İşe
giderken kullanılan güzergah ve
saatin değişme şansı pek yoktur
çoğunluk için...
Orhan
Veli onlarca yıl önceki şiirinde bu gerçeği ne güzel anlatır
“ Biz memurlar,
Saat dokuzda, saat on
ikide, saat beşte,
Bizbizeyizdir
caddelerde.
Böyle yazmış yazımızı Ulu Tanrı;
Ya paydos zilini bekleriz,
Ya aybaşını....
diyerek..
Yaşayıp
çalışılan yer neresi olursa olsun herkes çok daha sık kullandığı bir gidiş
geliş yolu belirler kendine...
Bunun
tembellikle, üşengeçlikle pek ilgisi yoktur...
Bu
davranışın altında yatan temel neden ruh ve bedenin yeniliklerden , bilinmezden
kaçmak istemesidir daha çok...
Çünkü insan alışkanlıklarını sever, onlara teslim olur ve bilinmezlerden rahatsızlık duyar...
Çünkü insan alışkanlıklarını sever, onlara teslim olur ve bilinmezlerden rahatsızlık duyar...
En kısa yol en iyi bilinen yoldur
tanımlaması da bu gerçeği özetler...
Yine, hepimizin kendine özgü bir dünya bakışı,
etkileme gücü ve
etkilenme eşiği vardır....
Bazen
kara bulutlar gölgelemeye çalışsa da etrafımızı , uzaktan veya yakından geliveren bir bakış, her şeyi aydınlatmaya yeter hiç umulmadık
anda....
Kimi
zaman da bunun tersi olabilir...
O
zaman da yapılması gereken;
kendini korumaktır
yüzü her daim gölgeli olan insanlardan....
Hayat, hayatlar, hayatımız...
Hepsi kendi içinde kocaman bir denge arayışı...
Yine
de herkesin terazisi farklı.
Kimimiz taş tartıyor bu terazide,
kimimiz ömür,
kimimiz de
insan...
Kimileri
de terazinin kefelerini her daim dengede tutmaya çalışıyor.
Bazılarına göre boş
işlerle uğraşıyor çoğumuz...
Başka birilerine göre de hayat sahnesindeki rolümüzü
oynuyoruz gün gün...
Bu
hesaplaşmalara girince çıkmak zor tabi ki...
Sokaklardaki çalgıcıları ele alalım mesela...
Bilindik
anlamda bir işi olsaydı yani bir baltaya sap olsaydı!!! bu
çalgıcılar, “hatırla sevgili o mesut geceyi” derken aynı duyguyla çalıp
söyleyebilir miydi?
Mesela
bir sokak çalgıcısını asık suratlı çalışanların bulunduğu kocaman bir
işyerinde mühimm yazılara imza atan ve en kalın sesiyle de
“Oğlum
bana bir çay getir”
diyen biri olarak düşünmek mümkün mü ?
Bu
soruyu, çalgıcıların bu işi yapamayacağını düşündüğümüz için sormuyoruz...
Bal
gibi yapardı onlar da kaşının birini her daim yalandan kaldırarak büyük
işler yapıyormuş havalarındaki rollerini...
Soru
şu ?
Müziği
, notaları hayatına köşe taşı olarak yerleştiren bir insanın ruhuna böylesi bir işin uygun olup olmadığı...
Çocuklar
için sokak çalgıcıları , dilenmeden, çok
zevkli bir işle, az ya da çok para kazanan farklı birileridir muhtemelen....
Bir
başkası için boş işlerin adamı onlar...
Yeni
yeni aşkları filizlenen gençler için, ıkına sıkına , yüzüne allar basa basa
ağızdan çıkarılan “Seni seviyorum” cümlesinin fon
müziğinin detayları... Üzerinden asırlar
geçse de yıllar sonra garip
bir sızı , bir kıymık gibi zihin ve ruhta kalacak
biçimde hem de…
Etrafımıza
baktıkça ne çok hikaye görüyoruz kendi halinde
yaşayan, yaşlanan ve zamanı
gelince son repliğini söyleyerek dünya sahnesinden çekiliveren....
Herkes
doktor, mühendis, müdür, genel müdür ,
profesör, kulüp başkanı, komutan,
emniyet amiri , il müdürü, doçent , spiker, patron olsa seslerin, sözlerin, notaların kattığı bambaşka anlamları kim dahil edecekti hayatımıza ?
Sokak
çalgıcılarını yok saymayın....
Hadi,
bir gülümsemeyi onlardan esirgemenizi
anlasak da
hor görmelerinizi anlamak mümkün değil...
Bir
de eskiler ne dermiş pehlivanlara,
“altta kaldım diye yerinme
üste çıktım diye de sevinme..”
Hayat
bu .....
Kime
ne zaman neyi getireceği hiç belli olmaz çünkü....
Ayrıca; biz de bütün yazı boyunca “müzisyen” yerine habire “çalgıcı” mı yazdık ?
Bu
da bizim kocaman ayıbımız olsun....
Müzisyenleri ,
hurdacı ve seyyar satıcılarla birlikte
ilçeden içeri sokmama hakkını kendinde gören zihniyet kadar
ayıp değildir herhalde yaptığımız bönlük !!!
Müzisyenleri ,
hurdacı ve seyyar satıcılarla birlikte
ilçeden içeri sokmama hakkını kendinde gören zihniyet kadar
ayıp değildir herhalde yaptığımız bönlük !!!
( ayşın örem alptekinoğlu / murat örem / 2008 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder