" Okumak, yazmak
yalnızlaştırır mı insanı?
Çok düşünmek yalnızlığa açılan
kapı mıdır ?"
İnsan
ürettiklerinin mi tükettiklerinin mi toplamıdır ? “
Bu
cümleler öyle derin bir kuyuyu tanımlar
ki...
Adeta
o meşhur hikayede anlatılan üç cümlelik fikir düellosu misalidir.
Hikaye
şu ; hani profesör anfiyi dolduran öğrencilerine tek kelimelik
bir soru sormuş sınavda , Türkçe’de “Neden?” anlamına gelen şekilde 'Why' diye...
Öğrencilerin
her biri dakikalar boyunca tomar tomar kağıtlara yazmış da yazmış ancak bir genç daha sınavın başında bomboş
kağıda kocaman harflerle “Neden olmasın? / neden değil....”anlamına gelecek şekilde “Why not
?” diyerek çıkıvermiş sınavdan ilk dakikada...
Şimdi
bir daha soralım ve adım adım cevabını vermeye çalışalım;
" Okumak yazmak
yalnızlaştırır mı insanı, çok düşünmek
yalnızlığa açılan kapı mıdır? İnsan
ürettiklerinin mi tükettiklerinin mi toplamıdır ? “
O
zaman işte bir cevap en kallavisinden; Okumak,
yazmak yalnızlaştırmaz insanı, insan
zaten bir yanıyla hep yalnızdır. Güzel yalnızdır...Yalnız güzeldir...
İnsanların,
içinde iyilik ve kötülük de barındıran bütün çabaları, -Prospero ve Caliban'ı hatırlamak gerekir burada- bu ürkütücü görünen yalnızlıkla yüzleşmekten
kaçmak içindir genellikle toyluk zamanlarında....
Oysa
yalnızlığın, tıpkı düşünmek ve yazmak gibi, insanı büyüten, olgunlaştıran, zenginleştiren,
“Hamdık piştik elhamdülillah!”
dedirten bir yanı vardır.
O,
kalabalık iş toplantıları, sentetik eğlenceler, oyunlar, iş yerlerinde öğle
vakitlerinde kendi kendine kalmaktan korkarak kafileler halinde beraber yemeğe
gitmeler, plastik gülüşlerle bezeli büyük sofralar, şunlar bunlar bir yanıyla çok güzeldir ama
öte yanıyla da hepsi çok hüzünlüdür aynanın arkasını görebilenler için...
Çünkü
insan önce ve öncelikle yalnız bir canlıdır...
Yaşarken
bir gün küt diye öleceğini bilen tek canlı türüdür insan...
Düşünmek daha da yalnızlaştırır
insanı diyebiliriz basit bir mantıkla. Okumak, yazmak, düz
mantıkla yalnızlığın daha da katmerlenmesi
olarak görülebilir ama derinlerden bakarsak yazmanın da özünde paylaşmak, yalnızlığa ortak aramak hatta o
yalnızlığı aşmak, hayatı anlamlandırmak,
bu dünyada ben de var(d)ım
demek yok mudur?
Yazmak,
düşünmek biraz da, insanoğlunun ölümlü
olduğunu bile bile yokluğa meydan okuması değil midir?
Sizce,
Cemal Süreya öldü mü, Ahmet Arif, Refik Halit, Mehmet Akif , Cemil Meriç öldü
mü? Yunus Emre ölmüş bir adam mıdır?
Okumak,
yazmak, düşünmek, üretmek, yalnızlık duygusunun dayanılmazlığına, ölümsüzlüğe bir çentik atmaktır, belki bir belki bin yıl sonra bu çentiğin de mutlaka
aşınacağını bile bile hem de...
Ayrıca
hüzün, yalnızlık, acı, korku da önemlidir
ve bunların hepsi çok insanidir... Mesela doğu toplumları, ki Türkiye de bundan
varesta değildir, ne yazık ki sevinci değil de hüznü paylaşmaya daha yakındır
her zaman. Anadolu’nun bazı köylerinde hala yaşayan geleneğe göre yeni evliler
önce mezarlığa götürülür. Hayatı, sevgiyi, aşkı yaşarken ölümü de hiiiç
unutmasınlar diye.
Bir
yanıyla ürkütücü görünse de, geçmişte ölülerini evlerinin bahçesine gömen
kültürden kalan güzel ve öğretici geleneklerdir bunlar anlamak isteyenler
için...
Ölümü,
acıyı, yokluğu, paylaşmayı, güvenmeyi, sevmeyi, sevilmeyi kısaca insanı hayatın bu kadar dışına atmak daha çok batının / kapitalizmin / maddeciliğin
bir günahıdır...Topraklarımıza da ağırlıklı olarak buradan sirayet etmiştir.
Oysa
İstanbul'un Anadolu yakasını düşünün…Bütün inşaat yağmalarına rağmen hala
o serin servilerin arasından ölü veya
diri bütün insanlara yol açan, kucak açan
Karacaahmet Mezarlığı’nın huzurunu, dinginliğini verdiği ruh
terbiyesini düşünün...
Kasabalarımızı,
köylerimizi düşünün...
Bugün
bile bu yerlerin çoğunda hayat ve ölüm ne kadar içiçedir...
Filozof,
unutulmaz sözlerinden birinde “Dünyaya
gelen insanların hepsinin bir gün ölmesi korkunç bir şey” demiş, hemen arkasından da her zamanki ironisiyle
eklemiş, “Ancak daha korkuncu da
olabilirdi, ya bu insanların hiçbiri ölmeseydi?”
Oğuz
Atay da kırk üç yıla sığdırdığı unutulmaz yazılarından birinde babasına mektubunu
şöyle bitirmiş: “Ne yani babacığım, ben de senin gibi bir gün ölecek miyim?”
Modern
çağ insanının en büyük korkusu, kaybetme duygusu ve ölümdür... Oysa sonlu bir
hayatın içinde olduğunu bilmek bir yanıyla ürkütürken insanlığı, öte yanıyla da çok farklı kavram ve değerleri
öne çıkarabilir. Bu yüzden hemen hiçbir reklamda insana ölümlü olduğunu
hatırlatmaz art direktörler...
Oysa
tasavvufi düşünce ölümü bir kıymık gibi
taşır her kelimesinde..
Çok
da iyi eder...
Hesap
verme gününü, yok olma gününü gözünde ve zihninde canlandıran hakiki bir vicdan
için ilanihaye / sonsuza dek kötü bir insan olmak mümkün müdür?
Okumak,
yazmak düşünmek bu gerçeği unutanlara hatırlatır tekrar tekrar. Herkes yalnızca
bir hayat yaşarken ömrü boyunca, okuyup yazanlar, düşünenler, onlarca hayatın
içine girip kapı aralarlar. Bir dünya klasiği olan Dostoyevski imzalı Suç ve Ceza romanında, cinayet işleyen
üniversite öğrencisi Raskalnikof’un yaşadıklarını hissettiklerini hakkıyla
okuyan biri, değil bir insana tek bir canlıya bile kolay kolay kıyabilir mi sonrasında ?
Okumak,
düşünmek, yazmak bize insan olduğumuzu hatırlatır...
Bu
dünyaya kazık kakmayacağımızı, kazanmak için her yolun mübah olmadığını,
kullandığımız eşyaların, arabaların , içinde yaşadığımız evlerin bize değer
vermediğini , biz olduğumuz için etrafımızdaki her şeyin bir kıymeti olduğunu fısıldar,
duymak istersek...
Kapitalizmin
en büyük kötülüğü budur işte...
Ruhu,duyguyu, sevgiyi maddenin
karşısında yenik bırakmasındadır...
Ey insan, sen öncelikle ve
yalnızca tükettikçe kıymetlisin yalanıyla zihinleri iğfal etmesindedir...
Mantık
ve matematiğin temel kuralıdır ; Yaptığınız her tercih başka tercihleri
reddetmeniz anlamına gelir...
Oysa
20. ve 21. yüzyılın en büyük arsızlıklarından biri de herkese her an “ her şeyi
fütursuzca isteyin, bunu kendinizde hak görün, siz /sen çok özelsiniz ...”
yalanlarını söylemesidir...
İnsan
tükettikleriyle özel olmaz....
İnsan
düşündükleriyle, paylaştıklarıyla , yaptıklarıyla, sevgisiyle,
duygularıyla özel olur...
İyi
bir araba yalnızca iyi bir arabadır...
İyi
bir ev yalnızca iyi bir evdir...
İyi
bir insan , düşünen , yazan , üreten , kendini sorgulayan bir insan, koca bir kainattır...
Bu
yüzden demiştir eskiler ;
Bir
can bir canı severse dünyanın karnı ağrır diye....
Okumak
, yazmak, düşünmek işte bunları öğretir insana...
Az
şey midir ?
(murat
örem / 2011-2013 / ankara...)
( başlık / alıntı / oğuz atay / babama mektup.... )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder