Unutulmaz
şiirinde büyük bir iyimserlikle “Yaş otuz
beş yolun yarısı eder” dese de yalnızca
kırk altı yaşındayken bu dünyadaki
konukluğu sona eren Cahit Sıtkı Tarancı, çocukluğu da şu dizelerle anlatır ;
“Affan Dede'ye para saydım
sattı
bana çocukluğumu
artık
ne adım var ne yaşım
bilmiyorum
kim olduğumu
hiçbir
şey sorulmasın benden
haberim
yok olan bitenden...”
Büyüdükçe
hepimiz için Kaf Dağı’nın ardı kadar ulaşılmaz olan çocukluk günleri hangimizin
zihninde, yüreğinde, gönlünde dikenler ve güller açtırmamıştır ki yaşarken ?
Hangimizin,
hiç ummadığı bir anda karşılaştığı küçük
mutluluklarla ayakları yerden kesilmedi, beklenmedik bir tepkinin
ardından dünyası kararmadı çocukluk günlerinde ? “ Büyüyelim, hemen büyüyelim...” diye diye gün sayarken, büyüdük
koca adamlar, kadınlar, anneler,
babalar, dayılar, amcalar, teyzeler, halalar olduk...
Büyüdük...
İyi mi oldu kötü mü oldu,
kararını herkes kendi verebilir.
Çocukluk,
varlık ve yokluktan en fazla etkilenilen dönemidir insanlığın. Mesela, babanızın
tuttuğu takım galip gelmişse, işi gücü orta karar yolunda gidiyorsa, anneniz günlük
telaşının hakkından iyi kötü gelebiliyorsa sizin de çocukluğunuz en azından
büyük sıkıntılar, hüzünler ve acılarla geçmeyebilir. Evin içinde aylak aylak
dolanmanız göze batmayabilir, isteklerinizin bir kısmı mırın kırın edilmeden
karşılanabilir.
Ancak,
hayatın yükü yormuşsa etrafınızdaki büyükleri sizin de payınıza farklı
zorluklar düşebilir çocuk yaşınızda. Aziz Üstel bir yazısında çocukluğa dair şunları
söylemişti:
“ Bugün ellisini devirmiş
herkesin çocukluğu üç aşağı beş yukarı birbirine benzer. Ben tabii erkek
çocuklarından söz ediyorum. Her bir yanı “yassahlarla” çevrili bir dünyadan söz
ediyorum. Korkularla dolu bir dünyadan.
Bundan yıllar önce, aktör Şener
Şen’in evinde oturmuş sohbet ederken, gözlerini gözlerime dikip: “Yahu Aziz,
biliyor musun benim çocukluğum halı desenleri ezberlemekle geçti” demişti. “Ne
demek bu?” “Bizimkiler beni bi yere misafirliğe götürdüler mi, ‘Başını yerden
kaldırma... Önüne bak... Kimsenin yüzüne bakma...’ diye tembihlerlerdi, sıkı
sıkıya! Ben de o yüzden gözlerimi yere çiviler, halılara bakardım. Çok iyi
bilirim, hangi halı Yağcıbedir, hangisi Milas, hangisi Kayseri” demişti.
Benim anamla babam da beni,
kırk yılda bir de olsa, birinin evine yemeğe giderlerken kollarına takarlardı,
sepet gibi! O da davet sahibi, “Yahu Aziz’i görmeyeli yıl oldu... Getirsenize
çocuğu da” dediği için, yoksa kendi istediklerinden değil ha! Neyse, daha evden
çıkarken, annem emir yağdırmaya başlardı: “ Sakın açım deme... Sana ‘biraz daha
almaz mısın?’ diye sorarlarsa, ‘hayır efendim, doydum!’ diyeceksin. Sana soru
sorulmadan kimseyle konuşmayacaksın. Lafa sakın ama sakın karışmayacaksın...” Yahu
yemeğe gidiyoruz! Evin sahibi “Aç mısın oğlum?” derse, karnım zil çalarken “Tokum!”
mu diyeceğim? Yani insan ne diyeceğini şaşırıyor birader! Babama gelince, o da,
sırf konuşmuş olmak için atılırdı: “Öyle karı gibi gülmek de yok ha!”
Şimdi bu emirleri alt alta yazın; şöyle bi göz
atın! Eğer siz de çocuklarınızı bi yere
götürürken böyle saçma sapan yasaklar koyuyor, onları misafirliğe değil de
cezaevine götürüyormuşcasına yanınızda sürüklüyorsanız, analık babalık sınavından
çaktınız ki, sıfır almacasına.
Bırakın çocuklarınız
çocukluklarını yaşasın! Zaten çocukluk dediğin kaç yıl sürer ki? Daha ne
olduğunu anlamadan sorumluluk üstüne sorumluluk biner sırtına, çocukluk da uçar
gider pencereden!
Ey
anneler babalar hepimiz çocuk olduk ve çocukluk günlerimiz pencereden uçtu
gitti...
Şairin
dediği gibi, yıldızlar kadar uzak o günler, hepimize.
Geriye
yaşananlar kaldı.
Yaşanmışsa,
yaşanabilmişse soğuk kış gecelerinde anneanneler, babaanneler, dedelerle
geçirilen huzurlu akşamlar kaldı. Belki yorgun argın eve gelen babanın asık
yüzünün arkasına gizlenen korkular kaldı. Keyifli bir akşamda evladım diyen
sesi kaldı...Annelerimizin bulaşık ve çamaşırdan pürüzlenmiş elleriyle saçımızı
okşarken çıkan ve tınısı hiçbir şeye benzemeyen sesin gölgesi kaldı.
Acılar,
sevinçler, büyük mutluluklar, korkular, tembihler, “Eve gidince görüşürüz/hesaplaşırız” bakışları kaldı....
Edip
Cansever’in “ gökyüzü gibi şu çocukluk / hiçbir yere gitmiyor “ dizeleri
kaldı....
Ey
anneler babalar, ey anne baba olan bizler
, hepimiz çocuk olduk ve çağ
artık başka bir çağ...Çocuklar bizim çocukluk günlerimiz kadar sessiz, silik,
avare değil...Girecekleri binlerce imtihanları , uzun upuzun yolları var...
Zor
günleri , yılları var...Bir de biz, daha
da zorlaştırmayalım bu günleri dersek
siz ne dersiniz ?
(
murat örem / ocak 2012
fotoğraf / umur örsan örem / arda erhan örem / gönen / 2009 )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder