Biraz alengirli bir çeviri yaparsak şöyle demiş Elezar
Benzeetz ;
“Anlamsız konuşmalar
mutlaka çoktur
ama konuşmayan susmalar yoktur
”
Evet susmak da bir
iletişim biçimidir...
Bazen en etkili iletişim
biçimidir....
Mesela Aziz
Nesin, hayatı boyunca yalan
söyle(ye)memesinin
altında yatan en temel duygunun babasının zamanında kendisiyle susarak (da) iletişim kurması olduğunu anlatır hayat hikayesinde...
İki odalı evlerinde çok
çok erken ölen eşi için her gece Kur’an okuyan Aziz Nesin’in babası Abdülaziz
Bey, o anlarda yan odada olan oğlunun
bazı aylak davranışlarını, ders çalışmadığını bildiği halde uzunca bir süre
yüzüne vurmamıştır...
Zaman içinde babasının
güven duygusunu istismar etme gerçeği o kadar ağır gelmiştir ki oğul
Aziz Nesin’e, hem babasına büyük bir saygı ve minnet duymuş hem de bir daha
asla yalana sığınmadığını söylemiştir....
çünkü her iletişimde
duygu, düşünce ve bilgilerin aktarılması da vardır....
bazen duygu her şeyin
önüne geçebilir...
ve bu duygunun yalnızca
aşk olması gerekmez...
İletişimin bir önemli
özelliği de kişiye değil, kişiyle
yapılmasıdır ve bunu yaparken kelimeler
yüzde 10, ses yüzde 30 ve beden dili de
yüzde 60 oranında etkilidir....
(işgüzar okur (!) hata
bulamazsın , hepsini topladığında 100 ediyor...ne eksik ne fazla...)
İletişimde ne
söylediğimiz kadar nasıl söylediğimiz de
öne çıkar...
Kurulan / kurulamayan her iletişimde “meramımızı anlatma” çabamız da verdiğimiz mesajın alıcıya tam
anlamıyla ulaşıp ulaşmadığı hakkında ip
uçları verir...
21. yüzyılda bile alıcı/verici arasındaki veri kaybını kesin olarak ölçen bir teknoloji veya alet
yok hala...!!!
Çok şükür ki yok.....
İnsandan yayılan jest ve
mimikler, dudak bükmeler, göz açmalar henüz icat edilmeyen makinelerden bile daha güvenli bugün de....
Çok şükür ki öyle....
İletişim kavramına
dünyanın doğusu ve batısında farklı
anlamlar yüklenmiştir tarih boyu...
Doğu kültüründe ısrar etmek önem vermenin göstergesiyken,
batıda ısrar pek de bilinmez...Gittiğiniz yerde zorla önünüze tekrar tekrar
tepeleme doldurularak getirilen yemek
tabağı , izzet-i ikramın nişanesidir ve sizi mutlu eder...
Aslına bakarsanız doğu ve
batı kavramlarını üzerinde derin tartışmalar yapıp doğu neden doğu batı neden batı sorusunu
da sormak mümkündür....Bu sorunun cevabını başka bir yazıya bırakarak şunu söyleyelim şimdilik;
Doğuda insanı ve olayları “değerlendirme işi” önce duyguyla ; batıdaysa duygudan arınmış akılla tanımlanır daha çok...
Bu yüzden,
garbiyatta şarkiyatın duygusu sahipsiz kalırken,
şarkiyatta da
garbiyatın aklı yetimdir...!!!!
Yani, batıda doğunun duygusallığı sahipsiz, doğuda
da batının duyguyu ikinci plana atan aklı öksüz ve yetimdir...
Batı, aklı kutsarken doğu duyguyu neredeyse her
şeyin önüne koyar...
Oysa her ikisinin de
doğunun da batının da birbirlerinden
öğrenmeleri gerekenler ne çoktur ...Hem de hala...
Türkiyenin ve insanının
hem talihi hem de talihsizliği tam da buradadır işte ; hem doğuda hem batıda
olmasındadır...aralarda kalmasıdır....Arafta kalmasıdır....
İnsanoğlu önce
doymak, barınmak, soyunu devam ettirmek
sonrasında da farkına varılmak ister...
Bir de açgözlüdür
insanoğlu...
mutlaka ama mutlaka , az
çalışıp çok kazanmak, çok çalışıp daha çok kazanmak, çalışmayıp daha da
çok kazanmak ister....!!!!
Dedikoduyu genellikle
herkes sever ve dedikoduyu yapan tarafta
olmanın tadı başkadır. Dedikodu kestirme bir iletişim biçimidir...Görünmez bir
dayanışmadır...
Ancak bu hayatta her
zaman dedikoduyu yapan tarafta olunmaz.
Gün gelir dedikodusu yapılan
tarafa geçer herkes...
Yani, men
dakka dukkadır...
Yani , çalma
kapıyı çalarlar kapınıdır....
Yani, keser
döner sap dönerdir...
Kişilik dediğimiz şey kemikleşe kemikleşe
ölüme kadar devam eder. Mesela, onun var, benim niye yok !
düşüncesi, kıskançlık ve ihtiras her gün yediğiniz genetiği değiştirilmiş
gıdalardan bile daha öldürücüdür...
Doğrularınıza çok inanıyorsanız
bile , bağırarak söylemek sizi en doğru
kişi yapmaz.
Doğru, rüzgarın
yönüne, havadaki nem oranına ve
güneşin konumuna göre değişmez...
Biz bunları yazıp söylerken,
hayat
yazılanlar ve anlatılanlar kadar kolay yaşansaydı mesele yoktu diye
itiraz edenler varsa unutmayın ki bu dünyada herkese yer var..
Yeter ki söyleyecek
sözünüz olsun...
Yeter ki kendinizi, sahip olduğunuz eşyalar üzerinden değil
de sahip
olmayı arzu ettiğiniz fikirler üzerinden de tanımlamayı deneyin... hiç
olmazsa bir kez....
şimdi yazının başındaki
fotoğrafa bir kez daha alıcı gözüyle bakın ;
siz, o çiçeklerin
kainattaki her şeyle konuşmadığını mı sanıyorsunuz...
susarak da olsa
konuşmadığını mı sanıyorsunuz ....
( murat örem / 12 eylül
2013 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder