“ Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk
Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş
Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel
Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel....”
Kehanet 85 adını verdiği şiirinde “Lokman şair senin hayatın / Yedi kırlangıcın hayatı kadar / Altısını ardı ardına yaşadın / Bir kırlangıcın daha var” demişti Cemal Süreya…Kendine yedi kırlangıç ömrü biçerken bir kırlangıç ömrünü ortalama dokuz yıl hesaplamıştı ama son kırlangıç hayatının ancak beş yılını yaşayabildi...
Cemal Süreya , yedinci kırlangıcın ömründen dört yıl alacaklı kalarak aramızdan ayrıldı ve ‘üstü kalsın’ deyiverdi…Gariptir ki ölümünden yalnızca bir ay önce yayınlanan şiirinde de ‘Ölüm mü bir gölün dibinde durgun uykudasın’ dizelerini paylaşmıştı...
Şiir, edebiyat ve düşünce dünyamızın deyim yerindeyse on parmağında on marifet olan ismi Cemal Süreya’yı anarken bir şeylerin hep eksik kalacağı kaygısını duymamak mümkün değil...Çünkü Cemal Süreya , Türk şiir, edebiyat ve düşünce dünyasının en renkli , ışıklı ve bir o kadar da acılı yüzlerinden biriydi. O , çok bilinmeyen ismiyle Cemalettin Seber’di…
Bir şiirinde şunları söylüyordu Cemal Süreya;
İçkievinden çıkınca
Camdan
demin oturduğum yere baktım
Sigara paketimi masada unutmuşum
Sandalyede tıpkı benim gibi
Oturuyor boşluğum…
Bir eli alnında benim gibi
Ama biraz daha mı hüzünlü?
Otururken de
Biraz daha mı çıkarıyor
kamburunu?
Biraz daha mi benziyor babama?
Bir yaş büyüğüm babamdan
ve rüzgar bir törendeki gibi
çekiştirir durur
yağmurluğumu
Cemal Süreya 1931 yılında Erzincan’da doğar ve çocukluğunu her anlamda çok zor koşullarda yaşar. Toplumsal olayların ve ailevi kırılmaların yaşandığı yıllara denk gelen çocukluk travmaları bir yanıyla Cemal Süreya’yı ömrü boyunca karanlık bir gölge gibi takip etmiş diğer yandan da unutulmaz dizelerini yazdırmıştır.
Bir çok vesileyle dile getirip yazdığı üvey anne şiddetiyle de yine çocukluk yıllarında tanışır Cemal Süreya. Aradan uzun zaman geçtikten sonra, bir yazarın öykü kitabına da isim olan haliyle , içtenlikle şunu sorar;
“ Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü, kör oldum.
Yıkadılar, aldılar, götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu kör oldum....”
Yazdıkları, yaptıkları, dostlukları, aile dramları, inanılmaz derinlik ve keskinlikteki gözlem gücü ve Cemal Süreya denince hemen akla geliveren Papirüs Dergisi’yle ayrı bir isimdi Cemal Süreya. Yazıp söylediklerinde alaycı zekadan, iğnelemeden daha çok, hüznün ve katlanılması zor üzüntülerin yeri vardı sanki ...
Cemal Süreya şiirlerini yazarken de, denemelerini kaleme alırken de, yaşadığı dönemin öne çıkan insanlarını anlattığı yazılarında onların ellerine sanal şemsiyeler tutuştururken de aklı zekanın önüne koydu... Çok iyi şiirler, mükemmel gözlem ve tahlil yazıları yazdı. Genç insanları yüreklendirici cümleler kurarken bunları adet yerini bulsun diye yapmadı. Beğenmediğini, hatır gönül hanesine bakarak beğenir görünmedi ama insanları kırmaktan da korktu …
Cemal Süreya’nın şiirlerinde, yazılarında ve hayatında kadınların ayrı bir yeri oldu. Annesini çok küçük yaşta kaybetmesinin , babasının eve getirdiği kadının çok sevgisiz bir üvey anne olmasının kanayan yarası Cemal Süreya’nın ömrü boyunca belki de hiç dinmedi. Sevdiği kadınlara yazdığı dizelerde , hayatındaki en büyük kayıptan, anne yokluğu travmasından , üvey ana zulmünden izler olmadığını kim söyleyebilir. Cemal Süreya’nın yazdıklarında tekrar tekrar anlattığı üvey anne Esma, sanki inanılmayacak kötülükteki masal kahramanı gibidir. Cemal Süreya ve evin diğer küçüklerine büyük acılar yaşatmıştır çocukluklarında. Çok erken yaptığı ilk evliliğinde böyle bir evden bir an önce kaçmak istemesinin de çok büyük payı vardır muhtemelen.
Kızgın çaydanlığın suyunu çocukların üzerine döken, onları bacağından iple bağlayarak kuyunun içine sarkıtan hep aynı isim, üvey anne Esma’dır çünkü.... Cemal Süreya, “ beni öp sonra doğur beni “ şiirinde de şunu demişti ;
“ ....kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -
kovanlara sızmıyor.
annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni...”
Kadınlar yalnızca sevgili , eş ve sevilen olarak yer almadı Cemal Süreya şiirlerinde. Acılar ve yoksulluklar içinde çocuklarına ana, kocalarına eş olmaya çalışan , ekmek parası için hayatı karşısına alan kadınlar da hep yaşadı dizelerinde . Cemal Süreya’nın şiirini unutulmaz kılan bir yanıyla gözlem yeteneğindeki fark, hayatındaki büyük acılar ve iniş çıkışlarsa diğer yanıyla da dizelerindeki yalınlık, içtenlik ve sahiciliktir.
Bir imge şairi olarak Cemal Süreya’nın dizelerine sahicilik tanımlaması yapmamızı yadırgayanlar varsa şu dizelere bakabilir ;
“ Porsuk nehirlerin geçtiği kadınlar ,
Hepsine yüzer kere rasladım en azdan
Umutsuz sevdalara tutulmak onlarda
Bozkıra doğru seyrele seyrele yaşamak onlarda
Verdi mi adama her şeylerini verirler
Ben gördüm ne gördümse kadınlarda
Porsuk nehrinin geçtiği...
.....
Dicle kıyılarına tiren varınca
Büyük bir gökyüzü git allahım git
Genel olarak önce kaşları görünür
Sonra bütünsüz uykuları kaşla göz arasında
Yanaklarında çıban izi taşıyan kadınlar
Gül kurusu
Bir gün sizin de yolunuz düşer memlekete
Siz de görürsünüz bunları kadınlarda
Ödevleri yenilmek olan hep bıçakla kemik arasında
Yenilmek, Kadınlar...”
Garipçilerin açtığı yola değişen çağla birlikte tepki gösterenlerin ve yeni şeyler söylemek isteyenlerin, şiirde bambaşka diyarlara yürümesi daha derinlere gitmesi olarak tanımlanır İkinci Yeni. Bu akımın en çok bilinen şairi Cemal Süreya’dır. Hatta bazılarına göre İkinci Yeni , Cemal Süreya’nın ölümüyle bitmiştir. Edip Cansever, Turgut Uyar, İlhan Berk, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan İkinci Yeni’deki en bilinen isimlerdir….Sanki İkinci Yeni akımıyla anılan her isim bir süre sonra kendi yatağında akmayı yeğlemiş ve bu durum şiirimize bir başka boyut ve zenginlik de kazandırmıştır…
İkinci Yeni’ye yönelik eleştirilerin başında, bu isimlerin dönemin siyasi baskısından kaçtıkları için açık, anlaşılır şiirler yazmadıkları yönündedir. Cemal Süreya İkinci Yeni’deki yol arkadaşlarından olan Edip Cansever ve Turgut Uyar’ı ardarda kaybetmenin acısını da yaşamıştır…
Edip Cansever’i anlattığı dizeler kocaman bir kitap kadar anlamlıdır.
Şöyle der Cemal Süreya, “Yeşil ipek gömleğinin yakası büyük zamana düşer / her şeyin fazlası zararlıdır ya/ fazla şiirden öldü Edip Cansever…”
Bir başka kadim dostu Turgut Uyar için yazdığı şiirde de şu dizeler vardır Cemal Süreya’nın ;
Ak odada oturur,
kapısı penceresinden çok
Gözlerinde yıldızlar, serin yerde durur
Bir elinde kadeh öbürünü yarasına bastırır
İnşaattan ses gelir
Bir şeyi okşar gibidir
Uzanıp durmuş mahcup
Işığagöçerin şarkısı
Dönülmez dizeler içinde
Onunkiler gülaçılır
Öldüğü gün
Hepimizi işten attılar.
Cemal Süreya , şiir kitaplarıyla , denemeleriyle, birbirinden etkili şiirleriyle okurun belleğinde çok anlamlı bir yerde duruyor bugün…
“ 8.10 Vapuru” isimli şiiri, Cemal Süreya’nın bir yanıyla su gibi akan öte yanıyla da insanın aklına, zihnine, gönlüne, kalbine usul usul kar yağdıran dizelerle doludur…
“ Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun
...
Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun...”
Cemal
Süreya , büyük zorluklar yaşadığı çocukluk yıllarının üstüne her şeye rağmen
çok nitelikli bir eğitim dönemini koyar. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Maliye ve İktisat bölümü'nü bitirir. Maliye Bakanlığı'nda müfettiş
yardımcılığı ve müfettişlik, darphane müdürlüğü, Kültür Bakanlığı'nda kültür
yayınları danışma kurulu üyeliği, Türk Dil Kurumu üyeliği görevlerinde bulunur.
Yayınevlerinde
danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yapar. Çalıştığı
yerlerden birinde ‘bu cümleyi daha iyi yazamaz mıydık ? sorusu bile o anda o kurumdan
istifa edip hemen ayrılması için yeterlidir.
Bu yaklaşımı aşırı alınganlık ya da hassasiyet olarak yorumlamak da mümkündür,
dervişan bir duruş olarak da.
l960’lı
yıllarda göreviyle ilgili en üst noktalarda bulunur Cemal Süreya. Darphane
Genel Müdürü olduğu zaman, kurumu teftişe gelen ve ısrarla kusur aradığı
halde bulamayan kişi, bir
bahaneyle “Burası çok kirli ” diyerek Cemal
Süreya’yı rencide etmek ister. Şairin
yanıtı bıçak gibidir; “
Evet, siz buraya geldiğinizden beri öyle
oldu” .
Bir
şövalye tarafı vardır Cemal Süreya’nın. Bu şövalye
tarafı ilerleyen yıllarda daha da keskinleşecek ve “edebiyatımızın
şövalyesi” dediği yakın arkadaşı Muzaffer Buyrukçu’yla birlikte dönemin
başbakanına birlikte intihar etme teklifinde bulunacaklardır…
Cemal
Süreya deyince onun iflah olmaz, yenilgi bilmez dergiciliğine de değinmek
gerekir. 1960'tan itibaren yalnızca dört sayı çıkarabildiği Papirüs dergisini
Haziran 1966- Mayıs 1970 arası 47, 1980-1981 arası iki sayı daha çıkarmıştır. .
Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye
Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut, 2000'e Doğru
gibi yayın organlarında şiir ve yazıları yayımlanır yıllar içinde.
Sonradan
“99 Yüz” adıyla kitaplaşan yazılarında
dönemin öne çıkan isimleriyle ilgili yazılarında şemsiye metaforunu kullanır
Cemal Süreya ve bu yazılar adeta şaşırtıcı biçimdeki öngörüleriyle bugün bile
güncelliğini yitirmez…
Cemal
Süreya’nın yaşarken yaptığı evliliklerin , çektiği acıların da efsanesi hala
yaşar. Kadınlarında farklı duyarlıkları belki de çok erken kaybettiği annesini arar.
Hatta arkadaşları, Cemal Süreya’nın
gömleğinin düğmesini diken bütün kadınlarla evlendiğini söyleyerek ; Cemal, bir kadınla evlenmek istiyorsa hemen
kendi gömleğinin üst düğmesini sezdirmeden
koparıverirdi diye anarlar onu…
Yaşamayı
ve sonrasını önemseyen bir çok insan gibi parasızlık, ilişkilerdeki kayganlık ,
düşünce üretmenin aylak adam işi gibi görülmesine dair konularda da kafa yorar ,
bedel öder Cemal Süreya.
“
Sen şimdi kalkıp gidiyorsun /
gözlerin durur mu / onlar da gidiyorlar
“ diye başlar bir şiirine, bir başka şiirinde de son noktayı koyar “ Yoksuluz gecelerimiz çok kısa /
dörtnala sevişmek lazım”
1980’lerin
ortalarında yazdığı ve Milliyet Sanat Dergisi’nde yayınlanan günlüğünde dereden
tepeye her şeye, her konuya değinir
Cemal Süreya, hatta Fransızca’dan dilimize gelip hala kullanılan ‘milföy’ün,
‘bin yaprak’ anlamına
geldiğine varıncaya dek…
Cemal Süreya’nın mülkiyetsiz bir tarafı da vardır. Yolda karşılaştığı arkadaşlarının çantasını yıpranmış görünce bir vesileyle elindekini hediye ediyormuş gibi yapıp yıpranmışını kendine almıştır kendisi...Sanki ömrü boyunca eli bol olduğu dönemler çok olmuş gibi ...!!!!
Gençlik yıllarından tanıdığı büyük şair Ahmed Arif’in, çok uzun yıllar önce, kızkardeşiyle evlenmek istediğini, ancak Ahmet Arif’in bu buluşmaya tek gömleği yeni yıkandığı için gidemediğini öğrendiğinde, neler hissettiğini ne Cemal Süreya tümüyle anlatabilmiştir ne de karşısındakiler anlayabilmiştir muhtemelen....
1990 yılının Ocak ayının 9’unda aramızdan ayrıldığında elli dokuz yaşındaydı Cemal Süreya. 1985 yılında yazdığı şiirdeki kehanet tutmamış yedi kırlangıcın hayatından, yani altmış üç yaşından dört yıl alacaklı kalmıştır...
Son şiirlerinden birinde “ Ölüyorum tanrım / bu da oldu işte / her ölüm erken ölümdür / biliyorum tanrım / ama ayrıca aldığın şu hayat / hiç fena değildir / üstü kalsın …..” diyen de odur bir ermiş gibi.....
Cemal Süreya Türk edebiyat ve düşünce dünyasında kendine özgü çok ama çok değerli bir isimdir...
İnternet çöplüğünde ağlak aşk mısralarının arkasına o mısraların şairimiymiş gibi ismi yazılmayacak kadar başkadır, bambaşkadır Cemal Süreya...
Her gelen günle ve toplumsal tarihimizle ilgili yeni bilgiler öğrendikçe Cemal Süreya’nın hamurunu yoğuran ailevi koşullar kadar tarihi koşulları da anlamamız mümkün olacak.
Sunay Akın da Cemal Süreya başlıklı şiirinin bir yerinde şunu demiştir ;
Buzdağına
çarptın mı bilmiyorum
ama
Titanik
gibi
oldu batışın
bir sen
vardın çünkü
şiirin
dört bacalı şairi
...
Gülcemal vapurunu hiç görmedim
ama
tanıdığım Cemal gül idi...
Türk
Şiir, deneme ve düşünce dünyasında her zaman insanın , aklın, emeğin, sevdanın yanında
olmuş, yaşamındaki bütün acılara rağmen ayakta kalmanın büyüsünü yine hayatla ve
insanlarla olan ahbaplıkta bulmuş, İstanbul’un hemen hemen bütün semtlerinde
kiralık evlerde yaşamış, Türkçe’nin
güzel mi güzel yazılarının, has şiirlerinin
şairi Cemal Süreya’ydı anlatmaya
çalıştığımız...
“
Onlar İçin Minübüs Şarkısı “ başlıklı muhteşem şiirinin farklı yerlerinde
şunları diyen de aynı Cemal
Süreya’dır ;
“ Eşyanın konumunu biçimini rengini almışlardır
Koltuğa oturdular mı koltuğun
boyuna eklenir boyları
Pat pat pat diye gülerler bir
motosiklet neşesiyle
Ama zariftirler de bir bisiklet
kazasında ölmeyi akıl edecek kadar,
Patatesin ağaçtan mı
koparıldığını tartışacak kadar naiftirler de,
Hakçası bilmedikleri yoktur,
bütün balık adlarını bilirler bir kere,
Lunapark beğenisiyle
düzenlenmiştir yatak odaları,
....
Ulusçudurlar bunun kanıtı
olarak viskiyi kâseyle içerler
Ama batılıdırlar da lahmacuna
havyar sürecek kadar,
Hekimdirler güneş gözlüğüyle
kürtaj yaparlar başarırlar da
Şapkaları güzel bir niyet
gibidir, öfkeleri dört mevsim reklamı,
....
Düğünlerinin provası yapılır
sünnetlerinin de ölümlerinin de
Kefenleri de kundakları gibi
özenle hazırlanır ve aynı renktedir:
Kızlar için pembe-beyaz
oğlanlar için beyaz-mavi
....
İçlerindeki sevgi insanları
atlayarak hayvanlara yönelmiştir
Özellikle kedilere ve köpeklere
karşı iyice duygusaldırlar
iki gözleri iki çeşme,
Öldürmemektir felsefeleri bir
karıncayı bile,
ama yaşatmayı bilmezler,
....
Sorulardan korkarlar;
Yine de yanıtları hazırdır her
şeye:
...dığı gibi, ...mekle
birlikte, ...na karşın;
.....
Kimi sözler onlar için
kullanılır: saygın, ünlü, şahane
Kimi sözler onlar için de
kullanılır
Kimi sözler onlar için
kullanılamaz
Kimi sözlerin kullanılmaması
doğrudur
Kimi sözler hiç
kullanılamaz......”
( murat örem / 1998-2012 / anka
ŞİİR/CEMAL SÜREYA/ BESTE FAZIL SAY
ŞİİR/CEMAL SÜREYA/ BESTE FAZIL SAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder