eylül kapıdan içeri girdi....
soğuk
ve sonbahar da girdi
aynı kapıdan içeri...
okullar
açıldı açılacak...
üniversite
eğitimi için
yollara düştü düşülecek...
hırkalar şemsiyeler
dolaplardan çıktı
çıkacak...
eylül
kapıdan içeri girdi...
sonbahar
da öyle...
amma ;
herhalde herkes
farkındadır
savaşın kapıdan içeri girmesi
hiçbir şeye benzemez...
Melih
Cevdet bir şiirinde ;
“Ben güzel günlerin şairiyim
Saadetten alıyorum ilhamımı
Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum
Mahpuslara affı umumiden...
Çocuklara müjdeler veriyorum
Babası cephede kalan çocuklara...
Fakat güç oluyor bu işler
Güç oluyor yalan söylemek...” der....
Her şeyin
belirsizlik denizinde
yüzdüğü günlerde
zor oluyor yazılar
yazmak da ....
Şairliği
feylesofluğundan, feylesofluğu şairliğinden büyük olan Özdemir Asaf da bir şiirine
;
Taşınmak kadar
Hüzünlü bir kırık yoktur
Bir kopma bir yaralanma
Gizlenmiş bir hıçkırık yoktur
diye başlar ve şiiri
insanın içini kanatan cümlelerle
Ama babamın
Şu pencerede kalan
Bakışlarını
Alamadım bir türlü
diyerek bitirir...
Değil aynı şehir, aynı
semt , aynı apartman içinde bile olsa taşınmak önce ruhen sonra da bedenen
zordur...
Bazı durumlarda da
şaşırtıcı, meraklandırıcı, sürprizlere açıktır taşınmak...
Mesela yıllar boyunca
aradığınız hediye bir kalemi, küpeyi hatta kara günler için sakladığınız bir
tomar kağıt parayı, taşınmak için yerinden oynattığınız büyük büyük dolapların arkasında hiç
ummadığınız bir anda bulabilirsiniz...
Taşınma esnasında karşılaşılan az sayıdaki olaylardan biri de
yıllardır aradığınız kitaplarınıza kavuşmak olabilir...
Bu ihtimal çok daha azdır
çünkü kitap nüfusun büyük çoğunluğu için tuğla gibi test kitaplarını çağrıştırıyor hala ülkemizde ne acı ki...
Her şeye rağmen ,
sürprizlere açık bir tarafı vardır
taşınmanın...
Yeni insanlar, yeni
mekanlar, yeni şehirler ve bilinmez
ilişkiler de demektir...
Özellikle son yıllarda yaşanan gelişmeler yeni bir çalışma türünü de
ortaya çıkardı dünyada...Bir çok insan, haftanın belirli günlerinde bir başka ülkede
çalışırken kalan zamanlarda da kendi ülkelerindeki evlerine gelip gider oldu
ülkemizde de...
Bu gruptakiler belki
eşyalarını evlerini taşımıyorlar ama rutin biçimde kendilerini, gönüllerini ,
umutlarını özlemlerini taşımak
zorundalar bir yerden başka bir yere hem de hiç ara vermeden...
Ezberledikleri en
vazgeçilmez mekanlar da elbette havalimanları...
21. yüzyılın taşınmaları bile bir
garip artık...
Üç beş parça eşyanın at arabalarına
yüklenip bir yerden bir yere götürüldüğü taşınmalar eski Türk filmlerinde
kaldı...Kamyonetlerle yapılanlar da....
Belki farkındayız belki değiliz ama
sahip olunması için koca ömürlerin harcandığı, uğruna başka ülkelere gidilip çok paralar
kazanıldığı eşyalar ömürlerimizden çalıyor...
Koşturup dururken, çoluk çocuk derken
bir bakıyoruz ki saçlar ağarmış, yüzler kırışmış, aynalar pek de uğranmak
istenmeyen limanlar olmuş, insanlar birbirine kaf dağı kadar uzaklaşır
olmuş....
ömürler biteyazmış....
Koca Yunus bu gerçeği de nasıl
özetleyivermiş yüzyıllar öncesinden üç beş kelimeyle bilenler bilir ;
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış
gibi
( murat
örem / 06 eylül 2013 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder