Cuma
günleri bir çalışma haftasının daha son
düzlüğü nüfusun büyük çoğunluğu için. Elbette hafta içi temposunun yanında hafta sonunun ve
özellikle cumartesi günlerinin de
kendine özgü telaşı var.
Öğrenciyseniz,
hafta bitse de , hiç bitmeyen deneme sınavları, dershaneler var... Öğretmenseniz
çalıştığınız okula dershaneye kimi koşa
koşa, kimi iş olsun diye gelen öğrencilere anlatılacak matematik, fizik , kimya
formülleri, dilbilgisi kuralları var...
Anne
babaysanız ve hafta sonunda ayıracak zamanınız varsa ‘allah hiçbirinin yokluğunu göstermesin ama !’ çocuklarımızın çoğunun yerli yersiz kaprislerini çekecek enerji ve
hoşgörüye ihtiyacınız var...
Mesela garson veya kasiyer olarak büyük bir alışveriş merkezinde
çalışıyorsanız hafta içinden daha yoğun
geçecek günün telaşına hazırlanmak var
cumartesi günlerinde...
Büyük şehirlerin trafik keşmekeşi içinde
saatler boyu direksiyon sallamanın zorluğunu
yaşıyorsanız, özellikle Cuma , Cumartesi günlerinin telaşı ve karmaşası
var.
Bunlar
bir yanıyla çok sıkıcı, bunaltıcı bir tempo
özellikle şehirlerde yaşayanlar için
çünkü Türkiye
1950’lerle birlikte iç göç olgusuyla tanıştığı günden bu yana sürekli
hareket halinde....
Sürekli
ama sürekli hareket ve seyyaliyet halinde....!!!
Yalnızca çeyrek asır önce bile nüfusunun yarıdan çok fazlasının kır ve köylerde yaşadığı Türkiye’de, bugün şehirlerde yaşayanların oranı neredeyse yüzde seksen...Bir başka ifadeyle Türkiye’nin bütün nüfusunu ve insan sayısını on kişi olarak kabul edersek, her on kişiden yaklaşık sekizi şehirlerde yaşamaya, şehirlerin çeperlerine tutunmaya çalışıyor.
Hal
böyle olunca da şehirler kimselere yetmiyor...Kimseler de şehirlere sığamıyor.
Şehirler kimselere yetmediği gibi, zaman da mekanlar da insanlara yetmiyor. Mega
şehirler diye tanımlanan İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana , Mersin gibi
yerlerde yaşayanlar içinse ulaşım bile başlı başına bir sorun.
Bir
kişinin bu şehirlerin trafiğinde heder
ettiği zaman dakikalar değil saatlerle
ifade ediliyor. Evet, her gelen günle metro inşaatları, raylı ulaşım, deniz
yolları, tüp geçit sayıları şehir içi ulaşım seçenekleri çoğalıyor ama yine de ihtiyacı
tam anlamıyla karşılamak mümkün olmuyor çünkü tüm bu hizmetlerin oranı artarken bir yandan da talep edenlerin sayısı
yani nüfus da durmadan çoğalıyor, çoğalıyor...
Okul
çağındaki çocuklarımız sabahları dört duvarlı evlerinden çıkarak büyük konserve kutularına benzeyen servis
araçlarına binip bir başka dört duvarlara gidiyor...
Öyle eskisi gibi köşe başında arkadaşlarıyla
buluşup aylaklık ede ede okul yoluna yürüyenler de pek yok çünkü anne babaların
kaygılanması için öyle çok neden var ki, trafikten tutun da zarar verecek olaylara
kişilere kadar..
.
İstesek de istemesek de yaşadığımız koşullar değişiyor. Bir yakınımızdan mektup
beklemenin tadı, umulmayan zamanda alınan kartpostalın sevinci yerini cep telefonlarının mesaj seslerine,
mail kutularının sana mektup var işaretlerine bırakalı epey oluyor.
Alışık
olduğumuz hayat ağır ağır bir kararlılıkla çok şeyi fark ettirerek , ettirmeyerek dönüştürüyor ve akıyor, akıyor, akıyor....
Bunları
söylemek geçmişe ağıt yakmak değil. Çünkü öte yandan da değişen koşullarla birlikte hayatımızın bir
çok alanına umulmadık kolaylıklar da geliyor. Mesela, en zengininden en kıt
kanaat geçinene kadar hemen hemen hiçbir anne bebeklerinin bezini yıkayıp,
çitileyip tekrar tekrar kullanmıyor artık. Hazır bezler , kağıt havlular şunlar
bunlar en pahalısından ucuzuna dek her keseye hitap etmek için yıllardır
raflarda.
Yolculuğa
uğurladığımız yakınımızın nerede olduğunu öğrenmek bir telefona bakıyor. Eskisi
gibi merak içinde kalmıyoruz hiçbirimiz...
Dünya
değişiyor, ülkemiz değişiyor, koşullarımız değişiyor. Farkında olsak da olmasak
da bu arada bizler de değişiyoruz, ilişkilerimiz bile ışık hızıyla değişiyor.
Mesela
artık ‘üç günlüğüne de olsa’ neredeyse hiç kimse yakınlarından borç para istemiyor. Reklamlarda bile bu durum
vurgulanarak borç para isteyerek kimseyle dostluğunuzu bozmayın deniyor herkese...
Dünya,
komşu komşunun külüne bile muhtaçtır atasözündeki
gerçeklikten uzaklaşarak yalnızca
kendinize güvenin, en çok kendinizi sevin
diyenlerin patırtılı ve sevimsiz insanların sesinin
daha çok çıktığı bir yer oluyor hızla..
İyi
mi oluyor, kötü mü oluyor herkesin sorusu ve cevabı kendine göre olsun...
( murat
örem / 2011 / ankara ..)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder