“Bir
insanı, gerçekten uyuyorsa uyandırmak mümkün olur...Ancak uyumayıp,
uyku taklidi yapıyorsa, dünyanın bütün gayretlerini sarf etseniz, nafiledir”
özdeyişi insanlık ve Hindistan
tarihinin yüz akı Mahatma Gandhi’ye ait...
Edebiyat
tarihimizi, halk edebiyatı ve divan edebiyatını iyi bilenler
hatırlayacaktır ki semboller, simgeler, eğretileme ve göndermeler bizim de
toplumsal hayatımızın, insan ilişkilerimizin temel unsurudur.
Hayat kimilerine göre, tesadüf gibi görünen
denklemlerin ortaya çıkardıklarıyla yaşanır. Oysa tesadüfün yanında tevafuk da vardır
inananlar için... Tesadüfte denk gelmek varken, tevafukta adına hayat ve
yaradan denen ilahi gücün denk getirmesi de söz konusudur...
İnsanlar,
birbirlerinden hatta kendilerinden bile habersiz olarak onlarca yıl yaşayabilir,
soluk alıp verebilir. Sonra bir gün, bir vesileyle tanırlar birbirlerini,
kendilerini....
Aslında;
Hayat değil, maskeler yorar
insanı...
Maskelerin altında soluksuz
kalan yüzler yorar...
Kabullenmeler, teslim olmalar,
çizilen sınırlar yorar...
Daima gülmek zorunda olan
suretler,
‘yıkılmadım heppp ayaktayım’ replikleri yorar...
Oysa,
yıkılmak, üzülmek, ağlamak insana
dairdir...
Düştüğü
yerden kalkmak da insana dairdir...
Hatta
gün gelip bir süre kalkamamak da...
Her
şeyin hızla plastikleştiği bir çağda bütün bir ömür rol yapmaya çalışmaktır
insanı en çok yoran. Herkes büyürken kirlenir az ya da çok. Mesele, büyüdükçe
büyüdükçe bu kirliliği benimsemek ya da sorgulamak arasında durulan yerdedir....
Zordur, kişinin zamanı geldiğinde en ağır ve en
acımasız soruları bir ok gibi kendine de çevirmesi yıllar geçip gitmişken
maskelerle...
Zordur,
hem soruları sormak hem de verilen yanıtları yürekte ve akılda taşımak yeni bir
yol kavşağında...
Sonra,
günler yıllar geçer...
Paylaşılır,
anlatılır, ağlatılır, didişilir.
Vicdan
azapları yaşanır.
Çok
istenirse, çok istenirse paylaşmak güzeldir...
Her
şeye değerdir.
Sevmek,
özlemek, özlenmek, kıymetlenmek de güzeldir.
Bir
şarkıyı, içinde duya duya karşılıklı mırıldanmak muhteşemdir. İşte o zaman “Yeşil pencerenden bir gül at bana /
ışıklarla dolsun kalbimin içi” diye seslenebilmek ve ayaz kışın içinde kocaman bir öbek karın altından
çıkan ‘kardelenler’ misalidir hayat...
İnsan
sorularının, cevaplarının, umutlarının, yalnızlıklarının, hayal
kırıklıklarının, düşüp düşüp de yine ayağa kalkmalarının toplamıdır çünkü....
İnsan
muammalarının da toplamıdır.
Sevgilerinin,
özlediklerinin, kızdıklarının, yaşadıklarının, özlemlerinin toplamıdır insan.
Bir
insan, uzaklardan bir başka insanı, ışıklı bin bir bahçenin içinde yüzerken de
sevebilir, yıllardır taşıdığı maskesinden vazgeçip aslına kesinkes dönmeye karar verdiğinde de...
Sevmek, bağışlamak, özür
dilemek küçültmez insanı, eksiltmez...
Yaşamak dediğimiz gerçeklik kah fırtına
boranda, kah yakıcı güneş altında seyrü seferse, kimsenin peşin peşin
dalgalara, fırtınalara teslim olmaya, pes etmeye hakkı da yoktur.
Aslolan
; en güneşli havada bile bir gün yeni
bir fırtınanın çıkacağını da unutmamakta
veya en karlı tipili havalarda bile gün gelip mutlaka güneşi göreceğine inanmaktır...
“
Kara gün kararıp kalmaz” diyebilmektir...
İnsan
her şeye yeniden başlayabilir...
Her
şey olur, her şey biter, geriye hayat kalır o güzelim şarkıda da söylendiği
gibi...
Şairin
dediği gibi, yaşamak, boğazdan lıkır lıkır geçen suyun, maviliğin,
pencereden görünen gökyüzünün, çiçek açmış bademin, güneşli odanın, çamurlu
sokağın, beyazın, siyahın, yeşilin, pembenin kıymetini bilebilmektir biraz da.
Yaşamak
düştüğün yerden yeniden yeniden kalkabilmektir...
Yaşamak
, “Bulut varsa güneş de var, rüzgar varsa
liman da var, insan varsa umut da!” diyebilmektir...
( murat örem / ocak 2011 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder