Eylül ....
Ayların güzelidir....
En güzellerindendir...
Eylül Mehmet
Rauf‘un unutulmaz romanının da adıdır ve Türk edebiyatındaki ilk
psikolojik roman olarak tanımlanır....
Mehmet Rauf , romanını yayınladığı
dönemde, Halit Ziya Uşaklıgil’e
ithaf etmiştir...
Eğitim döneminde okunması
şart olan (!) –ne hüzünlü , kitap okumak ve şart
koşmak ikilisi- kitaplar listesinde yıllardır bulunan Eylül’ü bugün gençlerin kaçı okuyor , kaçı da
internet sitelerinden özetleyerek okumuş
gibi yapıyor tahmin etmek mümkün...
Oysa Eylül romanındaki karakterler
sınırları zorlayan aktörlerdir...
Hayatı öğreten
karakterlerdir...
Mehmet Rauf , Eylül
romanında iç seslere yer vererek
dengi dengine
yaşanmayan aşkların,
duyguların ve
evliliklerin pişmanlıklarına,
arayışlarına, keşkelerine,
ilgisizlik ve travmalarına
değinir...
Söylemek istediklerinin
önemli kısmını da roman karakterlerine söyletir Mehmet Rauf.....
Eylül, adının da
çağrıştırdığı biçimde zor bir döneme
gidişin, aynı dili konuş(a)mayanların, duyguları için gözükara biçimde bedel
ödeyenlerin ve
“gerekiyorsa yanalım,
kimseler anlamasa da ,
pisipisine de olsa
ikimiz birlikte
yanalım”
diyenlerin de romanıdır....
Aynı yöne bakıp da
bambaşka şeyler
gördükleri için
hayatı birbirine zehir edenlerin
arayışlarının da romanıdır....
Eylül...
Hayat hızlandıkça ve adına
geçim
derdi, ekmek parası dediğimiz
oyun, her şeyin arsızca kendine göre
kurgulanmasını talep ettikçe, dünya daha
başka, zor ve sevimsiz bir yer oluyor...
Okumak, yazmak, düşünmek
gibi kavramlar önemli bir çoğunluk için farazi ve boş işler artık...
Mesleği okuyup yazmak
ve düşünmek olarak görülenler için bile dedikoduların cazibesi daha
büyüleyici...
Oysa okuduğu her iyi
hikaye ve güçlü romandaki karakterleri anlamaya çalıştıkça, yaşadığı tek bir ömrün üstüne nice nice ömürler,
tecrübeler koyar insan....
Çoğunluk bunun
farkında değil....
Azınlığın da sesi ve
gücü bu kadar....
Yazının başına dönersek ,
Mehmet Rauf’un bir asır önce yazdığı Eylül romanı hala çok kıymetli...
hayatın içindeki
gelgitlerin,
hayal kırıklıklarının,
aynı dili konuşmamaya
yemin etmişlerin
onların hüzünlerinin,
ve adına ahlak denilen ikiyüzlü
rezil çemberin
sınırlarına vura vura
yenilenlerin ,
“umut kalacağına emek
kalsın” diye diye
içindeki sese yürüyerek
,
‘ağaçlar gibi ayakta
ölenlerin’ romanı
Eylül...
Eylül’ü hiç okumayıp
imtihanlarda sorulursa doğru şıkkı
bilmek için Türk edebiyatındaki ilk psikolojik roman olarak ezberleyenler kendilerini ne çok şeyden mahrum ediyor...
Şimdi yine Eylül
ayının içindeyiz, başındayız...
Eylüllü zamanlardayız...
Nerede olursak olalım ; bir
büyük şehirde, kasabada, köyde mezrada , Eylül kendini hatırlatır her zaman...
sararan yapraklar hızla kısalan günler vardır bir yanda ,
öte yanda da hala
yazdan kalma gücünü paylaşmaya çalışan
güneş...
Kah bulutlu bir sabahla
gelir eylül kah yarım kalan umutlarla...
Çünkü Eylül de her
seferinde tıpkı hayat gibi dönüp dönüp aynı şeyleri hissettirmekte hakikaten
mahirdir , çok mahirdir....
hayat bazen ne
yaptıklarınızın değil
neleri
yapmadıklarınızın toplamıdır...
ve gün gelip bu muhasebe
karşınıza küt diye çıktığında
bomboş geçirilen
zamanlara hayıflanıp
uzun zaman aynalara
bakmak içinizden gelmeyebilir...
işte o zaman eylülün
güneşinden medet umun....
çünkü bağışlayıcı bir
tarafı vardır her zaman eylül güneşinin....
tıpkı haziranın yaz
ışıkları gibi....
ve....
kökleri dışarı çıksa da,
toprağa iyi tutunduysa bir
hayat ,
daha ne eylüller
ne haziranlar görecek
güçtedir
her şeye inat....
( murat örem / 03 eylül
2013 / ankara....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder