Orhan Veli Kanık yalnızlığı
anlattığı güzelim şiirinde,
“Bilmezler yalnız
yaşamayanlar,
nasıl korku verir sessizlik insana;
insan nasıl konuşur kendisiyle;
nasıl koşar aynalara,
bir cana hasret,
bilmezler”
demişse, ölümünün 59. yılında kısa bir yazıyla anacağımız
Türkçenin en büyük hikayecisi de şunu
demişti;
“ Nereden gelirse
gelsin, dağlardan, kuşlardan, denizlerden, insandan, hayvandan, ottan böcekten,
çiçekten.
Gelsin de nereden
gelirse gelsin!
Bir hişt hişt sesi
gelmedi miydi fena...
Geldikten sonra yaşasın
çiçekler, böcekler, insanoğulları…”
Bu unutulmaz cümlelerin
de yazarı olan Sait Faik Abasıyanık’ın 48 yıllık hayatına sığdırdığı hikayeleri
mi hayatının kendisiydi , hayatı mı bir
hikaye gibi yaşandı ve bitti, tartışabiliriz...
Fakat , Sait
Faik Abasıyanık Türkçenin büyük kalemiydi, kelam erbabıydı, insanın, tabiatın
hayatın ve hesapsız çıkarsız
yaşamanın erbabıydı... cümlesini
tartışmak abestir...
Dostoyevski gibi çok büyük bir yazar hiç yüksünmeden ve onur
duyarak “ hepimiz Nikolay Vasiliyeviç
Gogol’un paltosundan çıktık’ diyebildiyse, Türkçenin usta kalemlerinin
çoğu da Sait Faik Abasıyanık’ın hasır şapkasının gölgesinde büyümüş ve
çoğalmıştır...
Sait Faik, 1906 yılının
Kasım ayında Adapazarı’nda doğar . Olaylı geçen öğrencilik yıllarından sonra
ancak 22 yaşında liseden mezun olabilir ve o zamanki adıyla Darülfünun’un,
Türkoloji bölümüne girer.
İlk hikayesi olan “Uçurtmalar”
Türkoloji bölümündeki öğrencilik yıllarında
yayımlanır....Hikayeciliğinin ilk yıllarında yazdığı Robenson’dan
, son yazdıklarına kadar Sait Faik’te değişmeden kalan insan sevgisidir ki ona ;
dünyayı
güzellik kurtaracak
bir insanı sevmekle başlayacak her şey”
dedirtmiştir ...
“ Yaşamak varken
çalışmak nedir ki ? “ diye samimiyetle soran Sait Faik Abasıyanık oğlunu zoraki tüccar yapmak
isteyen babasının ani ölümünden sonra hiçbir işte çalışmayacak yazdıklarından
kazandığı küçük paralar ve annesinin sahiplenmesiyle sürdürecektir hayatını..
Sait Faik’in Lüzumsuz
Adam’da yazdıkları bugün bile ne kadar tanıdıktır...Şunları der
orada
“Kimdir bu sokakları
dolduran adamlar?
Bu koca şehir, ne kadar
birbirine yabancı insanlarla dolu.
Sevmeyecek ,
sevişmeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbirlerine giren şehirler yapmışlar?
Aklım ermiyor.
Birbirini küçük
görmeye, boğazlaşmaya, kandırmaya mı?
Nasıl birbirinden bu
kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor?”
Sait Faik’in son
yazdıklarında görmek isteyenler için sanki
yıllar sonra okuruyla buluşacak Oğuz Atay imzalı hayali kahraman Olric’in
ayak sesi vardır...Neşesi kaçmış, sirozu ilerlemiş, dünyada iyiye giden bir
şeyler olmamasına içerlemiş Sait Faik’ten doğan ikinci bir insandır sanki bu…
Gençliğinden beri düzenli
bir yaşamı olmayan Sait Faik sirozdur... Hastalığın tedavisi için Fransa‘ya
gidişinde mesleği hanesini doldurmak isteyen görevliye ‘Yazar’ cevabını veren Sait Faik’in pasaportuna şu
yazılır cahilce ve küstahça ;
İŞSİZ...
Artık , yol da , yıl da ,
ömür de bitmiştir ve ülkesinde, İstanbul’da ölmek istediğini söyler Sait
Faik...
11 Mayıs 1954 tarihinde
de ‘sessiz geminin’ bir başka yolcusu kalkar İstanbul’dan...
O Sait Faik ki en bilinen
hikayelerinden olan Son Kuşlar’da şunu demiştir
“...dünya değişiyor dostlarım...
Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler
göremeyeceksiniz.
Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil
saçlarını da göremeyeceksiniz.
Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak.
Biz kuşları ve yeşillikleri
çok gördük.
Sizin için kötü olacak.
Benden hikâyesi.”
( murat örem / 7 mayıs
2013 / ankara....)
Büyük usta için, çok güzel bir anöa yazısı. Yüreğine sağlık.
YanıtlaSilHişt hişt seslerimizin kesilmemesi dileğiyle. 🍀