safiye…
okulun en sessiz kızı…
dersleri en kötü olanlardan…
çok kötü olanlardan…
hiç arkadaşı yok
safiyenin…
otuz kişilik sınıfta da
yok…
beş yüz kişilik koskoca
okulda da yok…
safiye, yaşıtı kızların
arasında da arkadaşsız…
13-15 yaşında, kızlara her türlü şirinliği yapan oğlanların
yanında da…
o kadar yalnız ki, kimseye günaydını yok sabah sınıfa
girdiğinde…
kimseden kalem
istemişliği yok safiyenin, kimseye silgi vermişliği de…
oysa bir çocuk arkadaşından kalem
istemeden,
arkadaşının silgisini yanlışlıkla kendi
çantasına atmadan,
en güzel kalemini en ama en sevdiğine
hediye etmeden
ilkokulu, ortaokulu, liseyi nasıl bitirebilir…
bitiremez…
teneffüslerde bir şişe
gazozu yanındakiyle paylaşmışlığı da yok
safiyenin...
ergenliğe adım atan kız
çocuklarının tatlı şımarıklığı da yok üzerinde…
dudağını büze büze
şirin bir sesle öğretmene soru sorduğunu da gören olmamış..
kocaman kaşları var
safiyenin…
kapkara saçları ve
kapkara gözleri…
güzel değil…
çirkin de…
ama vahşi…
çok vahşi…
ama ayrıksı…
çok ayrıksı…
yaşıtı kızların
arasında da ayrıksı…
bir kız çocuğu kadar
narin olmadığı için…
yaşıtı oğlanların
arasında da ayrıksı…
bir oğlan çocuğu kadar
bıçkın olmadığı için…
sınıfta yapılan
eğlencelerde de yalnız safiye…
sözlüler yazılılarda
da…
hatta herkesin yalandan
ateşinin çıktığı aşı günlerinde de…
hiçbir öğretmen hiçbir
zaman babana selam söyle demiyor safiyeye..
hiçbir kız arkadaşı bu
hafta sonu bize gel annem kek yapacak da demiyor…
geliyor gidiyor okula sessizce
safiye…
bir evin köşesini kendine
mesken edinmiş çalı kertenkelesi kadar ürkek..
bazen kızlar kendi
aralarında safiyeyi gösterip kıkırdıyorlar…
belki kaşlarını
gösteriyorlar birbirlerine…
belki saçından aylardır
çıkmayan eski lastik tokayla dalga
geçiyorlar…
belki de bir türlü
düzeltemediği dilinin taklidini yapıyorlar…
oğlanlar, kızlar kadar
acımasız değil…
oğlanlar acıtırken
kızlar kadar seçici değil…
safiyeyle bir alıp
veremedikleri yok..
onların o yaşta derdi
herkesle…
öyle hedef belirleyip vurmayı bilmez oğlan çocukları…
ama kız çocukları hiç
affetmezler,
en çok da kız
arkadaşlarını ateşlerin içine atarken…
aradan zaman geçiyor…
bahar geliyor
yaşadığımız kasabaya…
herkes, kış kokan kaşe kabanlardan kurtuluyor…
öğle güneşi biraz biraz
ısıtmaya başlıyor…
bir öğle tatilinde
okuldan çıkıyor safiye…
yemek yemeye gidiyor
babasının bakkal dükkanına…
üç beş öteberi satıyor
bu arada babasının bıraktığı dükkanda…
biraz zeytin, çokça
ekmek ve deterjan ve ömür törpüsü…
gamsız bir mart güneşi
düşüyor kasabanın sokaklarına…
dükkanın tam
karşısındaki dere uğul uğul akıyor…
sokaklarda insanlar
yürüyor…
okulda kalan çocuklar
basketbol oynuyor…
tost yiyor bazıları…
mektup yazıyor kızlar
sevdikleri oğlanların defterinin arasına bırakmak için…
tam o anda kulakları
sağır eden bir ses duyuyor kimileri
bakkal dükkanının önünden geçip giderken…
sesle birlikte birkaç
bardak düşüyor dükkanının raflarından…
kuşlar fırlayıp gidiyor
ağaçların dallarından…
üç beş dakika içinde
kara kaşlı bir kız kalbi buluyor dükkana girenler…
üzerine kırmızının ve
yalnızlığın bütün tonlarının sıvandığı,
kara kaşlı kara gözlü
kara bahtlı bir kız çocuğu kalbi…
uyy babo, uyyy babam , bu nassıl gaderr
diye inlerken buluyorlar safiyenin babasını
dükkana girenler…
uzaklarda bir yerlerde
anket defteri doldururken sarı saçlı kız çocukları
safiyeye nihai olarak veda ediyor hayat…
safiyenin çoktan kendisine veda ettiği hayat…
( murat örem / 25
haziran 2016 / ankara )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder