haber diliyle söylersek ; türk milli futbol takımı elendi…
gönül diliyle söylersek; milli takımımız elendi...
aylar önce bir mucizeyle son anda bindiği fransa treninden ,
italya !!!
istasyonunda inmek zorunda kaldı milliler…
-italya irlandaya yenilmeseydi, ki italyanlar
yedeklerle çıkarak zaten yüzyılın ihanetini (!!!) yaşatmışlardı…mamma mia turco…hezeyanları
nüksetmişti muhtemelen…
-macaristan şapkadan tavşan çıkarıp portekizi
yenseydi, ki allah var muhtemelen bizim
kuşaktan hatta çocuklarımızın kuşağından bile hiç kimse bundan sonra macaristanın portekize
bir maçta üç gol attığını görmeyecek…adamlar daha ne yapsınlardı…
-almanya hovarda mirasyedi gibi golleri
kaçırıp 1-0 ‘la yetinmeseydi…gomez atacağı her yeni golle beşiktaşın biraz daha
uzağına düşecek olsaydı….
o olsaydı
bu olsaydı
ali ayşeyi sevseydi
fatma alinin aklını çelmeseydi !!!
türk milli futbol takımı elenmeyecekti….
öyle mi acaba ?
olan bitene bu düzlükte bakıp evet öyle diyenler için yazı burada bitti…
böyle düşünen okurlar da bu istasyonda inebilir…
inenler gitsin; orta karar spikerlikten, hamaset turbolu yorumculuğa terfi ettiğini
sananların küskün hallerini seyretsinler….onun bunun afrasına
takılsınlar…herkesten tek tek hesap soracağını söyleyenlerin sallanan parmaklarına baksınlar….
oysa gerçek şu ;
mesela , elden gelin öğün olmaz o da vaktinde
bulunmaz der atalar…
mesela, el elin eşeğini türkü çığıra çığıra arar
derler…
mesela taşıma suyla değirmen dönmez
der yine atalar…
daha da kitabın ortasından konuşan
deyimlerimiz atasözlerimiz de vardır ama onları okurun ferasetine ve argo dağarcığına
bırakalım…
türk milli futbol takımı bu noktaya gelirken
bile mental
olarak çok ağır hasarlıydı zaten…ilk iki maçında da en ufak olumlu
sinyal vermemişti. çek maçında da bulutların
arasındaki güneş anlık biçimde parladı söndü…daha güneşi bulutların arasında görürken
bile bazıları hemen parmak sallamaya başladılar…ayıp ettiler…o
mikrofona küstüm diyenler, tek tek hesap soracağım diyenler…hepsi
vardı…
dilimize tam manasıyla oturmuş kelimelerden biri de hazım’dır…
hazmetmektir fiilin kendisi….
ağır bir yemeği hazmetmeniz gerekir…
ağır bir yükü, acıyı hatta sevinci bile
hazmetmeniz gerekir…
ayrılığı, kavuşmayı, yeniden ayrılmayı bile hazmetmeniz
gerekir…
hazmetmesi zor olan gerçeklerdendir para makam ve başarı da…
başarı bir tehdit sopası değildir…
kaldı ki başarının kendisi bile
tartışılmalıdır kavram olarak…
dünyada ve ülkemizde spor alanında da
yeni bir rüzgar esiyor…
hakaret
ve eleştiri kavramları birbirine denk ve kardeş tutuluyor…
oysa hakaret ve eleştiri hukuken çok farklıdır…
evet aralarında bir geçişkenlik ve muğlak bir
alan vardır….
ama bilenler aradaki ayrımı çok net olarak
görebilir…
bir derste öğretmene; anlattıklarınızdan hiçbir şey anlamadım
diyebilir öğrenci hiç de hakaret amacı taşımadan…eğer anlattıklarının derinlik
ve tutarlığından eminse aynı öğretmen de anlaman için zihnini yorman gerekebilir
elindeki telefonla oynamak yerine cevabını verebilir…
öğretmen de öğrenci de birbirlerinden
şikayetçi olarak hemen idarenin yolunu tutarsa çıkılmaz bu işin içinden…yoğun
bir trafikte alnından şıpır şıpır ter akan trafik polisi plakanızı söyleyip
buyurgan bir dille talimat verdiğinde size hakaret etmiş olmaz…bir markette
görevliye şu etin hep yağlı taraflarını doldurmayın poşete dediğinizde
onun kişilik haklarını ezmiş olmazsınız…
elbette tüm bunların da usulü vardır…
dil böyle bir iletişim içindir çünkü…
birden fazla insanın bir arada olduğu yapılar
doğası itibariyle farklılık arz eder…
milletler en nihayetinde milyonlarca insandan
oluşan organizmalardır…
bu yapılar içinde göz önünde olan işleri
yapıyorsanız sıradan insanların yaşadıklarından farklı olur yaşayacaklarınız…psikoloji ve sosyoloji bilimleri
de bunun için vardır zaten…
türkiye gibi toplumsal mobilizasyonun baş
döndürdüğü biçimde yaşandığı toplumlarda gerçekler ve kavramlar da alt üst
olabilir…alt üst olan kavramlar
bireyleri de alt üst eder….
sürekli alt üst olan bireylerden oluşan
toplumlar da huzur bulamaz…
futbol dünyanın her yerinde büyük bir tören
hatta daha ötesi…
bu törenin içinde aktör ve sporcuysanız milyonlarca insan içinden
seçilerek yükselerek gelmişsiniz demektir…seçilmek aradan sıyrılmak da bir
başarıdır….ne demiştik başarıyı da hazmetmek gerekir…nasrettin hoca fıkrasında
olduğu gibi kazan hep doğurmaz…ölebilir de…
seçilmenin, yıldız olmanın nimetlerini tepe tepe kullanırken , paraya
üne şöhrete ona buna ufkunuza göre doyarken, hasılı, kazan doğururken iyidir…ama bu yükselme beraberinde olumlu ve olumsuz manada hedef
olmayı da getirir ve bunu bir eşiğe kadar tolere etmeniz gerektirir…
çünkü geldiğiniz yer kıskançlık haset imrenme gibi duyguları da
tetikler milyonlar üzerinde…ve milyonların tavrı her zaman anında değişebilir…milyonlar, gökyüzüne
de çıkarır bir anda, yerin yedi kat
dibine de batırır…
o zaman bu gerçeği bilerek yaşamanız ve
üretmeniz gerekir…
milli takımın son dönemdeki yönetim
anlayışındaki en büyük kusuru budur bence…bir bütün olarak ; hayatın bir terazi
olduğunu unutmasındadır…kefelerin her an değişebileceğini bile bile bu
gerçeği reddetmesindeki tavrındadır… bu ,
yetişkin insan tavrı değildir…dünya görmüş, umur görmüş insan/ların tavrı hiç değildir…kocaman insanlardan
yetişkin tavrı beklemek hakkımızdır oysa…
daha önce de yazdık anlattık şunları…arthur
ashee bir dönemin efsane tenisçisidir ve gepgenç yaşında küt diye
kanser olup ölümü bekler hale gelir…sorarlar kendisine; “tanrıya neden ben diye sordun
mu, sitem ettin mi?” diye…gözlerini kısar ve şöyle der ;
“tenise başlayan milyonlarca çocuk içinden en tepeye yükselirken sitem
etmediysem…şimdi bunu demek ne kadar ahlaklıca sizce…”
bu cümle derslerde okutulması gereken bir
cümledir…
yaşadığımız hikayenin denklemi ve terazisi bu kadar basittir aslında…
tabi, görmek isterseniz….
( murat örem / 23 haziran 2016 / ankara…)
-fotoğraf/çizim/ dünya kupalarının en sempatik maskot ikilisi
1974 federal almanya dünya kupası / tip ve tap...-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder