Her gelen gün büyük
acıları mutluluk ve neşesi kadar yükümlülüklerini de hatırlatıyor hepimize...
Anne babaysak her koşulda çocuklarımıza öncelik vermek
zorunda hissediyoruz kendimizi ...
Anne baba olarak metodlarımız
farklı olabilir...
Çağın önünde veya dışında da olabilir...
Bunlar ayrı bir yazının
konusu....
Yetişkin bir evlat olarak
eğitime devam ediyorsak öğrenci olmanın
hakkından gelmeye çalışırken yeni sorumluluklar alarak anne babamızın
üzerindeki yükü hafifletmeye çalışıyoruz vicdanlı ve sorumlu yaşamayı unutmamışsak.
Modern ve terorize edilmiş(!)
hayat
hepimizi dört duvarların içinde , ekranların önünde yapayalnız bırakırken, yaşadığımız her insani olay ve selamlaşma dahi
unuttuğumuz homo sapiens’i / düşünen
insan’ı hatırlatıyor hala .
Zihninin bütün
yorgunluğuna rağmen televizyonu kapatıp yazının
tercih edilerek seçilmiş dingin sularına yelken açıyor daha
sağduyulu olanlarımız sayıları az olsa
da….
Felsefe profesörü Ahmet İnam Hoca da yıllar önceki bir
yazısının farklı yerlerinde şunları diyor
kendi hayatından da yola çıkarak :
“ Bu ülkenin bir insanı olmanın
yaşanan
siyasal,
toplumsal,
ekonomik çalkantıların
dışında
pek göz önüne alınmayan
bir boyutu var.
Nasıl yaşar insanlar iç
dünyalarını?
Bireysel tarihlerinde
neler olmuştur, olmaktadır?
Kendi tarihimden bir küçük kesit vererek edebiyatla iç
dünyamın köprülerine dokunacağım kısaca.
Soyut dergisinde, 'Türk Edebiyatına Dokunmak' diye iddialı
bir yazı yazmıştım. Yirmi yaşında (1967, Ağustos ayı!) kendini, ülkesini,
dünyayı arayan bir gençtim. Bu yazıyı hangi donanımla yazdım?
Bir elektrik
mühendisliği öğrencisi idim, fizik ve matematik beni büyülüyor, felsefe
okuyarak, edebiyat biliminin temellerini atmak istiyordum.
Cahillik işte!
Ne ailemde ne çevremde edebiyatçı vardı.
Yapayalnız bir adamdım.
Hangi cesaretle yazdığımı düşündükçe olsa olsa cahil
cesaretidir, diyorum.
Ben insanlarla fazla
yakın olmayı, laubali olmayı sevmezdim.
Bir köşeye çekilir, teori kitapları okur, o teorilerden
kendime mahsus teoriler üretmeye çalışırdım. (...)
O zaman doktora öğrencisiydim; Eski Yunanca öğreniyorum,
Latince okuyorum, Osmanlıca metinleri sökmeye çalışıyorum. Öyle bir atmosferde
yazmıştım.
Ama galiba hep yalnız
oldum, bir gruba katılmadım.
Edebiyat camiasından iyi ilişkiler kurduğum insanlar oldu ama
derin dostluklarım olmadı.
Yalnız edebiyatta değil
hayatta da içli dışlı olduğum dostum olmadı.
Güzel dostlarım var ama
onlarla da uzaktan uzağa birbirimizi severiz.
Yapış yapış ilişkileri hiç
sevmedim.
Yalnız olabileceğim
dostlukları sevdim...
Yalnız olmama izin
vermeyen dostlukları sevemedim.
Yalnızlığıma müdahale
eden dostlukları bıraktım.
Dostlarla yalnız olmayı
seçtim.
Yalnızlığı, insan olmak
için taşımamız gerekir...”
Felsefe Profesörü Ahmet
İnam Hoca’nın alıntı yaptığımız son cümlesi çok önemli : Yalnızlığı, insan olmak için taşımamız gerekir...
Gerçekten de tercih
edilmiş bir geçici yalnızlık hali bir çok insanın zaman zaman başvurması
gereken yol olmalıdır.
Üniversite kantinlerinde,
işyerlerinde istisnasız bütün yemeklere
hep aynı saatte hep aynı grupla giden insanlara şaşırmamak elde değil.
Bu insanların hiç mi kendi kendilerine kalma ihtiyaçları
yoktur...
Hiç mi, gelip kendisinden bile bunaldığı gibi en
yakınındakilerden bile kısa süreliğine de olsa uzaklaşma, kendini tartma
ihtiyacı duymaz bir insan...
Bu soruların ardından yine
Ahmet İnam Hoca’nın cümlelerini paylaşalım :
“ İnsan yalnız kaldığı
zaman
içindeki bütün insanı,
insanlığı duyabiliyor.
Sonra, insanlara doğru yola çıkmak lazım.... “
Bu blogda edebiyat var
ama keskin cümleler ve net siyasi duruşlar eksik diye boyundan büyük laf
edenler varsa , bilsinler ki helva demeyi de halva demeyi de biliriz...
Ve, helva demek de halva demek de yalnız ve önce
insan içindir...
Ve , yine bilir misiniz
ki ;
“İzmler idrakimize
giydirilmiş deli gömlekleridir...”
“İdealist insan, ukala
olmalıdır. Ukala olmazsa ayakta kalamaz …”
diyen Cemil Meriç de Reyhanlı doğumludur.....
( murat örem / 14 mayıs
2013 / ankara....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder