Şehirlerin
de kendine ait ruhu var ama dünyanın en güzel meydanını , sokaklarını, denizini,
deresini, göllerini güzelleştiren de önce
insan...
İnsan
yoksa , güvercinlerin, balıkların , sokakların, ağaçların meydanların boynu
bükük... İçinizden kaçı kocaman bir çınara yaslanıp, her şeye inat yaşamayı ve şiir yazmayı
iş edinmiş biriyle, bir şairle tanıştı günlük hayatın tam da
içinde hem de ?
“Şiiri de şairi de severim” biçimindeyse cevabınız ve yolunuz İstanbul Beyazıt Meydanı’ndan bir
kez geçtiyse Hüseyin Avni Dede’yi
biliyorsunuzdur uzaktan yakından.... En azından uzun saçlı, uzun sakallı , derin kuyu gözlü adamı
görmüşsünüzdür.
Çeyrek
asırdan daha önce de
İstanbul’da, tarihi Sahaflar Çarşısı’nın Beyazıt Camii’ne açılan kapısı önünde asırlık bir çınarın altındaydı Hüseyin Avni Dede ilk gördüğümde... Hüseyin Avni o zaman da şiir
kitaplarını, o çınarın altında imzalıyor,
geçimini, sattığı kitaplardan, yıllanmış bozuk paralardan, eski pullardan ve
gümüş takılardan sağlıyordu.
Hüseyin
Avni Dede’nin tezgahı yıllar içinde bazen kaldırıldı , bazen yerine kondu ama o ısrarla ve
kimselerle tartışmadan hep o çınar ağacının altında durmayı yeğledi.
Seyyar
satıcı değildi Hüseyin Avni Dede...
Bir
dünya kentinin , İstanbul’un simgelerinden biri olmuştu neredeyse elli yıldır. Dünyadaki tek dikili ağacı olan “Çınaraltında” yaşıyordu.
Küçük
bir mermer parçasının üstünde, Beyazıt’ta sahaflara dönük yüzüyle,
şiirseverleri bekleyen Hüseyin Avni Dede’yi, gördüğüm haliyle anımsamak istedim
hep. Upuzun saçları, rüzgarda savrulan sakalı ve insanın gözünün içine içine
bakan halini tutmak istedim aklımda. Bir de, işine ve insana duyduğu saygı nedeniyle,
yaz kış ayakta hep ayakta olan görüntüsünü kazıdım zihnime.
1980’lerin
sonlarına doğru Eylül ayının bitimine denk gelen şaşırtıcı derecede soğuk mu soğuk günlerden
birinde öğrenciliğimin geçtiği İstanbul’daydım
yine. Bin yıllık dostum da vardı yanımda. Beyazıt’a, sevdalı halimle uzatmalı okuduğum İstanbul Üniversitesinin
tarihi binasına ve Çınaraltına
götürmüştüm onu . Sahaflar, İstanbul Üniversitesi, Çınaraltı, Beyazıt Camii ve üzerinden pek
çıkarmadığı her halinden belli olan siyah paltosu, büyük taşlı gümüş yüzükleri,
gelene, gidene ve soru sorana aynı yakınlıktaki bakışlarıyla duran Hüseyin Avni Dede’yi tanıtmıştım.
Bugüne
kadar, kitabını imzalattığı yazarların yüzüne bakmamasına alışık olan
dostum, “Acıya Kurşun Geçmez” kitabının
içine yazdıklarına çok şaşırmıştı Hüseyin Avni Dede’nin. Hüseyin Avni Dede her
zamanki gibi önce enikonu sohbet etmiş sonra imzalamıştı kitabını çünkü.
Kitaba
da adını veren ‘Acıya Kurşun Geçmez’
şiirinin sonunda şunları yazıyordu
Hüseyin Avni Dede:
Acıların en kötüsünü
Ama
en kötüsünü tattığımı biliyordum
Çünki
gözlerim
Dost elleriyle kör olmuştu
Çünki
gözlerim uzağı seçmiyordu
Çaresizliğim
kurşun üstüne kurşun yese de
Anladım ki acıya kurşun geçmiyordu
O
kadar çoktu ki ziyaretçisi Hüseyin Avni Dede’nin. Turistler mesela, fotoğrafını
çekmek için kuyruğa giriyordu. Bu durumu kanıksamıştı ve bacağına sürünen
kedilerle de ilgileniyordu. Yaşayan ve yaşatılmaya çalışılan her şeyi seviyordu
Hüseyin Avni Dede...“Bir gün birinin işine yarayabilir, başka birinin işine yaramasa da çok
hoşuna gidebilir ya da bir gümüş rozet büyük bir hikayenin , şiirin kapısı olur ” diye biriktirmek cıvataları,
vidaları, eski diş macunu kutularını, kol düğmelerini, anahtarlıkları herkesin
yapabileceği şey değildi ....
Hüseyin
Avni Dede ; İstanbul’un , Beyazıt’ın, Çınaraltının şairi....
Ceyhun
Atuf Kansu’nun bir mısraındaki gibi ; “Yığılmış
karanlığın önünde, aydınlığın en eski türküsünü söyleyen adam; Hüseyin Avni
Dede...”.
Hüseyin
Avni Dede’nin tezgahı ve kendisi Bayazıt’taki tarihi Çınaraltı’nda bin yıllık yerinde mi hala ,
İstanbul’dan uzaklardayken bunu bilmenin mümkünü yok. Muhtemeldir ki bir
şekilde oradadır . Muhtemeldir ki ilerleyen yaşına rağmen her gün Kadıköy’den kalkarak Beyazıt’a gelip
o çınarın altından bakıyordur dünyaya,
hayata ve insanlara şairliği babasından tevarüs etmiş olan Hüseyin Avni Dede...
Bütün
şehirlerin kendine has bir ruhu vardır. Bir şehir deniziyle de, dağı tepesiyle
de , meydanı veya yollarıyla da çok güzel olabilir. Ancak dünyanın hangi şehrine
giderseniz gidin o şehre ruhunu veren insandır, insanlardır...
Dünya
üzerinde bir çınarla bir meydanla ve bütün insanlarla birlikte anılan kaç has
şairi, kaç Hüseyin Avni Dede’si var ki insanlığın diye sorsak ne dersiniz ?
Türkiye bu insanlarının ne zaman farkına varacak diye sorsak ne dersiniz ????
(muratörem/2010/ankara.../ sevgili ayşın örem
alptekinoğlu’nun yazıp hatırlattıklarıyla..)
Hala çınaraltında, yaşlı çınarla yarışırcasına, Beyazıt meydanını, şiiri kollamakta efendim.
YanıtlaSildeğerli watozaky;
Sil"keman çalan ölülere " , hüseyin avni dedelere iyi bakın, iyi bakalım....
bir gün gidecekler ve yerlerine yenileri gelmeyecek...
selamlar....
murat örem....
Bundan 10 yıl önce 40 50 yıllık bir zaman var derdim bu kültüre ulaşmamıza. Şimdi inşallah ulaşırız diyorum.
YanıtlaSil