İçinde
yaşadığımız çağ ne kadar direnirsek direnelim “ hemen al hemen kullan hemen tüket,
yeniden yeniden al ve hemen tüket, daha çok ve sınırsızca, acımasızca
tüket...o zaman daha kıymetli olursun...en kıymetli olursun ” yalanlarının
çok ustaca ve pervasızca atıldığı zamanlar...
Gazeteler
, televizyonlar , internet siteleri hatta sinemalar önce ve öncelikle, kıyıya köşeye arsızca yerleştirilen, saklanan
ve pazarlanan reklamlarla dolu...
Bir günde ölümden bile
defalarca kaçabilirsiniz ama reklamlardan kaçma şansınız yok eğer bir dağ
başında çadırda yaşamıyorsanız yaz kış...
Hoş,
zaten siz çadırda yaşamak istesiniz sevdikleriniz izin vermez buna...
Yıllardır
bir kumaş mendili yıkamak, kurutmak yok...Bir kurşun kalemin arkasına kapak
takarak sonuna kadar kullanmak da yok... Artık evlerde hiç kimse lazım olur
diye paket kağıtlarını, rafyaları, alınan öteberinin mukavva kutularını bir
kenara koymayı da düşünmüyor çok şükür ki !!!
Eskimiş,
delinmiş, kaçmış kadın çoraplarından paspaslar, bulaşık bezleri yapılan günler de neredeyse binlerce yıl uzakta kaldı. Oysa yaşı kırklarda olanlar bile
hafızalarını biraz zorlasa o günleri çok
net hatırlayabilir. Başka bir gezegene ait olmadığı için ülkemiz de kullan
at, hemen tüket, daha çok ve şuursuzca tüket furyasından nasibini almış durumda.
Tıkır
tıkır çalışan elektrikli eşyalar , arabalar , site içinde evler bile ihtiyacı dolu dolu karşılarken “ele güne ayıp
olur” diye diye değiştirilmenin kaderini
yaşıyor orta ve orta üst sınıflarda...
Kurulmuş
ve kurulacak ailelerin en temel tartışma meseleleri artık bu konular oluyor,
daha da olacak gelen günlerde...
Kimseler
bir evin içinde insanlarla yaşlanan
eşyaları hatırlamak , onları tutmak istemiyor...
Kola
takılan bir saatin zamanı göstermek dışında yıllar içinde kişinin en yakın dostu olduğuna
inanmak da istemiyor...Hatta bunu düşünüp dile getirenlere “Allah şifa versin..”
diyenler bile çıkıyordur büyük ihtimal...
Galiba artık insana insan lazım
değil...
İnsana öncelikle imaj lazım...
Galiba
artık herkes günün herhangi bir vaktinde “ ben senin yanındayım” diyen bir ses ve sımsıkı saran iki kol yerine cilalanmış ama en kötü suntadan imal edilmiş
gülücükler ve sevgi kelimelerini tercih ediyor...
Galiba
artık her şeyin ve herkesin depozitosuz şişelere benzediği kocaman bir çığ geliyor....
Eski
yılların alışkanlıklarıyla torbaları, yıpranmış eşyaları bir gün lazım olur diye kenara ayıranlar var hala yaşı elli ve daha
yukarı olanlarda ama onların da her
yaptığına burun kıvıran evlatları torunları var yanı başlarında zebaniler
misali...
Öyle ya bunca bolluk içindeyken, her şeyin
parasının verilip hemen tüketildiği bir çağda kartonları, torbaları, yoğurt
kutularını, yağ şişelerini , ipleri biriktirmenin ne anlamı var ki ....
Oysa
biraz eskiler bugünün bütün
bolluğuna rağmen, zamanında tek bir
çivinin , raptiyenin, bir tutam ipin, uzun , sağlam ve düzgün bir tel
parçasının ne anlama geldiğini , en olmadık zamanlarda nasıl işe yaradığını yakinen
yaşamış ve çok iyi bilen kuşaklardan oldukları
için bugünün bolluğu ve savurganlığına hem anlam veremiyor hem de ayak uydurmak
istemiyor.
Yaşı
özellikle elli ve üzerinde olanların çocukluklarında en çok duydukları kelimelerin başında da israf etme ve katık et cümleleri geliyordu
çünkü. O dönemlerde hiç ama hiçbir şey israf edilmediği ve ayrıca israf
edilecek kadar bolluk olmadığı gibi, katık et cümlesi de peynirin ve zeytinin
yanında ekmeği bolca yiyerek karın doyurmayı anlatıyordu.
Sözünü
ettiğimiz kuşak ve kuşaklar diğer yandan da, çocukluk günlerinde oyuncaklarını çerden
çöpten kendisi yapmak zorunda kalmış insanlar topluluğuydu....Yaşı kırklar ve
üzerinde olanların öğrencilik günlerini bile dinleseniz, bugün dahi size ortası delinerek kaybolmasın
diye boyna asılan silgilerden, ortaklaşa kullanılan kalem traşlardan, silinip
yeniden kullanılan saman sarısı defterlerden söz edebilir...Okul kantinlerinde
yalnızca simit ve ayranın bir de ucuz pralini
çok fazla olduğu için ağzın içini sıvayan kötü çikolataların bulunduğunu da
tabi ki....
Yaşı
biraz daha büyük daha eskilere soracak olursanız, onlar da babalarının
dedelerinin kocaman ayakkabılarıyla okula gitmek zorunda kaldıklarından, tek
bir okul gömleğinin üzerine herhangi bir şey damlattıklarında annelerinin
çaresiz gözlerle kendilerine bakmış olmalarından, babalarının da gömleklerinin
yaka ve manşetlerini defalarca değiştirerek kullandıklarından bahsedebilir...
Tüm bunlar yeni kuşaklara masal gibi gelse de,
dünyayla birlikte Türkiye’de böyle zor günlerden geçerek geldi şimdiki
zamana.
Hayatın
bu kadar kolay ve ucuz yaşanmadığı ,
tüketilmediği günlerdi o vakitler...
Haberleşmenin
bugünle kıyaslanamayacak kadar zayıf olduğu günlerde evinde telefon olan ailenin
üyesi olmak bile bambaşka bir ayrıcalıktı. Eve yemek siparişi vermenin akıldan
bile geçmediği, bütün bir aile olarak ayda bir pide yemeye gidilirse ciddi bir
zenginlik olarak algılandığı günlerden geldik çoğunlukla...
Yokluğa
karşı bir anlamda hep birlikte ayakta kalmak için , zorlukları paylaşmak için
evlerinin , mutfaklarının kapılarını her daim birbirine açan, aç olan
çocukların mahallede hangi evin kapısı açıksa yağlı ekmeğini yemek için sıraya girdiği
günler de kaf dağının ardında kaldı....
Türkiye özellikle 1980’lerle birlikte
, tüm dünyayı etkisi altına alan neo liberal politikalarla birlikte ‘ üretmeden
şuursuzca tüketmenin tadını alıp , büyüsüne kapıldı..” Bırakın akrabaları
kardeşler arasındaki dayanışmalar bile
yerini “altta kalanın canı çıksın “
gerçeğine bıraktı...
Oysa, altta kalanın canı çıkmayabilirdi...
Oysa, eşyalarla birlikte ilişkiler de ,
duygular da şuursuzca talan edilmeyebilirdi..
Oysa dostlukların arkadaşlıkların bitme
süresi yeni alınan bir gömleğin yıpranma süresinden bile kısa olmayabilirdi..
Oysa,
herkes birbirinin hayatının içinde
sonuna kadar girmese bile kardeşler
akrabalar komşular arasındaki bağlar bu kadar kopmayabilirdi... Oysa , “desinler diye almak yaşamak tüketmek” furyası yerine, daha estetik gerçeklikler , duygular olabilirdi bu toplumun hayatında...
Sait
Faikler, Sabahattin Aliler, Ara Gülerler , Kemal Tahirler, Aziz Nesinlerin...
hayali herkesin herkese , birbirine, ilişkilerine bu kadar yabancılaştığı bir
Türkiye ve dünya değildi...
Ama geldik buralara dayandık...
Cümleye hayırlı olsun...
Ama ben almayayım....
Siz de alırken iyi düşünün...
Bir daha düşünün...
( murat örem / 2011-2013 )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder