapma yapmadan içini doldura doldura anlattı...ben ki geveze adamımdır, çok bilen adamımdır ama
sustum ve dinledim…
ayaküstü ne çok anı..ne çok anı…ne çok anı…
hakikaten
ne çok anı…
kimileri
ev biriktirdi…
kimileri
fason insan
biriktirdi…
kimileri
para biriktirdi…
kimileri
ihanet biriktirdi…
kimileri
soysuzluk biriktirdi…
kimileri
de hıyar gibi
anı
biriktirdi…
kitap
biriktirdi…
kelime
biriktirdi…
bıraktık emre aygen’i anılarıyla…
*****
aradan dakikalar geçti ki, bu kez bir bankta otururken
gördüm onu da…
karşıdan geliyordu,
kamburu hafifçe çıkmış ve kendi kendine konuşarak…
her zamanki gibi yüzünü
güneşe dönmüş bir kara güzel üzümdü
işte…
içiyle dışıyla bir kara güzel üzüm…
“yavrum bugün de çok tatlısın..” diye seslendiğimde hiç üzerine alınmadı...
serserinin biri yine laf atıyor.... diye düşünmüştür muhtemelen…
bu toprakların kadınlarının
kaderidir zaten
lafları üzerine alınmamak....
hayatı üzerine alınmamak…
hayatı üzerine alınmamak…
sonra sonra sesi ayırdedip kafasını kaldırdığında beni gördü…sarıldık günlerden sonra…sakalların ne olmuş böyle dedi…olur bazen öyle dedim…yaşlı görünüyorsun dedi…yaşlıyım zaten dedim…aman sana laf yetiştirilmez dedi…
oturdu yanıma bir cigara içimi konuştuk…baktım küskün ve hararetli anlatacak da anlatacak başına gelenleri…oysa ben çoktan bir başka limana yürümüş gitmişim…o onu dedi bu bunu yaptılara girmeyelim...ömür saati işliyor...çok yolumuz kalmadı...küçün insanları boş ver , daha büyük şeylerden konuşalım dedim…
sustu ve dinledi beni…
bilir ağzımın tatlı
bozukluğunu…
sevip sayar da
hep, eksik olmasın…
ben de çok sevip
sayarım son halini kara üzüm tanesinin…
****
****
ankaraya akşam çöküyordu…
daha gidilecek yerler
vardı…
gönlü alınacak titreyen
dudaklar vardı…
üç parmakla
dokunulacak kadın suretleri vardı..
sarılarak vedalaştık…
ayrılırken bir daha laf
etti sakallarıma…
edebilir…herkese her lafı
ettirmem...
ama bazı insanların kredisi çoktur bende…
ama bazı insanların kredisi çoktur bende…
sonra yürüdüm…
sonra yürüdüm….
sonra yürüdüm…
bir tomar dergi daha aldım…
lafın gelişi değil
hakikaten bir tomar dergi daha…
ve itiraf edeyim
!!! başka kitaplar da…
birden ;
kalsın titreyen dudaklar suretler şunlar bunlar....
evimi
özledim yahu dedim…
evimde kitaplarımı
okumayı özledim…
ankaraya karanlık çöküyordu…
ankaraya hem akşam hem de karanlık çöküyordu…
du bakali nolcek,
du bakali nolcek
diye diye
kederli ama çok güzel bir akşama
yürümeye devam ettim…
( murat örem / 4
haziran 2016 / ankara….)
-fotoğraflar/ arda erhan örem/gazeteci emre aygen / murat
örem-
Hani bir şey hatırlarsın böyle unutamadığın, her şey aklına gelir boğazında bir düğüm olur, konuşmaya çalıştıkça bir düğüm daha eklenir ya kaybettiğini kabullenip ne olur dahası olmasın diye yalvarırken bulursun ya kendini hayata karşı işte..! Yürümeye devam sevgili dostum biz genç yaşlılarız daha ne de olsa.
YanıtlaSil
YanıtlaSilerolcum ,
haldun taner hocası ahmet rasim'e ölümünden sonra yazdığı bir yazıda " yazıyoruz, yazacağız da, ölüm bir gün elimizi tutuncaya dek.." diye seslenir...
dostun da,
yaza yürüye,
yürüye yaza gidiyor işte..
nefesi ne kadar yeterse...
selamlarımla...
murat....