Toplumlar, yalnızca
cep telefonlarına, üç boyutlu televizyonlara ve sekiz çekerli (!) arabalara sahip olma
oranlarına bakarak çok ilerleyip geliştiklerini düşünürlerse büyük hata yapar...
Teknolojik gelişme, ekonomik ilerleme bir toplumun refahını
artıran adımlardır ancak yetmez. Hiç yetmez...Toplumların ruhunu ortak
noktalarda buluşturan unsurlar
olmalıdır.
Kültür, medeniyet, erdem
, maneviyat kavramları da en az teknoloji ve ekonomi kadar önemlidir.
Düşünürler, sanatçılar,
edebiyatçılar toplumların görünmeyen işçi arılarıdır. Bu insanlar büyük paralar
kazanmazlar, çok göz önünde olmazlar, hatta birbirlerinden çok farklı fikirleri
savunurlar ama ‘kökü mazide olan atiler’
misali geleceğe aktarırlar medeniyet meşalesini.
Türk edebiyatının güçlü
kalemlerinden olan Memduh Şevket Esendal da maalesef hak ettiği kadar
bilinmemesine , hatta unutulmasına rağmen bir çok kuşaktaşı gibi işçi
arılarındandı cumhuriyet tarihimizin...
Memduh Şevket Esendal 29
Mart 1883 tarihinde Çorlu'da dünyaya gelir.
Balkan coğrafyasının kaynadığı zamana
ve imparatorluğun çöküşünün
hızlandığı döneme rastlar çocukluğu Esendal’ın.
Bu yüzden iyi eğitim
almamasına rağmen çabası ve merakıyla
ilerleyen yıllarda Fransızca, Rusça ve Farsça öğrenecektir Memduh Şevket Esendal. Sırf bu
yönü bile fazlasıyla saygı duyulacak tarafıdır...
Babasını genç yaştayken
kaybeden Memduh Şevket Esendal, üzerine binen geçim yüküyle bir süre gümrük
memurluğu yapar ve hemen ardından da
baba mesleği olan çiftçiliğe döner.
Gençlik döneminin önemli siyasi figürü ve gücü olan
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne katılan Esendal
parti müfettişi olarak dolaştığı Anadolu'da toplumun bütün kesimlerini
daha yakından gözlemleme ve tanıma fırsatı bulur.
Memduh Şevket Esendal,
yönetimi fiili olarak eline alan Ankara
Hükümeti'ni temsilen Bakü'ye
gönderilir ve ilişkilerin yürütülmesinde
önemli rol oynar. İlerleyen yıllardaki cumhuriyet döneminde diplomatik temsilci olarak farklı görevlerde
de bulunacaktır Memduh Şevket....
Mustafa
Şerif Onaran Esendal’ı, öykülerinde gözlemcidir. Yorum gerektirmeyecek yalın
bir anlatımı vardır. Gereksiz sözden olabildiği kadar kaçınır diye tanımlamıştır ...
Memduh
Şevket Esendal 24 Eylül 1940 tarihinde kızına yazdığı
mektubun bir yerinde de şunları dile
getirir: "Ben yaşlandıkça, medeniyet denilen nesneden, büyük şehirlerde
oturmadan hoşlanmaz oldum. Gidip Antalya'da büyükçe bir portakal bahçesi
almalı. Bunun içine bir buçuk katlı bir ev yapmalı. Geniş odaları olsun, kitap
olsun. Portakal ağaçları ile uğraşmalı. Alışkın inekler de olmalı. Tavuklar da
olmalı; köpekler de olmalı. Antalya mekteplerinde de ders vermeli. Kızlara da
ders vermeli. Yazıyı da yazmalı.
Esendal bu mektubun
ardından 12 yıl daha yaşar ve 61 yıl önce 16 Mayıs 1952 tarihinde 70 yaşın
eşiğindeyken son sözünü söyler... Özellikle otobiyografik unsurların çok baskın
olduğu Ayaşlı ve Kiracıları isimli
romanı bugün bile adı çok bilinen ancak maalesef aynı oranda okunmayan eseridir Memduh Şevket Esendal’ın.
Yıllar önce TRT
tarafından drama olarak da çekilen ve büyük ilgi gören Ayaşlı ve Kiracıları hem
otobiyografiktir hem de
Cumhuriyetin ilk dönemi hakkında belge niteliğindedir.
Sözlü ve sonra sonra
özellikle görüntülü kültürü çok seven bir millet olarak harflerle, yazılarla
aramız o kadar iyi değil hala...
Elbette bir ilerleme ve
aşama var ama yeterli mi ?
Unutmayalım ki ; Bir milletin yazarları, düşünürleri de o
milletin toprağını vatan yapanlardır, siyasetçiler
dahil herkesle her zaman her konuda aynı şeyleri düşünüp yazmamış
olsalar da ...
İhtiyar Çilingir isimli
güzelim hikayesinde bir zanaatkar üzerinden değişen ve dönüşen hayatı anlatan Esendal , o yılların zanaatkarları ve ustalık anlayışına selam durduktan sonra
şu sarsıcı cümleyi söyler; Her şeyi
inkâr eden o devir gelmemiş olsaydı, şüphesiz bu güzel şeyler sönüp
gitmeyecekti.
Bu
cümlelerde de, Anton Çehov’a ait unutulmaz
Vişne Bahçesi isimli oyunun kahramanı olan uşak Firs’de
sembolleştirilen hüzün ve hayatın geri döndürülemeyeceğine olan sitem vardır...
Memduh Şevket Esendal oğluna
yazdığı bir mektubunda da şunu demiştir bütün yalınlığıyla ; Bence günün
birinde ölmek hiç doğru bir iş değildir. Güzel güzel yaşayıp dururken kocayıp
ölmenin ne tadı var! Ancak, bu böyle olmakla beraber, günün birinde ölmek
sırası gelince ondan da çok çekinmem. Çünkü bu kargalar gelecek sene de yüz yıl
sonra da gene böyle uçarlar. İnsanlar da gene bu budalalıkları eder dururlar.
Oğuz
Atay da ne demişti o budala insanlara ;
“Canım
insanlar...Sonunda bana bunu da yaptınız....”
( murat örem / 20 mayıs 2013 / ankara....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder