Üzerinde
herkesin her zaman söyleyecek sözü olmasına, bitip tükenmeyen eleştirilerle
gündemde tutulmasına rağmen, insanlığın en temel sosyal birimi hala aile...
Aile
kurumu tekrar tekrar sorgulansa da, ayrılmalar boşanmalar ülkemiz de dahil yirmi otuz yıl önceye göre ışık hızıyla artsa
da, bütün kültürlerde aile olmanın büyüsü sürüyor. Çünkü aile demek
çocuksuz dahi olunsa bile “iki kişi bir kişiden
fazladır” demenin manalı ve güzel
ifadesi...
Ünlü bilge Sokrates şöyle
demiş öğrencilerine o çok bilinen anekdotta ; “Bence hepiniz evlenmelisiniz...Karınız iyiyse,
mutlu bir koca, kötüyse benim gibi ( filozof ) olursunuz..."
Aynı
Sokrates, idamına karar verildiğinde “Seni haksız yere ölüme mahkum ediyorlar”
diyen karısına da şunu demiş “Beni haksız yere ölüme mahkum etmeleri çok daha
iyi değil mi, ya bir de gerçekten hak etmiş biri olarak ölüme mahkum edilseydim...?”
Ayşe
Hür, tarihte barışçıl direnme biçimlerine değindiği yazısına şu alt başlığı
atmıştı aylar önce: Sivil itaatsizliğin
babası: Sokrates... Şunları diyordu Ayşe Hür yazısının farklı cümlelerinde,
‘Sivil
itaatsizlik’ eylemlerinin mucidi Sokrates tarihin en ilginç kişiliklerinden
biridir. Yazılı eser bırakmadığı ve hiç seyahat etmediği için, kişiliği ve
öğretileriyle ilgili bilgileri öğrencileri Platon ve Xenophon’un eserlerinden
öğreniriz. Bazıları, Sokrates’in Platon’un ikinci kimliği olduğunu ileri
sürerler. Yaşadığını düşünenler ise, hayatını MÖ 469-470’de başlatırlar.
Babası heykeltıraş, annesi
ebedir. Bir yanda baba mesleğini icra ederken, diğer yandan geometri, müzik ve
astronomi gibi dönemin temel bilimleri üzerine dersler almıştır. Sokrates,
kaynaklarda yaz-kış üstünde bir harmani ile ve çıplak ayakla dolaşan, dökülmüş
saçları, yuvarlak yüzü, iri burnu ve kaba görünümü ile filozoftan çok hamala
benzeyen biri olarak tarif edilir. Şaraptan, aşırı yemekten, zevk verici
alışkanlıklardan uzak yaşar.
Gösterişten uzak, sade tavırlı,
sözüne ve borcuna sadık, dürüst, yeise kapılmayan, dirençli ve güçlü biridir.
Hayatının uzunca bir döneminde askerlik
yapan, ilerleyen yaşında halk mahkemesinde jüri üyeliği ve yargıçlık
görevlerinde bulunan Sokrates’i asıl ünlü yapan gençlere yönelik dersleridir.
Bu dersler, çarşıda, sokaklarda, parklarda şiir, felsefe, bilim, sosyal
konularda yapılan serbest konuşmalar şeklinde geçer.
Ahlaklı ve bilgili gençler
yetiştirmeyi amaçlayan Sokrates, karşılıklı konuşma şeklinde yürüttüğü bu
derslerini ücretsiz verir ancak konularını büyük bir ciddiyetle ele alır.
Derslerinin temel meselesi “Doğru bir yaşayış nasıl olmalıdır?” soruna cevap
aramaktır.
Ancak, Sokrates, kendisini ‘bir şey öğreten’ biri olarak değil,
‘insanlarda zaten var olan bilgiyi doğurtan kişi’ olarak tanımlar…
Sokrates, 399 yılında, 70
yaşını aştığı sıralarda birçok taraftar bulmasını kıskanan ve kendi çıkarları
doğrultusunda kurdukları düzenin eleştirilmesine katlanamayan elitler
tarafından, “dinsiz”, “gençlerin ahlakını bozuyor”, “Atina’nın iman ettiği
ilahlara inanmıyor”, “devletin tanrılarını yok sayarak, yeni tanrılar
yaratıyor”, “Atina’nın tanrılarından farklı tanrıları yüceltiyor” diye ölüm
cezası talebiyle mahkemeye verilmiştir.
200 bin nüfuslu Atina’da
yaşayan 30 yaş ve üzeri altı bin yurttaş tarafından kurayla seçilen Beşyüzler
Meclisi’ndeki yargılaması sırasında yaptığı savunma tarihe geçmiştir. Çünkü
Sokrates, soru-cevap şeklinde geçen yargılama sürecini öylesine ustalıkla
yönetmiştir ki, bir süre sonra yargılayanla yargılanan yer değiştirmiş, ‘yargıç’
Sokrates, Atina halkını, soylularını, devlet düzenini yerden yere vurmuştur.
Ayşe
Hür yazısının devamında, Sokrates’in mahkemeden özür dilerse bağışlanacağını
bildiği halde bunu kesinlikle reddettiğini,
öğrencilerinin kendisini hapisten kaçırma tekliflerini de ısrarla geri
çevirdiğini belirtir ve baldıran
zehiriyle ölüme gönderilmesinin yine de bir ayrıcalık olduğunu vurgular...
Yazının
son cümlelerinde de şunları aktarır: Sokrates’in cezasının nasıl
infaz edildiği, Platon’un ‘Fedon’ isimli eserinde ayrıntılarıyla anlatılır.
Buna göre, Sokrates, cezanın infazını yakın dostlarıyla beklemiş, kendisine
zehri getiren görevliye “Pekâlâ dostum, sen bu şeyleri bilirsin, ne yapmam
gerekiyor?” diye sormuş, görevlinin “Sadece iç!” demesi üzerine, geleneğe uygun
olarak kabın içindeki zehirden tanrıların payı olan bir damlayı yere döktükten
sonra kalanını bir kerede içmiştir. Ardından da dersine devam etmiştir. Vücudunun
soğumaya başlaması üzerine, öğrencilerinden Kriton’a, hasta olan bir başka
öğrencisi ve dostu Apollon’un iyileşmesi için sağlık tanrısı Asklepios’a bir
horoz adadığını, bu adağı yerine getirmeyi unutmamasını söylemiş ve son
nefesini vermiştir.
Dünya
medeniyet tarihi, en az iki taraflı oynayarak ahlaksızlığı yaşam biçimi haline getirenler kadar , inandığını söyleyip yapmak uğruna kendi geleceğini hiçe sayan
isimlerle de dolu ne mutlu ki...
Elbette,
insanların her birinden, her zaman ve her koşulda böylesine erdemli olmayı ve
inandıkları doğrular için canlarından bile vazgeçmesini beklemek aşırı bir iyimserlik...
Ancak ne mutlu ki insanlık tarihinde bu isimler de yaşamış.
Sokratesler, Brunolar, Dreyfuslar, Galileler, Gandhiler de olmuş...
Arada hatırlamakta ve aynaya daha sık bakmakta büyük yarar var.
Ancak ne mutlu ki insanlık tarihinde bu isimler de yaşamış.
Sokratesler, Brunolar, Dreyfuslar, Galileler, Gandhiler de olmuş...
Arada hatırlamakta ve aynaya daha sık bakmakta büyük yarar var.
(murat
örem / ocak 2012 )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder