“ Üstad, çoktan beri
ziyaretinize gelmek istiyorum.
Ancak ben, sizden çok
uzakta oturuyorum.(...)
Kültür Bakanlığı büyük
ödülünü kazandığınız için sizi candan kutlarım.
Bu ödülü almakla Kültür
Bakanlığını onurlandırdınız(...)
İnşaallah yüzüncü
yaşınızda da sizi tebrik etme bana kısmet olur.
Nesin Vakfı Edebiyat
Yıllığı için bir yazı rica ediyorum.(..)
Ziyaretinize geleceğim.
Yolunuz düşerse bir gün
sizi vakfa da misafir etmekten şeref duyarım.
Neslihan Hanımefendiye
lütfen saygılarımı bildiriniz...
Her zaman dostluklar...”
Aziz Nesin
Nesin Vakfı / İstanbul
Aziz Nesin’in mektubunda ‘üstad’
diye hitap ettiği, ölümünün 30. yıldönümünde bir kez daha hatırlanıp
anılan Necip Fazıl Kısakürek...
Yıllar yılı, farklı
düşüncelere sahip yazar ve düşünürleri
birbirlerine ilanihaye düşman kardeşler olarak görmeye o kadar alıştırıldık ki
böyle bir mektuptan haberdar olmak bile
çoğumuzu şaşırtıyor...
Necip Fazıl, her şey bir
yana bu toprakların, Türkçenin has şairlerindendi ve kendi deyimiyle uzun
çile dönemlerinden geçerek en sonunda derin bir huzur limanına ulaştığına inanmıştı...
Yıllarca adıyla anılan Büyük
Doğu, Necip Fazıl’ın dünyaya siyaseten baktığı yönün de
karşılığıydı ve bunun da bedelini ödemişti...
Tıpkı Cemil Meriç gibi,
Nazım Hikmet , Mehmet Akif, Sabahattin Ali Rıfat Ilgaz , Aziz Nesin ve yüzlerce
diğer isim gibi ...
Bu isimler dünyaya birbirlerinden
farklı yerlerden bakmıştı yaşarken ama ne yazık ki onlara çektirilen çileler
hepsini ortak bir acının isimleri yaptı
geçmişte...
Bundan 30 yıl önce 25 Mayıs gününde 80 yıllık ömür çilesi bitti Necip Fazıl için de...Geride onlarca
kitap , yüzlerce şiir, birbirinden iddialı fikirler, ideolojiler kaldı...
Necip Fazılı diğer
şairlerden ayıran çok önemli bir özelliği de yazdığı şiirleri sesiyle
etkileyici biçimde yorumlamasıydı...
Yazılı kültüre
mesafeli duran bir toplumda, bunca eseri ortaya koyan Necip Fazıl’ın durumunu yalnızca kararlı ve hatta inatçı kişiliğiyle açıklamak yetmez...
Çalışmak, inanmak ve
adanmışlık duygularını da görmek gerekir...
Necip Fazıl da , edebiyatçıyı
yalnızca ideolojisine bakarak
sevme veya reddetme’ refleksinden
payına düşeni aldı her zaman...Aynı Necip Fazıl 1960 darbesinden sonra -iki
ismi bir arada görenler şaşıracak ama- kendisinden 20 yaş genç olsa da o dönemin de
usta kalemi Çetin Altan’a da şunları yazmıştı;
“Çetin,
"Hürriyet" isimli bir yazını okudum.
Seni tebrik ederim.
Arada, ruhuna nûranî mânalar inebiliyor.
Böyle söylediğim için kusuruma bakma!..
Beni ve sana karşı fikirlerimi bilirsin...
Beni sorma; zindandayım!..
Bu kadarı kâfi değil mi?..
Bir gün beni görmeye değecek kadar maziden mâna ve hatıra taşıyorsan
gel!..
Sana Haktan gerçek selamet ve saadet dua ederim.”
Necip Fazıl Toptaşı Cezaevi – Üsküdar
“ Ahşap ev; camlarından kızıl biberler sarkan!
Arsız gökdelenlerle çevrilmiş
önün, arkan!
Kefensiz bir cenaze, çırılçıplak, ortada...
Garanti yok sen gibi fâniye
sigortada!
Eskiden ne
güzeldin; evdin, köşktün, yalıydın!
Madden kaç para eder, sen bir remz olmalıydın!..”
diyen de aynı Necip Fazıl
Kısakürek’tir...
30 yıl önce 80 yaşın
kapısından içeri girmeye bir gün
kala geride kalanlara veda eden Necip Fazıl Kısakürek , 20. yüzyıl Türkiyesi’nde
derin iz bırakmış , adı etrafında büyük kutuplaşmalar
yaşanmış , Türk edebiyat, düşünce hatta
siyaset dünyasında çoğu zaman kendi başına akan cazibe ve güç merkezi bir ırmak
olmuştur...
26 Mayıs 1904’te doğan ve çocukluğunu büyükbabası Maraşlı Kısakürekzade Hilmi Efendi’nin
konağında geçiren Necip Fazıl’a göre , bu konak
bir çok yönüyle ilham kaynağı olmuştur...
Doğumundan 70 yıl
sonra yayımlanan “O ve Ben” isimli kitabında hastalıklarla geçen çocukluk günlerini
şöyle yazar Necip Fazıl; “Alnımda hala
soğuk bezler hissetmekteyim. Keskin bir sirke ve hasta kokusu… evet, alnımda
sirkeli bezler… Ateşimi alsın diye… Bütün çocukluğum, ilk çocukluğum hastalıkla
geçti. On-on beş yaşıma kadar, bir çocuğun çekmesi mümkün ne kadar hastalık
varsa hemen hepsini çektim”
Şair ve edebiyat
araştırmacısı Ahmet Oktay çocukluk dönemi hastalıklarının Necip Fazıl’ın ruhsal
dünyası ve gelgitleri üzerinde belirgin
ve kalıcı etkiler bıraktığını yazmıştır…
1921 yılında Felsefe öğrencisi olan Necip Fazıl için daha sonra
Fransa’daki Sorbounne Üniversitesi günleri başlar...Necip Fazıl Fransa
günlerini : “Aylarca şehrin gündüzünden
habersiz bir gece yaşayışı… Oteldeki odamın aynası karşısında, yanaklarımı tırnaklayarak
döktüğüm gözyaşları… Çok defa otelin sabah kahvaltısından ibaret günlük gıda…diyerek
anlatmıştır...
Yaşayıp hissettikleri
Necip Fazıl’a unutulmaz “Otel Odaları” şiirini
de yazdırır...Yaşamını ağırlıklı olarak yayıncılık ve yazarlıkla sağlayan Necip
Fazıl, 1940’larla birlikte iç hesaplaşmasında ciddi bir dönüşüm yaşar.
Artık daha inançlı daha kararlı ve keskin bir Necip Fazıl
vardır.....
Bir dönem Ağaç dergisini
de çıkaran Necip Fazıl’ın adıyla özdeşleşen unutulmaz dergi Büyük Doğu olur . Büyük Doğu, aynı
zamanda Necip Fazıl’ın dünyaya siyaseten baktığı istikametin de karşılığıdır
ve bunun siyaseten bedeli de vardır...
Necip
Fazıl’a göre şair, bilerek veya
bilmeyerek yaradanı arayan insandır.
Necip Fazıl, aynı zamanda
Türk edebiyatının ve siyasetinin, istediği zaman tam merkezinde olmayı başarmış
ismi olduğu için sevenleri ve sevmeyenleri de keskin olarak ayrılmıştır birbirinden
çoğunlukla...
1980 yılı başında Kültür
Bakanlığı Büyük Ödülü'nü alır Necip Fazıl... Türk Edebiyatı Vakfı kendisine Şairlerin Sultanı ünvanını verir....Aradan
yalnızca aylar geçtiğinde 12 Eylül 1980 darbesinden Necip Fazıl da bir kez daha payına
düşeni alır...Uzun bir dönem ev hapsindedir...
25 Mayıs 1983 tarihinde
son nefesini verdiğinde seksen yıllık ‘çile’ biter Necip Fazıl için de...
O da , Asude bahar ülkesindedir artık ...
Necip Fazıl Kısakürek de
Türkiye’nin tarihindeki ‘edebiyatçıyı,
sanatçıyı yalnızca ideolojisine bakarak
çok sevme veya peşinen reddetme’ refleksinden ve insan olmaya dair zaaflarının bohça gibi ortaya dökülmesinden payına düşeni almıştır demek yanlış olmaz...
Hayatındaki med cezirlere
bakarak bir insanı veya insanları, edebiyatçıları, sanatçıları kendinize yakın ya da uzak hissetme hakkınız
vardır...
Ancak siz yakın hissediyorsunuz
diye bir çakıl taşı zümrüte dönüşmediği
gibi , yıllanmış bir kehribar da
siz sevmiyorsunuz diye alelade bir plastik muamelesi görmez...
Sanatçılar,
edebiyatçılar, düşünce insanları toplumun ortalamasının dışında ve farklı
şeyler söylerken büyük iç hesaplaşmalar ve çelişkiler de yaşayabilir...
Aslolan bunu da
görebilmek anlayabilmek ve birbirinden ayırabilmektir....
Ölümünün 30. yıldönümünde
bu yazıyla hatırladığımız Necip Fazıl bir
de şöyle demiştir yıllar önce :
“ Tek tek kalktı eşyamız, ahşap ev bomboş kaldı;
Güneş gözünü yumdu, has odamız loş kaldı..”
Türkçenin her has
şairinin , edebiyatçısının ölümü has odanın biraz daha loş kalmasıdır...
Gerisi laf-ı güzaftır...
( murat örem / 27 mayıs
2013 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder