tam on yıl önceydi…
2006 yazıydı…
ankaranın yazıydı…
umur ve arda benden çok
uzaklardaydı…
zorunlu biçimde çok
erken başlamış tatildelerdi…
tatilde başka
zorunlulukları da varmış meğer
herkesin gittiği yaz
kurslarına herkes misali zorla !!! gitmek gibi…
bunu da aylar sonra
öğrenmiştim umurdan
bana başına gelenleri
bütün tepkiselliğiyle anlattığında…
sinirlenmiştim duyduklarım karşısında…
onca yıl bir kuleyi
emek emek inşa ederken
ilk boşlukta biri gelip
bir tekme atabiliyordu işte o kuleye…
hayat bu kadar kolaydı
, emekleri yok saymak istersen…
eh,
herkes gibi olmak…
formül buydu…
benim çözemediğimi
çocukların
başındaki çözmüştü işte…
aradan yıllar
geçerken
çok yakınımda dolanan
erkeklerden de
kadınlardan
da
ne çok duydum bu sözü
herkes gibi olmak…
herkes gibi olmak…
herkes gibi olmak…
sen de biraz olsana…
" herkesin de
herkes gibi olmanın da
sizin de ta …"
diye haykırmak geldi
içimden her seferinde…
çoğu zaman yaptım da bu
edepsizliği….
aslında tam da bunu yaparken
herkes gibi oluyordum
ama
bu sefer de o herkes
gibi olan adamdan yakınıyorlardı…
onların istediği herkes
gibi olmak
varla yok arasında bir
gölge gibi durmaktı…
kalabalığın arasında
var gibi yapıp yok olmaktı
yok gibi yapıp var
olmaktı…
2006 yazıydı…
2006 ankarasıydı…
umur ve arda,
biri 12, diğeri 8
yaşındaydı…
ben 40 yaşında bile
değildim…
işimden çıkar penceresinden bahçenin
göründüğü evime giderdim…
bir odasına hakiki pota astığım evde
zemin katında oturuyor
olmanın da rahatlığıyla
saatlerce şut atardım
potaya kocaman bir topla…
her şut attığımda ritmi biraz daha artırır
şakaklarımdan ensemden
ter şıp şıp akardı…
sonra saate bakar
yalnızca maçlar için açtığım büyük ekranda
2006
dünya kupası finallerini izlerdim…
bir gün bir vesileyle
bir boşluk anında bir tanıtım girdi
televizyon ekranında üç
beş dakikada bile insanın içine içine işleyen…
“hisarbuselik “ yazıyordu fragmanda…
müziği ve oyuncularıyla
özellikle senaryosu ve
diyaloglarıyla
başka, bambaşka bir
drama çalışmasıydı
hisarbuselik….
fragmanı izlerken
birden dank etti zihnim…
2006 martında ve hemen sonrasında
yılların ukdesiyle bile
bile ayaklarıma doladığım
hoşbirsadahanımla
gittiğimiz yerde çekilmişti dizi…
hatta içine girip
kurutulmuş çiçek tabloları aldığımız
sanat galerisinin
sahibi olan hanım
hisarbuselik dizisinin çekimlerinden
uzun uzun bahsetmişti bize…
hisarbuselik işte bu
diziydi…
devlet tiyatrolarının
birbirinden güçlü isimleri vardı dizide…
genç yetenekler vardı,
ileride çok daha tanınacak olan…
uzun ve yorucu bir
yazın en güzel zamanlarından oldu
o günden sonra farklı
kanallarda farklı bölümleri çıkan
hisarbuselik dizisi…
bir de bir vesileyle
tanıdığım
gözlerinegüneşdeğenkadın…
gözlerinegüneşdeğenkadınla
saatlerce konuşuyor
uzun uzun akşamın taaa
içine bakıyorduk …
yemekler taşıyordu
tencereler içinde…
şiirler okuyordum
pencereler önünde…
hayatını anlatıyordu bana ,
paylaşmakla çoğalmış çocukluğunu…
hayatımı anlatıyordum
ona , yüzlerce hayatı ağırlamaktan yorulmuş
ömrümü…
hoşbirsada gitmiş
gözlerinegüneşdeğenkadın gelmişti…
ama içimdeki kara derin
kuyu duruyordu….
ardanın ve umurun yokluğunun açtığı derin çukur
duruyordu…
ve ben her fırsatta
kocaman potalı odaya gidiyor
saatlerce ama saatlerce
şut atıyordum…
ve sonra zidane’ın çiğlikle rakibine attığı
kafayı izliyordum 2006 dünya kupasında…
bir de o muhteşem
"hisarbuselik " dizisini…
hisarbuselik öyle bir
diziydi ki…
bir gün bu topraklarda,
sosyoloji alanında
hala temel sosyal
bilimler yarınlara kalabilirse
2000’lerin başındaki
toplumsal hayatımızı
anlayıp anlatmak için
konunun uzmanları
mutlaka uzun tezler
yazacaklar
hisarbuselik dizisi
/ draması üzerinden…
dizinin temel
karakterlerindendi genç çetin…
orta alt bir ailenin
delişmen , aykırı ve sevdalı oğluydu…
bir sevgilisi vardı bir
türlü bir araya gelemediği
ve sevgilisi de
vurgundu çetin’e…
ama bir türlü olmuyordu
işte…
ve bir güzel mi güzel
kız daha vurgundu çetin’e….
belki herkesten çok
daha fazla biçimde vurgundu
ve hayatı her
manada alengirli olan zengin tüccarın kızıydı…
çetin en sonunda bu
zengin tüccarın kızıyla evlenmek zorunda kalacaktı…
ama öncesinde çetin, çok hırtlıklar yapacaktı kalbini dinlediği için...
ve öldürücü cümlelerden
biri şöyle geçiyordu dizinin bir yerinde
iki aile evlilik adımı
için görüşürken çetin son anda su koyuyordu…
ben sevmiyorum
nişanlanıp evlenmeyeceğim diyordu…
çetinin babası da tam
o anda çuvalı .ötünden silkeleyip şöyle diyordu ;
“sevmek ne ulan,
ben
anneni severek mi
evlendim…”
evlendim…”
kamera tam bu anda
anneye dönüyor
ve bin yılın acısını
nakşediyordu izleyiciye…
kocası tarafından
hiçbir zaman sevilmediğini öğrenen annenin üzerine
değil bir dağ, değil
sıradağ bir gezegen yıkılıyordu sanki…
çok merak edenleriniz
12/13 bölümde küt diye bitirilmek zorunda
kalan
hisarbuselik dizisini
internet üzerinden de
yudum yudum izleyebilir…
bana sorarsanız mutlaka
ama mutlaka izlemelisiniz de…
ama şimdi sizin bayram öncesi telaşınız vardır…
çocukların ütülenecek
gömlekleri vardır…
alınacak biletleriniz vardır…
o vardır bu vardır…
kıldır tüydür…
sözü uzatmanın alemi
yok…
zaten mevzu yine aldı
yürüdü…
okurların hatırlı bir
kısmı
bu satırlara ulaşamadan
telef oldu gitti…!!!
ama şu sahne bile ömürlüktür dizide...
hisarbuselik
dizisinin çetin karakteri
bir gün kasabayı
yukarıdan gören tepeye çıkar
akşam oldu olmak
üzeredir
kendisiyle etrafıyla
dünyayla derdi olan bir adamdır çetin…
-herkes gibi olamamış
bir bahtsız bedevidir…
çölde de ne hikmetse
habire kutup ayılarıyla rastlaşmaktadır…-
işte o yüksek tepeden
kasabaya bakar çetin
ve gençliğin de
toyluğuyla avazı çıktığı gibi bağırır
“insanlar,
ben sizler
gibi
olmayacağımmmmm….”
tam o sırada kasabanın
meczubu geçmektedir oradan
ve deli deli / akıllı akıllı bakarak öldürücü cümleyi mırıldanır
hepimizin ve çetin'in de duyacağı şekilde
kasabanın delisi ;
“bence sen de
herkes
gibi olmaya bak…
rahat edersin
delikanlı…
rahat edersin….
çok ama çok rahat
edersin….”
rahat edin sevgili
okurlarım…
rahat edin…
rahatınızı bozmadan
geçirin günlerinizi…
ne diyordu o güzelim
sözümüz,
“ elle gelen düğün
bayram…”
eh bayrama da az kaldı…
rahat edin…
( murat örem
/ 27 haziran 2016 / ankara…)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder